Prof. Dr. M.Öcal Oğuz

BOZOK YAZILARI

ESKİ OLMANIN ÖVÜNCÜ

Benim gibi bütün ömrü yarım yüzyılı doldurmayanların bile yaşarken görebileceği ne büyük dönüşümler, ne büyük zihniyet devrimleri, ne büyük kültür şokları yaşanıyormuş meğer. Biz akademik hayatımızda kültürdeki değişmelerin uzun zaman alacağını, kültür değişmelerinin öyle kolayca gözlenemeyeceğini öğrenmiş ve öğretmiştik.
Çocukluğumu ve ilk gençlik yıllarımı içine alan 1970 yıllarda ve tabii bu yılların öncesinde Türkiye’de büyük bir çağdaşlaşma, çağı yakalama, modern dünyanın ıskalanan gelişmişliğine ulaşma ideali esastı. Bu ideali merkeze alan herkes, kendisini geçmişe bağlayan bir çok “şey”den kurtulup, yüklerini atıp oraya doğru yalın kılıç koştu. Kimi neden ve gerekçeleriyle birlikte bir anlamda gerekli olan bu koşuda doğal olarak “yükte ağır, pahada hafif” görülenler tereddüt edilmeden sağa sola atıldı, ucuza satıldı.
Bu yenileşme süreci, sadece kendini kültürde veya eğitimde değil, halk hayatının bütün aşamalarında, çarşı pazarda, ticarette, turizmde her yerde ama her yerde bir furyaya dönüştü. Herkes şirketine, dergisine, oteline, dükkanına hiç duyulmadık, hiç bilinmedik, hiç anlaşılmadık isimler koydu. Bunların çağrışımı “biz yeniyiz, bizim eski ile hiçbir bağımız yok, biz çağın ürünüyüz” demekti. Çünkü sanılıyordu ki dünya da böyle yapıyor, herkes bu yeniyi aşkla izliyor, herkes eski ile bağını koparıyor.
Yakalamak için peşinden koşulan çağdaş dünyanın hiç de böyle olmadığını anlamak için 1980 yıllarda biraz sarsılmak, 1990’lı yıllarda biraz bütün bu işlerin muhasebesini yapmak ve nihayet 2000’li yıllarda çağdaşlaşmanın, yenileşmenin, gelişmenin kendi köklerinden filizlendiğini görmek gerekti. Kuruttuğumuz bağları yeşertmek gerektiğini 2000’yi yıllarda anladık.
İki binli yıllar, herkesin kendi geçmişini “asırlık” ibareleriyle daha eskilere götürme çabasına tanıklık etti. Oysa 1970’li yıllarda bütün şirketler, bütün firmalar, bütün ticari ve turistik kuruluşlar “yeni”, “yepyeni”, “ilk”, “modern” gibi kelimelerin sihrini kullanıyordu halka ulaşırken.
“Ot bile kendi kökü üstünde biter” diyen ataların haklı olduğunu ancak, 2000 yıllarda anlayabildik. Şimdi “asırlık” olma, “eskiden beri var olma” önem kazandı. Halk da “yeni” ibaresi ile “deneyimsiz” ibaresini yan yana daha sık getirmeye başladı.
Kuşkusuz dünyanın “asırlık” veya “eskiden beri var” olmayı değerli görmesi boşuna değildir. Çünkü burada deneyim vardır, istikrar vardır, başarı vardır ve nihayet güven duyulacak bir marka vardır.
Demokrasi, halk, yenilik, modernleşme filan derken seçkin, deneyimli, başarılı, gelenekli ve asırlık olanları ihmal ettik. Onların başarılarını ve geçmişlerini takdir etmeyi ihmal ettik.
Şimdi zaman uzun süreli başarıları takdir etme, bu yönde seçkinleşenlere saygı duyma zamanıdır. Yozgat gibi nüfusu az, kaynakları sınırlı, maalesef okuru az, okullaşma düzeyi düşük bir yerde, 35 yıl boyunca istikrarla, kararlılıkla, saygınlıkla ve nihayet markalaşarak, kurumlaşarak gazete çıkarmak sanırım bir seçkinlik öyküsü olarak ele alınmayı hak etmektedir.
Internet’in yarattığı iletişim imkanı, Yozgat gazetesini Yozgat’ın dünyaya ulaşan sesine dönüştürdü. Bu durum son tahlilde geçen 35 yılın halk tarafından doğru anlaşıldığını göstermektedir.
Yarım asırlık olmaya doğru giden Yozgat Gazetesi’nin “asırlık” olması dileğimdir. Osman Hakan Kiracı’ya ve mesai arkadaşlarına sağlıklı ömürler dilerim. Dünyada asırlık gazeteler, dergiler pek çoktur da Türkiye’de azdır. Geç de olsa asırlık olmanın eskime değil bir değer olduğunu anlayan Türkiye insanının Yozgat Gazetesi’nin 35. yılını bu duygular içinde önemli bulacağına inanıyorum.
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ