AMSTERDAM NOTLARI 3: Türkiye yas tutarken Hollanda sevinç içinde. Sanki “zıtlıklar temalı” bir Van Gogh tablosu. 10 KASIM 2025
Değerli okurlar,
Aynen onlarca yıldır memleketten uzak, gurbette yaşayan; “ekmek parası için el kapılarında” yaşamak zorunda kalan birçoğu insan gibi ben de zaman zaman hüzünlenir, 46 senedir sıla türküleri dinleyerek veya söyleyerek bir nebze de olsa telafi etmeye çalıştığım bir vatan özlemi; bir tür gurbet acısı yaşarım içimde. Şu an adı aklıma gelmeyen bir ruhbilimcinin “emosyonel fantom ağrısı” diye de adlandırdığı bu “yürek acısı” aslında meğer kaybettiğin vatana duyulan patolojik bir özlemden kaynaklanıyormuş, bir zaman önce keşfetmiştim. Ki, bu ağrı aynen bir ampütasyon sonrası, özellikle el kol veya ayaklarını kaybeden bir insanın kaybettiği uzvuyla yapmak istediği birşeyi yapamadığında duyduğu ve tıp literatüründe “fantom ağrısı” ya da “hayalet ağrı” diye bilinen acının duygusal bir varyantı imiş (*).
Her neyse!
İki hafta önce 29 Ekim haftasıydı. Bu hafta 10 Kasım haftası.
İki hafta önce 29 Ekim günü tüm Türkiye, coşkuyla cumhuriyetinin 102. doğum gününü kutlarken, aynı gün Hollanda, ırkçı-ayrımcı sloganlar uğultusunda ve tüm Avrupa’da olduğu gibi Hollanda’da da hortlayan ırkçılığın kara bulutları altında, titreyen dizleriyle parlamento seçimlerine gidiyordu. Şimdi bizde, Allah ikiyüzlülükten korusun diyerek, zorunlu bir refleksle, aynen mitolojideki Janus gibi bir yüzümüzle Türkiye’ye öteki yüzümüzle de Hollanda’ya bakıyoruz, bakmaya da devam etmek zorundayız. Bizim gibi iki arada bir derede, İki memleket arasında bir yerde, yani arafta kalanların başka çaresi mi var sanki? O halde önce Türkiye’ye bakalım, sonra da Hollanda’ya.
10 KASIM
Bu hafta Türkiye’de 10 Kasım haftası. Ülke, 87 yıl önce kaybettiği kurucusunun yasını tutup, adeta küllerinden yeniden doğup, tam bağımsız bir cumhuriyet kurduktan sonra tekrar toprağa düşen “Anadolu Feniksi’nin” üzüntüsünü yaşıyor. Ancak hani çivi çiviyi söker; acı acıyı, üzüntü üzüntüyü bastırır derler ya, aynen öyle. 10 Kasım kayıp ve yas günümüz. Ama millet şimdi öyle kendi derdine düşmüş, öyle perişan halde ki, aldığı maaş veya ücret, ya da kazandığı parayla yoksulluk ve açlık sınırına düşerek adeta paralize olmuş, kendi fantom ağrısından başka bişey hissedemez hale gelmiş. Yani geniş halk yığınları, özellikle de isçi-köylü-çiftçi-memur-emekli kesimleri içine düştüğü ağır sosyo-ekonomik şartlar sebebiyle zaten uzun süredir bir yaşam mücadelesi ve bir çeşit yas içinde. İnsanlar ödeyemediği gübre, vergi, taksit, vb. borcunu, iki ay önce okullar açılırken çocuğuna alamadığı yeni sırt çantasını iki ay sonra yılbaşı girince artacak ev kirasını, aylardır alamadığı iki kilo eti, evine götüremediği sebze-meyveyi düşünüyor ve tüm bunlar diğer daha nice kaygı ve endişelere ket vurup, diğer gam ve kederi bastırıp geriye itiyor. Hülasa, gayet doğaldır ki, 10 Kasım 1938 günü kaybettiğimiz kurucu önderin ölüm gününde bile, yoğun halk kalabalıkları esasen yas tutmadan çok yarın ne olacağını, yakın gelecekte ne yapacağını düşünüyor ve tabir caizse şimdi çaresizlik içinde kendi yasını tutuyor. Kızarak ama korkarak. Bu da gayet normal bir insan halidir.
Ne var ki, Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu her türlü güncel olumsuzluğa rağmen bende bu satırlarda 10 Kasım vesilesiyle Atatürk’ü, silah arkadaşlarını ve aldığımız her nefesi verdikleri son nefese borçlu olduğumuz şehit dedelerimizi anmadan geçmiyor; bize bıraktıkları bu tam bağımsız güzel vatan ve kurdukları cumhuriyete dair şükranlarımı zikredip, önlerinde saygı ve minnetle eğiliyorum. Rahat uyuyun. Kabriniz ışık, mekânınız cennet olsun. Gençliğe Hitabe, kaidelerden söküldü belki ama gönüllerden asla!
HOLLANDA’DA PARLAMENTO SEÇÍMLERÍ
Dediğim gibi, İki hafta önce, 29 Ekim günü tüm Türkiye, şenliklerle cumhuriyetinin kuruluş yıldönümünü kutlarken, aynı gün Hollanda’da, sonuçları öncesinden bir türlü tahmin edilemeyen parlamento seçimleri yapılıyordu. Artık destursuzca usul usul sokakları işgal edip, zaman zaman gamalı haça benzer, neo-nazi bayraklarıyla gemi azıya almış, yabancı düşmanı, 2. dünya savaşı artıklarının temsil edildiği partiler mi kazanacaktı seçimleri? Yoksa halkın büyük bir bölümü, rehavet içinde yüzdükleri refah toplumunun nimetlerinin yeniden farkına varıp, bir ara kaybolan sağduyusunu yeniden yakalayarak, insanlıktan, medeniyetten yöne mi kullanacaklardı oylarını; Spinoza, Kant, Rousseau, Montesquieu, Locke’un temellerini attığı Aydınlanma şiarlı, akılcı-laik-huzurlu-refah toplumu içinde insan gibi yaşama yönünde mi yapacaklardı tercihlerini?
Tam da öyle oldu; sağduyu başat geldi, ikincisi gerçekleşti. Şimdi, sonuçların hemen hemen tamamen kesinleştiği bu hafta, Hollanda, zenofobi ve nativist (**) söylemleriyle demokrasisini tehdit eden, Wilders’ın ırkçı partisi PVV’nin uğradığı seçim yenilgisinin sevincini yaşıyor. Çok şükür. Çok şükür?!
Her ne kadar seçim sonuçları, her zaman olduğu gibi sandıklar 29 Ekim seçim günü saat 21.00’de kapanır kapanmaz yapılan “sandık çıkışı anketleri” (exit poll) ile bir iki puan farkla, aşağı yuları tahmin edilmiş olsa da kesin sonuçlar ancak benim bu yazıyı yazdığım bugün, 7 Kasım günü itibarıyla belli oldu. Buna göre (fotoğrafta görülen) Rob Jetten’in sol-liberal D-66 partisi seçimleri kazanırken, geçen dönem iktidarı kapan Wilders’ın partisi PVV, beklenmeyen bir sonuçla bu seçimlerin büyük kaybedeni oldu.

İki yıl önceki seçimlerde ezici bir çoğunlukla 150 sandalyeli Hollanda parlamentosunun 35 sandalyesini alarak birinci parti durumuna gelen ve bu statü ile o zaman hükümeti kurma imkanı kazanan bu yabancı düşmanı parti, bu seçimlerde nerdeyse yarıya yakınını kaybederek popülist ve/ veya ırkçı-ayrımcı potansiyelli seçmenden bir kırmızı kart gördü. Bunun ana sebebi kuşkusuz Hollanda seçmen kitlesinin önemli bir bölümümü oluşturan bu parti seçmenlerinin birdenbire “normalleşip”, ırkçı söylem ve eylemlerin 2. dünya savaşında bu memlekette ne acılara mal olduğunu hatırlamalarından kaynaklanmıyor. Genelde Avrupa’da, özelde ise Hollanda’da yükselen nasyonalist-popülist-ırkçı-ayrımcı trend aynı tempoyla yükselmesini sürdürüyor. PVV partisinin taban kaybetmesinin ana nedeni, geçen seçimlerden sonra kurdukları koalisyon hükümetinde, parti programlarında vadettikleri hemen hemen hiçbir konuyu uygulamaya sokamamış olmalarından kaynaklanıyordu. Dolayısıyla potansiyel zenofob seçmen aşırı sağcı daha marjinal partilere kayarak PVV’ye bir “ders vermiş” oldu.
Ne garip bir durum ve ne yaman çelişkidir ki, özelde Wilders genelde de aşırı sağcı-yabancı düşmanı parti oylarının ezici çoğunluğu Hollanda’nın Brabant, Limburg, Gelderland gibi “yabancıların” fazla yaşamadığı, hatta kimi kent ve kasabalarda hiçbir “yabancının” bulunmadığı, merkezden uzak, “perifer bölgelerden” geldi. Buna karşın sosyal demokratlar ve Liberaller özellikle de çoğu Türkiye veya Fas kökenli “yabancıların” yaşadığı Amsterdam, Rotterdam, Lahey ve Utrecht gibi kentlerde ezici çoğunlukla kazandı. Hollanda İstatistik kurumunun verilerine göre Fas, Türkiye gibi geldikleri ülkelerde umumiyetle muhafazakar partilere oy veren göçmenler, Hollanda’da tam tersine onların haklarını koruyan Sosyalist Parti veya Yeşil Sol gibi solcu veya İsçi Partisi PvdA gibi sosyal demokrat partilere oy vermektedirler. Buyurun paradoksa; anlayan varsa beri gelsin! “Doğduğum yer değil Doyduğum yer” deyimini çağrıştırır bu çifte standartlı durum bende biraz. (***)
Bu seçim sonuçlarına bakıpta, rahat bir nefes alarak şükretmek için henüz erken olduğu kanaatindeyim. Evet, Wilders’ın partisi seçimleri kaybetti. Ancak giden oylar hristiyan demokrat veya sosyal demokratlara değil, nasyonalizm-popülizm çizgisini çoktan aşmış aşırı sağın en sağındaki partilere kaydı. Somut ve sonuç olarak bu seçimlerde daha önce hiç görülmemiş şekilde nasyonalizm-popülizm-nativizm-ırkçı-ayrımcı-aşırı sağ çubuğunda (kontinüm) dizilen partilerin parlamentodaki toplam sandalye sayısı 49’a, yani parlamentonun üçte birine yaklaşık bir sayıya ulaştı.
Yani, “görünen köye” bakarak yürüttüğüm kendi subjektif izlenim, araştırma ve gözlemlere göre bişey de su gibi açık ki, dört yıla, yani gelecek seçimlere kalmadan bu yabancı düşmanı Wilders’ın PVV partisi ezici çoğunlukla seçimleri kazanacak ve iktidara gelecek! (****). Aynen İtalya’da popülist parti lideri Meloni’nin yaptığı ve çok geçmeden de diğer Avrupa ülkelerindeki açık ırkçı-yabancı düşmanı kimlikli partilerin yapacağı gibi: Almanya’da AliceWeide’nin AfD”si; Fransa’da LePen’in “Rassemblement National”ı; İngiltere’de Nigel Farage’in UKIP’i (UK Independence Party); İspanya’da Santiago Abascal Conde’un Vox’u Belçika’da Van Grieken’in “Vlaamse Belang”ı; Avusturya’da HerbertKickl’in FpÖ’sü, Danimarka’da RasmusPaluden’in “Stram Kurs”u vb. gibi.
Bu partilerin hepsi de şu an PfE (Patriots for Europe; Avrupa için Vatanperverler) adlı grup içinde Avrupa Parlamentosu’nda temsil ediliyor ve Avrupa’yı yabancılardan temizleme müşterek amacına dönük hiçbir söylem ve eylemden sakınmıyorlar. İşin daha da garibi, PfE’yi oluşturan tüm bu partiler ülkelerinin Avrupa birliğinden ve Euro para biriminden çıkması için de ellerinden geleni de ardına koymuyor.
Avrupa, içine düştüğü bu “kurumsal demans” sonunda yavaş yavaş ortaçağ ve öncesi karanlıklara gömülüp, engizisyon menşeli aslına mı dönecek? Yoksa bu zaman zaman nükseden kaşınma dönemini atlatıp, Rousseau, Comenius, Dekart ve sonraları Einstein, Montessori Francis Bacon, vb. gibi daha birçok düşünür, sanatçı ve bilim insaninin da bir zamanlar mülteci olarak başka memleketlere sığınmak zorunda kaldıklarını; Paris’in Nazi postalları altında inleyişini, İspanya’da Guernica’nın Hollanda’da Rotterdam’ın yakılışını hatırlayarak yeniden Bach, Mozart, Beethoven notalarının çınlattığı müziğin serotonin yüklü harmonisinde ve Rembrandt, Monet, Van Gogh tablolarındaki renklerin dingin ışığında insaniçinciliği, hoşgörü ve insan hakkını temel düstur edinen Aydınlık Çağı’nın kazanımlarını koruma ve geliştirme tercihini mi yapacak?
Büyülü Dağ’ın yazarı Thomas Mann’ın ruhu şad olsun. O da Naziler “demokratik yolla” iktidara çöreklenmeden hemen önce kaçtığı Amerika’da buna benzer sözlerle memleketi Almanya’nın geleceğine dair kaygı ve endişelerini vurguluyordu. O zaman olan oldu. Şimdi zaman ne gösterecek, kimbilir.
Şunu da söylemeden kapatmayım bu haftaki yazımı: Şu anki parlamento aritmetiği gösteriyor ki, bundan sonraki Hollanda hükümeti, büyük olasılıkla liberal D-66 lideri Rob Jetten öncülüğünde “sağın da solun da içinde yeraldığı durağan bir ortayol koalisyonundan” oluşacak. Bu, gayri safi milli hasılanın yüzde beşini NATO’ya vermeyi şart koşan Trump’a açıkça karşı çıkan ve reddeden ve de üstüne üstlük kısa zaman içinde hayat arkadaşı ile eşcinsel bir evliliği gerçekleştireceğini açıklayan Hollanda’nın müstakbel başbakanı Rob Jetten hükümetinin Hollanda-NATO-Amerika ilişkilerinde ne gibi sonuçlar doğuracağını ve tüm bu gelişmelerin ne anlama geleceğini de şimdiden kestirmek mümkün değil. Bekleyip göreceğiz.
NOTLAR
(*) Bu “fantom acısı” ya da bildiğim kadarıyla Türkçeye “Hayalet ağrı” olarak çevrilen ruhsal sendrom, bir ampütasyondan sonra beyin ve sinirlerde oluşan bir bozulmadan kaynaklanır. Hayalet ağrı, ampütasyon sonrasında, el, kol, bacak gibi artık var olmayan bir uzuvdan geliyormuş gibi hissedilen ağrıdır. Bu ağrı genellikle kesilen uzuvda yanma, karıncalanma, sıkışma veya batma şeklinde hissedilir ve beyin ile omurilikteki sinirlerin yeniden organize olmasından kaynaklanır. Okuduğum nöro-psikoloji el kitaplarındaki bilgilere göre, kopan el, kol, bacak gibi uzuvlara bağlı sinirler, beyin tarafından kayıp uzuvdan kaynaklanan bir ağrı olarak yorumlanıp hayalet bir ağrıya sebebiyet veriyormuş.
(**) Zenofobi, sözlük anlamı yabancı korkusu olsa da günümüzde yabancı düşmanlığının karşılığı olarak kullanılan bir kavramdır. Nativizm, ya da Türkçe’de son zamanlarda giderek sık sık kullanıldığı gibi doğuştancılık kavramı ise öteden beri psikoloji veya dilbilimleri gibi disiplinlerde var olan bir temel kavram idi. Örneğin dil ile bilişsellik arasındaki ilişkileri araştıran psikolinguistik alt disiplininde nativizm, insan zihninin doğuştan bazı kavramlar ve yeteneklerle geldiğini savunan bir akımdır. Özellikle dil edinimi gibi bilişsel alanlarda, bilginin deneyimle değil, genetik olarak aktarılan bir kapasiteyle kazanıldığını ileri sürer.
Günümüzde Nativizm, ya da doğuştancılık politikbilim literatürünün temel konseptlerinden biri haline gelmiştir. Buna göre nativizm, özellikle bir ülkede doğmamış, o ülkenin kültürüne yabancı insanların; etnik azınlık ve göçmenlerin o ülkenin haklarından da istifade edemeyeceğini savunan ve ırkçı-ayrımcı söylemlere kuramsal temel ve meşruiyet sağlamak üzere kullanılan bir kavramdır.
(***) Hollanda istatistik kurumunun, 2022 yılı, tahminlerine göre Hollanda’da “Türkiye kökenli” olarak nitelenen yaklaşık 415.000 insan yaşamaktadır. Son 20 yılda yapılan parlamento seçimlerinde Türklerin kitlesel olarak sosyal demokrat sinyatürlü İşçi Partisine veya etnik azınlıkların haklarını savunan sosyalist kimlikli partilere oy verdikleri belirtilmektedir.
(****) Tüm Avrupa genelinde Irkçı-ayrımcı partilerin yükselişi sürüyor. Bu partilere oy veren insanların tümü de ırkçı veya neo-nazi sempatizanı mı? Tabi ki hayır. Hatta ezici çoğunluğu eski isçi partisi seçmeni ve zamanla orda aradığını bulamayan, popülist söyleme duyarlı yığınlardan oluşuyor bu seçmen kitlesi. Evveliyatında bol salçalı sarmısaklı yemek kokusundan rahatsız olarak her zaman yardim ettiği Türk komşusuna giderek uzaklaşıp antipati beslemeye başlayan, sonraki yıllarda peydah olan üçüncü kuşak Faslı çetelerin estirdiği küçük ölçekli “teröre” maruz kalan ve tabir caizse artık illallah deyip popülist-nativist-aşırı sağcı yabancı düşmanı partilerin eline düşen bir seçmen kitlesi bu. Özellikle de son on yıldır Arap baharı sonunda işgal edilen Ortadoğu ülkelerinden Avrupa’ya kitleler halinde başlayan mülteci akımının tetiklediği bir yabancı düşmanlığı politikası sonucu bu partilerin giderek kemikleşen bir seçmen kitlesi yani.
Hani İngilizce de bir deyim vardır ya “don’t blame the victim”, “mağduru suçlama!” diye. Burda mağdur olan, yani ırkçılık ayrımcılığa maruz kalan yabancılar, bu apaçık bir veri. Peki bu ırkçılığın yükselmesinde yabancıların hiç mi suçu yok? Eskiden iyi komşuluk ilişkileri sürdürmek isteyen, yardımsever, naif Hollandalı komsusunun değer ve normlarına saygıdan imtina eden bu yabancıların hiç mi suçu yok? Evet “yabancı” etiketlemesiyle ki burdan tabi Portekiz, İspanyol veya Yunanlı vb. gibi etnik azınlıklara mensup, eski misafir isçiler değil, başta Türk ve Faslılar ve de bu Ortadoğu menşeili mülteciler anlaşılıyor. Hollanda’da suç oranının özellikle bu son gruplar üzerinde yoğunlaştığı istatistiki verileri de ortada. Yani eğri oturup doğru konuşmak lazım ki, bu nativist duyguların gelişip kök salmasında, popülizm ve ırkçılığın yaygınlaşmasında ‘yabancıların” da payı azımsanamayacak kadar çok. Ancak biz yine de “mağduru suçlama” yönünde bir naif tuzağa düşmeden Kılıç iki taraflı kesmeli diyen bir Anadolu deyişiyle bağlayalım sözü.









