Nesrin MASARİFOĞLU

IŞIK

LÜTFEN SÜTÜMÜZE DOKUNMAYIN!...

“21 Mayıs Dünya Süt Günü”. Takip eden hafta da “Süt Haftası”. Her gün yeni bir faydası tespit edilen süt aynen aspirin gibi. Basından takip ettiğim kadarıyla çiğ ve tütsülü balık yeme alışkanlıklarından vazgeçemeyen Japonlar; Japonya’da bu yüzden çok fazla görülen mide kanserinin süt içerisinde bulunan enzimler sayesinde önlenebildiğini keşfetmişler ve o günden beri sofralarından sütü hiç ama hiç eksik etmemişler.
Yine iş hayatlarında kimyasal maddelere maruz kalan veya sigara içen insanlar vücutlarını “antioksidan” olması nedeniyle “süt ürünleri” yiyerek kanserojen maddelerden korurlar. Ayrıca yeteri kadar geçmiş dönemlerde süt ve süt ürünleri tüketmeyen insanlarımızın yaşlılık dönemlerinde kırılan kemiklerinin onları nasılda ya sakat ya da yatağa bağladıklarını hepimiz biliyoruz. Süt cilt sağlığı, vücut dokularının yenilenmesi, sinir sistemine yardımcı olan B12 vitamini ve folik asit açısından da zengin bir içecek. Üstelik bir şişe sudan daha ucuz.Kısaca “Süt sürdürülebilir bir kaliteli yaşamın vazgeçilmezlerinden.” Kundaktaki bebekten beli bükülmüş dedelere kadar herkes için “süt” ilaç gibi düzenli alınması gereken bir hayvansal gıda. Sadece “süt” mü? Sütten üretilen tüm gıda maddeleri hayatımızın vazgeçilmezleri. Hangimiz “peynir” olmadan kahvaltımızı yapabiliyoruz. Evlerimizde yaptığımız mis gibi yoğurt olmadan hangimiz sofraya madımağımızı, ev mantılarını, kızartmalarımızı koyabiliyoruz. Hele mis gibi tereyağında pişirdiğimiz ev makarnalarının üstüne döktüğümüz, son yıllarda peynirden daha çok yenmesi tavsiye edilen “çökeleğin” makarnanın lezzetini nasılda artırdığını hepimiz biliyoruz.
Tadına bir türlü doyamadığımız, bilhassa Yozgat’ın toprağından mı suyundan mı, dağlarındaki mis kokulu kekiğinden mi olduğunu bir türlü bilemediğimiz o doyumsuz “sütümüzün ve ev yoğurdumuzun” tadına bir gün hasret kalacağız deselerdi hiç inanır mıydık? Aman Allah korusun biz evlerde kendi sağlıklı ortamımızda kaynattığımız sütlerimizi ve onlardan mayaladığımız yoğurtlarımızı hiçbir şeye değişmeyiz derdik değil mi?
Belki dar gelirlimiz eti kurban bayramında anca yiyebiliyor ama bir şişe sudan daha ucuz olan doğal inek sütünü ve ondan mayaladığı yoğurdunu evinde bulundurabiliyordu. Ama şimdi böyle giderse -hadi bir türlü damak zevkimize hitap etmeyişini bırakın- doğalından misli misli pahalı olan pastörize süt ve yoğurdu nasıl alacağız? Gelişme çağındaki çocuklara, gençlere her yaştaki insanlarımıza nasıl bu temel hayvansal gıdayı yedirebileceğiz.
“2001 krizi” derken birde “süt krizi” çıktı. Buyurun sağlıklı nesilleri nasıl yetiştireceğiz diye endişelenmemiz pek de yersiz olmaz sanırım.
Avrupa Birliği uyum sürecinde, “27.5.2004” tarih “5179” sayılı “Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin değiştirilerek kabul edildiği Kanun “firmaların uymasını zorunlu kılan sıkı kuralları beraberinde getirirken aynı zamanda açıkta gıda satışını yasaklıyor. Kanunu baştan sonra dikkatlice okudum tüketicinin sağlığını korumaya yönelik yasaklar ve caydırıcı müeyyideler konulmuş. Artık eskiden olduğu gibi “Arena” adlı programda dehşetle seyrettiğimiz “gıda terörünün” ürünü olan, tamamen insan sağlığını hiçe sayan “merkezine sağlıksız malzeme ile çok kar etmeyi alan” firmalar eskisi kadar rahat olamayacaklar. Tabii böyle güncelleşen bir kanunla gıdaların hijyenik kurallara uygun üretimi, işlenmesi, depolanması, taşınması ve pazarlanması sağlanırken satışları ile ilgili de birtakım yasaklar konulmuştur. Kanun ayrıca bu konuda denetimi yerel idarecilerden alarak “Tarım ve Köyişleri Bakanlığı”na vermiştir. Adeta gıda anayasası şeklindeki bu kanun diğer adıyla “Türk Gıda Kodeksi” bizlere değerli olduğumuzun hissini vermesi açısından gayet sevindirici.
Ama bir de Türkiye gerçeği var. Diyorum ki ülkemizin vazgeçilmezleri olan bazı ürünlerin açıkta ve sağlıksız bir şekilde satılmasının yasaklanmasına asla karşı değiliz. Ama bunlara yasaya uygun bir şekilde standart getirilebilir diye düşünüyorum. Evlerimizde kaynatarak dezenfekte edebildiğimiz doğrudan tüketmediğimiz bazı ürünlerin satılırken kapalı kaplarda ve camekanlarda ürünün kaynağı da açık belirtilerek satılmasının ne sakıncası var. Bu konuda katı bir yasak getirerek; pazara satmak için getirdiği bir türlü hiçbir markete teslim edemediği sütünü, yoğurdunu, peynirini gerisin gerisi ağlayarak köyüne götüren vatandaşın evde aş ekmek bekleyen çocuklarını boynu bükmektense kimseyi incitmeyecek bir çözüm bulmak daha doğru olmaz mı? Mağdur olan sadece tüketici değil. Bir ineği iki koyunu ile evini geçindiren binlerce üretici var onları ne yapalım açlığa mahkûm mu edelim? Üstelik Türkiye’de süt pazarının າsini açıkta satan sütler oluşturuyor. Bu durumda yasaya uygun bir çözüm bulunmasa zaten kotalar ve pahalı girdiler nedeniyle zor durumda olan onlarca köyde yaşayan insanlarımızın aç ve açıkta kalması demektir. Bazı Belediyeler hijyenik kuralların ön plana alındığı “kapalı reyonlardan oluşan portatif mekanları” açıkta satılan ürünlerin satışı için şimdiden üreticilere tahsis ettiler bunun için de süt de var. Böylece yasalar çerçevesinde bulunan çözümler üreticiyi de tüketiciyi de perişan etmekten alıkoydu. O halde Sayın Belediye Başkanımızın hem süt ve yoğurt satanları hem de doğal sütün ve yoğurdun tadından vazgeçemeyen bizleri mağdur etmeyecek bir yasal çözümü en kısa zamanda hayata geçireceğinden hiç kuşkum yok.
Yoksa yazık olacak herkese.


Tarih : 16.05.2006
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ