Yusuf ÖZCAN

SEYYAH

HIZANTAŞI (Sadaka taşı)

Kavuşunca para pula/Zulmeder öksüze dula/Zalimin eli yoksula/Hayırla inse yakışmaz.

İslamiyet’te; “ veren el, alanı görmemeli” kaidesi vardır. Ama gün gelir ki nefsanîlikle “beşer şaşarsa, başa kakıcılık da kozluğunu korur”. Bundan dolayıdır, milletimize has bazı yaptırımlar toplum ahlakının omurgasını teşkillemiştir.
Ulu Camilerimizin avlularında bulunan sadaka taşlarıyla, fırınlara zimmetlenen ekmek seleleri, kemikleşen davranışların başını çekenlerdendir. Örf, adet, anane, töre, gelenek gibi birden fazla isimle de anılan bu uygulamalar; Türk Milletine ait hasletlerdir sadece.
Hayır sahipleri görülme kaygısıyla, özellikle imsakte ya da yatsının hitamını denklerdi. İhtiyaçlılar ise başka mağdurları da hesaplayarak hareket ederdi. Yani inançla kanaat birleşip harisliğe gem vururdu. Maddi durumu iyiceler ödedikleri fazla parayla fırınlardaki selelere ekmek fişi koydururlardı. Garip, fukara, yolcu her kim isterse, derhal somunları bedelsiz teslim edilirdi. Ellere özenip her şeyimizi yozlaştırdığımız gibi,”selede ekmek” adındaki iaşe sandığımızı da İtalyanlara yamayıp (askıda çay) safsatasıyla Frenkleştirdik şükür!
Bizim büyüklerimiz bitmişçesine, beş yüze yakın Türk çocuğuna ismi konulan, Küba Başkanı Fidel Castro; ziyaretindeki aklı evvellerimize;“ben dâhil tüm dünyanın örnek aldığı lider sizdedir, O Büyük adam ise Mustafa Kemal Atatürk’tür, burada işiniz nedir” lafıyla, adeta kıyamcıları şamarlamıştır. Adını gizleyerek veresi defteri almak hangi milletin âli-cenaplığıdır,söyleyin Allah âşkına. Batının rezaletiyle, doğunun kokuşmuşluğundan uzaklaşıp, kendimiz olsak yeter de artar bile.
Kardeşlerden küçüğü Hakk’ına razı, az ile yetinen, fazlasını bölüşendir. Ağabey ise tam aksine, cebi sırtında cimri, en iyisi, en güzeli, en fazlası benim olmalı diyen merhametsizin tekidir. Düşkünler öte dursun, yakınlarına dahi eli demirden katıdır. Gün gelir, ufak biraderin karşılayamadığı gereksinimleri oluşur. Hem yoklama hem de zaruretini telafi amacıyla Ağa’sına gider. Malikâneye ulaşmak ne mümkün, cümle kapısındaki “HIZANTAŞINA” sekilenir. Yorgunluk kepenklerini indirince, rüyasında, kendini zümrüt nakışlı saray sahibi, mal mülk içinde yüzerken görür. Saadetle keyiflenirken sarsıntıyla uyandırılır. Ede’sine düşünü aktardığında, sebebi ziyareti sorulmadığı gibi;”o seraptı, gözlerini açtın film sonlandı, hadi işine beni zırvalarınla oyalama” diye azarlanır.
Adam yeisle yerinden doğrulur karındaşına; “ ikimizde rüyadayız tek farkımız benimki gözlerimi açınca neticeleniyor, seninki ise kapanınca bitecek” diyerek, gülümseyip yürür.
 
Eşref-i mahlûk

Âdem’den bu yana kendimi vurdum
Ne usandım ne de akıla geldim
Ağrı’nın başına aşiyan kurdum
Nuh’un gemisiyle çakıla geldim

Doğurdum dokudum nisa dediler
Yürüdüm denize Musa dediler
Meryem’in yetimi İsa dediler
Kollarım çarmıha çakıla geldim

Ne biri yetişti ne kimse duydu
Evladı Ali’ydim Yezitler kıydı
Nemrutlar her daim İbrahim saydı
Urfa’da Sivas’ta yakıla geldim

Kimi kızıl dedi kimisi zenci
Yüzdüler derimi yaşlısı genci
Bir lokma ekmeğe oldum dilenci
Boynuma halkalar takıla geldim

Bazen turna oldum bazı Hüma ben
Bazen refik oldum bazı kuma ben
Kendi evladımı gömdüm kuma ben
Huzura utana sıkıla geldim

Barıştan sevgiden ricat eyledim
Her türlü silahı icat eyledim
Kamayı süngüyü hacet eyledim
Namludan hedefe sıkıla geldim

Eşref-i mahlûkum bir garip kulum
Kendi Özcan’ıma eylerim zulüm
Tarihten bu yana halimiz malum
Yusuf’ça zindana tıkıla geldim.

OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ