Prof. Dr. M.Öcal Oğuz

BOZOK YAZILARI

MÜZE VE ÖĞRENCİ

Türk insanı genelde müzeleri sevmez. Türk insanı aslında okumayı sevmez. Türk insanının bilim merakı yoktur. Ölümü göze alarak bilimsel keşif yapanların veya bu uğurda ölenlerin arasında da Türk insanına pek rastlanmaz. Tamam kabul ediyorum, istatistiksel olarak bu söylenenler ne yazık ki doğru. Ama bütün kabahat “Türk insanı” denilen kitlede mi?
Nasrettin Hoca’nın evine hırsız girmiş. Yükte hafif pahada ağır ne var ne yoksa almış gitmiş. Sabah Hoca uyanmış ve “yetişin komşular evime hırsız girmiş” diye bağırmış. Komşular toplanmış ve her biri ayrı bir yerden “Hoca insan böyle derin uyur mu?”, “Hoca, insan kapıyı iyi kilitlemez mi?”, “Hoca insan hiç pahalı eşyaları gizli bir yere saklamaz mı?” filan diye Hoca’ya çıkışıyormuş. Hoca hepsini dinlemiş ve “Anladık kabahatin büyüğü bende. Tamam ama hırsızın hiç mi suçu yok” demiş.
Kitabı, bilimi, buluşu bir yana bırakalım ve yazı başlığımızda ki müze açısından konuya bakalım. Halk belki de Hoca gibi şöyle söylüyordur: “Tamam anladık, kabahatliyiz, müzeye gitmeyi sevmiyoruz. Ama müzeleri kültürümüze, çağdaş tekniklere ve çeşitli alanlara açmayan müze yöneticilerinin hiç mi kabahati yok. Bizi okul çağında müze gezmeye alıştırmayan öğretmenlerimizin hiç mi kabahati yok”
Gerçekten kendi öğrencilik yıllarımda öğretmenlerimin biz öğrencilerine müze gezdirdiğini veya müzeler üzerine konuştuğunu hatırlamıyorum. Sarıkaya ve Boğazlıyan’da okuduğum yıllarda -şimdi de öyledir ya- buralarda müze yoktu. Öğretmenler o zamanın imkanlarıyla bizi müze olan kentlere götüremezdi. Ama ben Ankara’da da okudum. Hiçbir öğretmenimiz hiçbir nedenle bizi müzeye götürmedi. Belki bazıları “Müzeler Haftası” bağlamında sınıfta “müzelerimizi gezin, iyidir” demiştir ama onun da bende hiçbir izi kalmamış.
Bugün ilk ve orta öğretimde okulların gezi ve etkinlik alanlarına bakıyorum da sistem tarafından müzelerin yine önemsiz mekanlar olarak algılandığını görüyorum. Örneğin, edebiyat dersinde bir şair ve yazarın müzeye dönüştürülen evini ziyaret etmek, müzik dersinde çalgı müzesine gitmek, kimi resim derslerinde müzeleri atölye, orada sergilenen objeleri model olarak kullanmak, tarih dersini arkeoloji ve medeniyetler müzesinde yapmak, hayat bilgisi dersini etnografya müzesine taşımak hiçbir okulun “ciddi” programının arasında yer almıyor.
Yozgat’ta ilk ve orta öğretim okullarından mezun olan çocuklar, Misisipi nehrinin uzunluğunu bilir de Çekerek suyunun nereden doğduğunu hangi ırmakla hangi denize karıştığını bilmez. Cilalı Taş Devri’ni okur da 19. yüzyıl Yozgat tarihi hakkında bilgi edinemez. Viktor Hugo’dan, Namık Kemal’den yalan yanlış eksik gedik de olsa haberdar olur da Hüzni’yi Nazi’yi tanımaz.
Bunun birinci nedeni her dersin bir yerine eklemlenmesi gereken “kentimizi tanıyalım”, “kendimizi tanıyalım” veya “çevremizi tanıyalım” etkinlikleri ya yoktur ya da “formalite olsun, müfredat izlenmiş görünsün” diye işlenir.
Kent yöneticileri de okul-öğretmen-öğrenci üçgeninde bu tür etkinliklerin yeri ve payı olmadığından, kendilerine bu yönde bir eleştiri veya öneri gelmediğinden bu alanda her şeyin “güllük gülistanlık” olduğunu düşünürler.
Hayatını Yozgat’ta geçiren ve evi bugün de ayakta olan, yüzlerce şiiri Yozgat bağlamından çıkarak Türkiye’ye mal olan Hüzni Baba’yı kaç öğrenci tanır Yozgat’ta? Kaç edebiyat öğretmeni tanır diye sormalıyım aslında soruyu?
Uzun yıllardır uğraştığım, yerel yöneticilere Hüzni’nin evinin “Yozgat Şair ve Yazarlar Müzesi” olarak açılmasını öneririm. Umarım, söz verdiği şekilde sayın Başer’in zamanında bu gerçekleşir. Böylece Yozgatlı öğrenciler, hem kendi topraklarından çıkan bir değeri unutmamış olur hem de müze alışkanlığı kazanır.

Tarih : 03.10.2006
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ