Sözlükler, kelimenin Türkçeye İtalyanca “colonia”dan geçtiğini söylüyor. Rivayet odur ki ilk kez 17. yüzyılın sonlarında Almanya’nın Cologne (Köln) şehrinde üretilmiş, adına “Köln suyu” denmiş ve Avrupa’ya oradan yayılmış.

Benim zannımca kolonya, Ortaçağ’dan kurtulan ve dünyayı “keşfe” çıkan Avrupa’nın, Doğuda çok yaygın olan ve bizim halk arasında “Hacı yağı” dediğimiz esans kültürü ile tanışmasının ve onu su ve alkolle tanıştırıp kaynaştırmasının ürünüdür.

Pek çok bitkiden olduğu gibi bezirden de yağ çıkaran ve bunu aydınlanmada kullanan Türklerin kültüründe tüccarlara bezirgân denmesinden de anlaşılacağı gibi bezir yağı çok önemli ve yaygındı. Petrolün keşfi ve sıvı gaz kullanımı bezir yağının yerini alınca halk onu da “gaz yağı” olarak adlandırmış. Belki bu nedenledir ki 19. yüzyılda hayatımıza giren kolonya, halk arasında “kolon yağı” olarak da söylenir olmuş.

Nerden gelirse gelsin, nasıl söylenirse söylensin kolonya ve şeker, Türk kültürünün, bayramların ve misafirperverliğinin vazgeçilmez sembollerinden biri olmuştur.

Her türlü ikram ve iltifat onunla başlar. Her bayramın hummalı alışveriş telaşının ve listesinin başında onlar olur.

Şimdilerde rengârenk, boy boy, cam veya plastik şişelerde olduğuna bakmayın eskiden, şişeli kolonyalar daha pahalı olduğu için, biten cam şişeler saklanır, yeniden doldurulurdu. Kolonyacılarda büyük cam şişelerden küçüklere kolonya aktaracak çok güzel ve eğlenceli pompalı mekanizmalar vardı ve her şişeye uyacak kapak ve dökülmesin, kokusu kaçmasın diye iç kapak şeklinde tıkaçlar bulunurdu. Misafire ikram edilirken önce kapak, sonra tıkaç çıkarılır, ikram faslı bitince aynı şekilde kapatılıp özenle rafa konurdu.

"Bir maniniz yoksa akşam size geleceğiz" denildiğinde, ihtiyaçlar için ilk kontrol edilen onlardır. "Kızım, oğlum misafirlerimize kolonya tut" "veya "kolonya dök" yumuşu kim bir kaç milyon defa buyrulmuştur evlerde?

Tutulan kolonya ile büyükler ellerini ovar sonra yüzlerine ve boyunlarına sürerek ferahlar, küçüklerin de ellerinin yanında kafaları da kolonyadan nasibini alır.

Yazın hararet bassa buzdolabında sakladığımız kolonyaya sarılırız, ev güzel koksun diye kışın soba, kalorifer üstüne damlatırız.

Bayılsak, etrafımızdakiler hemen kolonya arayışına girer, ilk yardımı ondan alırız. Dişimiz ağrısa kolonyalı pamuk bastırır, başımız ağrısa onunla ovarız. Öksürüğe iyi gelir diye geceleri göğsümüze, sırtımıza sürülür. Bir yerimiz kesilse, böcek ısırsa veya sivilce çıksa imdada kolonya yetişir.

Hasta ziyaretine kolonya götürür, taziye evinde kolonya ikramı ile karşılanırız.

Ofisimize gelen misafire çaydan, kahveden önce mutlaka kolonya, sonra şeker veya çikolata ikram ederiz.

Hâlen ve günümüzde özel arabamızın torpido gözünde bulunma ve arabamıza binene ikramı ihtimali de yüksektir.

Lokantacı, kasap, manav, mobilyacı, terzi veya bakkal olmamız fark etmez, selam verip hâl hatır sorana, sandalyemize oturana önce kolonya ikram ederiz. Yemek yemişse çıkarken de kolonyasız göndermeyiz.

Biz ikram etmesek de kolonya tezgâhın, masanın üstünde, görünür bir yerlerde ve herkesin hizmetine zaten hazırdır.

Kimi markadır, meşhurdur ve pahalıdır, kimi şu çiçeğin veya bu bitkinin kokusudur, kiminin yanında akide şekeri vardır, kimine lüks çikolatalar eşlik edebilir.

Şehirler arası yolculuğa çıkarsınız, muavinin ilk ikramı kolonya ve şekerdir. Uzun yol da uykusu gelen şoförün imdadına o yetişir. Moladaki umumi tuvaletler bile müşterilerini kolonya ikram etmeden göndermez.

Şeker toplayan çocuğa, evimize gelen işçiye, konuya komşuya her kim ile evde, ofiste, dükkânda temas kursak "merhaba" demenin bir sembolü olarak kolonya ikram ederiz.

Kolonya da, kahve gibi, çay gibi bir kaç yüzyıllık geçmişiyle hayatımıza sonradan girmiştir ama deyim yerindeyse "bir girmiştir, pir girmiştir." Kolonyayı bizim gibi geleneğe ve kültüre dönüştüren başka bir millet var mı acaba?

Öyle ki kimi markalar ve kimi şehirler bu konuda başı çekmiş, kimi limon, kimi safran, kimi lavanta, kimi tütün, kimi de çay kolonyasıyla tanınmıştır.

Kolonya, parfümden önce erkeklerin tıraş sonrası keyfiydi, evde veya berberde tıraş sonrası kolonya sürülmemesi ciddi bir eksiklik olarak görülürdü.

Modernite yorumlarının ve parfüm gibi yeni kokuların yaygınlaşmasına bağlı olarak yeni kuşaklar arasında rağbetten düştükçe pek çok marka ve pek çok türü ne yazık ki kayboldu. Şimdi onları sayacak olsam onlarca markayı ve türü buraya yazmam gerekir.

Kendisinin son zamanlarda "kolonyalı mendil" şeklinde modernite ile uzlaşma girişimi de yok değildir.

Modern zamanlarda bu gelenek, yeni kentte biraz ötelenmeye, unutulmaya ve hatta ayıplanmaya başlanmıştı. Köylülük, eski kültür, gereksiz şey denilerek pek çoğumuz bu ikramı ya kerhen kabul ediyor ya da "benim alerjim var" bahanesiyle reddediyorduk.

Şimdi bakıyorum da bu günlerde koranavirüs nedeniyle "hijyen"den söz eden her anlı şanlı, ünlü sanlı kimseler, Türk kültüründeki bu geleneğe gönderme yapıyorlar, atalarımızın erdemlerinden söz ediyorlar, rahmetli annemin diliyle konuşuyorlar.

Kıssadan hisse: Aşırı modernist tutumlarla geleneği, insanımızın deneyimini bir çırpına "geri", "köylü", "eski" diye ötelememek, örselememek gerekiyor. Bakın gün oluyor, dün burun kıvırdığınıza bugün "çok iyi bir gelenek" diyerek burnunuzu uzatmak zorunda kalabiliyorsunuz.

OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ