Nesrin MASARİFOĞLU

IŞIK

ORADA BİR ÇANAKKALE VAR GEÇİLMEZ

“Dur Yolcu! Bilmeden gelip bastığın bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın; bir vatan kalbinin attığı yerdir”
Sabah ezanı henüz okunmamış. İki günlük doyumsuz "Istanbul" gezisinin ardından geldiğimiz Çanakkale'de; denizin tatlı tatlı esen meltemi, mahmur ve uykulu gözlerimizle araçlarımızdan indiğimizde yüzümüzü okşuyor. Gezi grubundaki eğitimci arkadaşlarımla çok heyecanlıyız. Yıllar önce gördüğüm ama hep bir daha kısmet olsada tekrar görsem dediğim "Çanakkale Şehitliği"ni gezmek için, gezi grubumuzla birlikte Eceabat'tayız. Daha sabahın ilk ışıkları bile ufukta yok lakin gezimizin başlangıç noktası Çanakkale Boğazı'nın kıyısında hayat çok erken başlamış. Bizden önce ve bizden sonra sayısız turlar Eceabat sahillerini şimdiden doldurmuş bile. Pırıl pırıl gencecik çocuklar, mini mini öğrenciler, çeşitli yaş grubunda hanımefendiler, beyefendiler günün ilk ışıkları ile rehberlerini beklerken bir bir iniyorlar otobüslerinden.. Her birinin yüzünde biraz sonra Çanakkalede bir destan yazan tüm dünyaya "Çanakkale geçilmez" i öğreten, "vatan bilinci" ile "millet olma bilinci"ni ruhlarına kazımış olan dedelerinin şehit ve gazi oldukları mekanları gezecek olmalarının heyecanı var. Gezi grupları içerisinde öğrencilerin çoğunlukta olması; çok gelişmiş ve kalabalık ordulara, donanmalara, silahlara karşı sadece süngüsü, paslanmış mayınları, kırık dökük gemileri ile Türkü, Kürdü, Arabı, Lazı, Çerkezi, Abhazı, Boşnağı, Gürcüsü... ile orada nasıl bir tarih yazıldığının onlara aktarılması açısından sevindirici.
İşte Çanakkale gezisini bu denli anlamlı kılan, yeni nesillere geçmişimizin, tarihimizin, kültürümüzün aktarılmasının mutlaka yapılması gerektiğinin bilinci ile "Çanakkale Ruhu" ile Çanakkale Savaşlarındaki "inancın zaferi" nin öğretilmesidir. Gençlerimiz, öğrencilerimiz gezdikleri her noktanın şehit kanları ile sulanmış olduğunun bilinci ile dolaşıyorlar şehitlikleri. Dile kolay Çanakkale boğazını koruyarak düşman gemilerinin Istanbula gitmesini engellemek için tam 250 bin şehit 150 bin kayıp olmak üzere 400 bin can vatan uğruna, şehadet şerbetini içmek için düşmanın üstüne kahramanca atılmıştır. Bu savaşlarda nice yavrular yetim, nice gencecik hanımlar dul kaldı. Köylerde şehirlerde erkek nüfus kalmadı. Aslında çoğu eğitimli bir nesil kayboldu ama her şey "vatan" içindi. Tepedeki şehitlikleri gezerken duygulanmamak ağlamamak mümkün değil. İsimleri yağmur gibi gözlerinizden akıttığınız gözyaşları içerisinde okuyorsunuz. En büyüğünün yaşı 25 en küçüğü 15. Doğulu, Batılı ülkenin dört bir yanından gelmiş fidan gibi delikanlılar vatanları için şehit olmuşlar. Minicik öğrenciler bakıyorum ellerindeki çiçekleri büyük bir özenle sembolik mezar taşlarının üstlerine koyuyorlar. Duygulanmamak mümkün mü? Mezar taşlarının hemen hemen hepsinde ya bir gül yada kır çiçekleri var. Bazı öğrenciler yazdıkları duygulu notları mezar taşlarının üzerine uçmasını engellemek için üstüne taş koyarak yerleştirmiş. Artık notlardaki o saf ve tertemiz duyguları okudukça yarabbim bu nesil inşaallah "Çanakkale Ruhuna" sahip çıkacak diye umutlanıyorsunuz.
Bakıyorum bir mezarın üstünde 7. sınıf öğrencisi "canım dedeciğim" diye başlayan bir not iliştirmiş. Artık duygularınız bir ırmak olup akıyor. Notu okudukça "evet yavrum haklısın; bu tepelerde yatan 400 bin şehidimize dinimizi, namusumuzu, şerefimizi, vatanımızı, bayrağımızı, istiklalimizi daha doğrusu bizi biz yapan değerlerimizi borçluyuz" Onlar cephelerde böylesine, birlik ve beraberlik içerisinde Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk'ün komutasında zulme ve işgale geçit verdirmeyerek, kahramanca savaşmasalardı ne olurdu bugünkü durumumuz düşünmek bile istemiyorsunuz. 275 kilogramlık top mermisini kaldırarak topun ağzına süren Seyit Onbaşı olmasaydı, Nusret Mayın Gemisi ve onun döşediği mayınlar olmasaydı, hele tüm askerleri şehit olan, övünç madalyaları geride kimse kalmadığı için sancaklarına takılan 57. alay olmasaydı, kağnılarla askerlere yiyecek taşıyançocuğunun üstündeki örtüyü alarak mermiler ıslanmasın diye kağnının üstüne seren,evlatlarını bu vatan için şehit olsun diye ellerini kınalıyarak savaşa gönderen analar olmasaydı, kahraman onlarca şehitlerimiz olmasaydı halimiz nice olurdu. Basında yer alan savaş yıllarındaki yemek listesini okuyunca askerlerin ne kadar aç bilaç, üstlerinde ki giyeceklerine yama yama üstüne atılmış, ayağında ayakkabısı olmayan kahramanlarla ne kadar da zor şartlarla bu savaşın kazanıldığını öğrenmek bilmiyorum sizlerin de yüreğini sızlattı mı? Zafer kazanmak çok da kolay olmadı. Unutmayalım ki bu vatan şehitlerimizin bize mirası.Bizler de acaba bu mirasın değerini, "vatan sevgisini","inancın gücü" nü aynı hissiyatla nesillere aktarabildik mi? Şehitliklerdeki askerlerin orijinal künyelerini şehitliklerden topluyarak satan insanlarımıza, yetim, öksüz, kul hakkı demeden insanların kazançlarını hortumlayanlara, kardeşi kardeşi düşürmeye çalışanlara, çeşitli entrikalarla ülkemizin huzurunu kaçırmaya çalışan insanlarımıza, helal haram demeden sadece zengin olmayı düşünenlerimize acaba acaba "Çanakkale Ruhunu" iyice anlatamadık mı? Bir nesil canları ile bu vatana olan borçlarını ödediler. Bizler acaba onlara ne kadar layık olabiliyoruz. Yazımı “Çanakkale ruhunu " en güzel anlatan Çanakkale'de yaşanmış gerçek bir olayla bitirmek istiyorum.
“Çanakkale Savaşı sırasında Kocadere köyünde büyük bir yaralı sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, kimi Maraşlı, kimi Bosnalı, kimi Adıyamanlı, kimi Bingöllü, kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor...Bunlardan biri Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından:
“ Ölme ihtimalim çok fazla” Ben bir pusula yazdım... Arkadaşıma ulaştırın, der. Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur“
“Ben... Ben köylüm Lapseki’li İbrahim Onbaşından 1 Mecit borç aldıydım. Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin“
“Sen merak etme evladım”, der komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar. Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de:
“ Söyleyin hakkını helal etsin, olur...
Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor.
Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte yine bir künye ve yine bir pusula.Komutan gözyaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine nede gözyaşlarına engel olamaz...
Pusuladaki not:
“Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil’e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim.”İşte bu asil ruhlarla biz düşmana galaba çaldık...
Aziz şehitler vatan size minnettardır, ruhunuz şad olsun.Manevi huzurunuzda saygıyla eğiliyorum..


Tarih : 01.06.2006
OKUR YORUMLARI
Erol Öztemir
18.03.2023 14:37:04

Çok güzel bir yazı olmuş kıymetli hocam. Allah'ın izniyle bizde kınalı Hasanlar gibi vatanımızı ölümüne korumaya hazırız

ayten dilmen
19.03.2011 20:58:00

yazınız çok güzel ve etkileyici akıcı bir uslubunuz var elinize yüreğinize sağlık hocam

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ