Prof. Dr. M.Öcal Oğuz

BOZOK YAZILARI

ŞIHLAR’DA BİR BAYRAM SABAHI

İnsan yaşlandıkça “nerde eski bayramlar” diyerek sanırım kendi çocukluk çağlarını ve anılarını özlüyor ve şimdiki çocukların bayram sevinçlerine haksızlık ediyor galiba… “Şimdiki nesilde büyüğe saygı kalmadı, şimdiki çocuklar büyüğü küçüğü bilmiyor” gibi lafların ardından “şimdiki nesiller bozuldu” ifadesi ise, ta 1070’lerde Karahanlı devleti zamanında yaşayan Yusuf Has Hacip’in yazdığı “Kutadgu Bilig” (Kutlu Olma Bilgisi) adlı kitapta söylenmiş. Tekrar lafımın başına dönersem, demek ki “şimdiki nesiller bozuldu” yargısının altında, biraz kendi eski günlerimize özlem, biraz yeni çağın dışına itilmenin öfke ve kıskançlığı, belki de yeni çağı anlayamamanın üzüntü ve telaşı var. Ancak, sözlü kültürler, sözle yaratılan ve yaşatılan değerlerini muhafaza etmenin yegane yolunun aynen tekrar ve ezber olduğunu iyi biliyorlardı ve aslında korumak istedikleri, uçup gitme ihtimali yüksek olan sözlü ortam üretimleriydi. Töreyi, türküyü, âdeti atasözünü yazısız kültür ortamında yaşatmak ve korumak gerekiyordu, bunun için de kuşaklar arası ahenk çok önemliydi. Derin felsefi çözümlemelere ihtiyaç duymadan, gençlere yöneltilen bu ince eleştirinin altında belki de bu gerçek vardı.

Siz benim söyleyeceklerimi hangi kategori içine sokarsınız bilmiyorum
ama ben de “eski bayramlar”dan söz edip “hey gidi günler” demek istiyorum bu yazımda bayramı vesile yaparak.

Çocukluğum Sarıkaya’nın eski adı Şıhlar olan Pınarkaya köyünde geçti. Bayram sabahı gözlerimizi, önceden alınan üzerimizde denenen fakat Bayram sabahına kadar giymemiz yasak olan “bayramlık”larımızı görmek için açardık. O yıllarda tekstil alanında Türkiye bu kadar gelişmemiş, hazır giyim böylesine büyük bir sektöre dönüşmemişti. Ailem köy şartlarında orta halli bir aileydi ve gerek bayram için gerekse ihtiyaç için elbise almak o kadar kolay değildi. Kısacası şimdi, gardıraplar dolusu kıyafeti olan, her hafta yeni bir kıyafet edinen şimdiki kuşaklar gibi değildik. Şimdiki kuşaklar bayramlık elbise için “hıı… bunu mu aldınız, eh…fena değilmiş” gibi laflar ederken, biz bayramlıklarımızı giyince havalara uçardık. Bayram namazları bizim için iyi bir gösteri alanıydı. Köyümüzün ortasında 19. yüzyılda Çapanoğlu Halit Bey tarafından yapıldığı vakfiyesinde yazan ahşap tavanlı güzel bir camimiz vardı. Biz çocuklar genellikle ikinci kata çıkarılırdık. Yeni kıyafetlerimiz hala izleri olduğu gibi duran kat yerleriyle, uzun geldiği için katlanmış paça veya kollarıyla üzerimizde öylesine iğreti dururdu ki, bu bizim için yeni elbise giymenin kanıtıydı ve çok mutlu olurduk.

Bizim için günün ikinci önemli olayı, bayram namazından sonra mahalle erkeklerinin her zaman açık olan “mahalle odası”nda topluca yemek yemeleriydi. Biz camiden dönünceye kadar evde hummalı bir yemek hazırlığı olurdu. Rahmetli annem ve ablalarım hiç tadına varamadıkları bu yemekleri, sabaha karşı kalkar ve iki üç saat içinde hazırlarlardı. Hazırlanmış yemelerin konduğu bakır sini mahalle odasına doğru yola çıkınca annemler eminim ki derin bir oh çekerlerdi, çünkü onlar için bu, çok önemli bir sınavdı ve yaptıkları yemeklerin övgüsü veya yergisi dönüp dolaşıp kendilerine gelecekti. Sinide öncelikle dört beş kişi için hazırlanmış derin çorba taslarına konmuş çorba bulunurdu: Düğürcük çorbası, pirinç çorbası, şehriye çorbası bunların en yaygını idi. Ardından kirpikli yumurta sahanlarında tereyağıyla pişmiş bol sarılı köy yumurtaları. Sonra etli veya hamur işi bir veya iki yemek olurdu: Yuvarlama köfte, mantı, etli patates, kuru fasulye, mıhlama, soğanlama…. Bulgur veya pirinç pilavı sinide yerini aldıktan sonra sıra tatlıya gelirdi: Tatlı genellikle birgün önceden hazırlanırdı: Ev baklavası veya sütlaçı andıran fakat daha katı olan ve “sütlü” denilen tatlı siniye konurdu. Miktarınca ekmek (taze sulanmış ve düzlenmiş yufka) ve renkli tahta kaşıklar. Babam önde siniyle, ellerimizde çorba tası veya yumurta sahanı ile kardeşimle ben arkada mahalle odasına gelirdik. Odaya gelenlerin durumuna göre yan yana sofralar kurulurdu. Yaşlılar baş sofraya biz çocuklar ise, son sofraya otururduk. Her evden bizimkilere benzer yemekler gelirdi. Bazen yeterince kaşık bulunmaz, kimileri “kaşık değişmek” zorunda kalırdı.

Yemekten sonra bayramlaşma başlar, herkes kendinden büyüklerin ellerini öperdi. Harçlık çok nadir verilirdi, biz daha çok şeker aldığımıza sevinirdik. Kağıtlı bayram şekerleri öyle her zaman kolay ele geçmezdi. Bayramda 8-10 şekerimiz olmuşsa kendimizi çok mutlu hissederdik.

Bayramlık kıyafet, bayram yemeği ve bayram şekeri… İnanın bunlar bizim havalara uçmamız için yeterliydi. Asıl olan mutluluksa ben çocukluğumda mutluymuşum, bunu şimdi anlıyorum.

Eyvah yaşlanıyor muyum ne?...


Tarih : 02.11.2005
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ