Mustafa TOPALOĞLU

HASBİHAL

mustafatmatpl@hotmail.com

OKUMUŞ

“Gurban olam galem dutan ellere...” derdi anam. Ne Veysel’den haberliydi ne de Pir Sultan’dan. Lakin okumaya yazmaya heveslikliydi. “Heveslikli” sözcüğünü illa kullandım. Anam sıkça söylerdi. Çocukluğunda gittiği mahalle mektebinde öğrendiği namaz surelerini,namaz dualarını sular seller gibi okurdu ezberden. Ne yazık ki anlamından bihaberdi garip anam.

Oğulcuk’a ilkokul 1944’te açıldı. Anamın ilkokul çağı çoktan geçmiş.Yirmili yıllar olsa neyse. Belki anam da giderdi ilkokula . Mektepli olurdu. Eli kalem tutardı. Okur yazardı. Ne çare kader!

Kalmış anamın içinde bir ukte. Biz derse çalışırken gözlerinde bir parıltı. Yüzünde bir aydınlık. Gıpta dolu bakışlar. Hele hele:

“O söyledikleriniz bu kitapta mı yazıyor?” diye şaşırmış hallerde soruşlar beni güldürürdü:

“He aba, derdim. Bu kitapta yazıyor.” O çocukluk zamanlarında biz anamıza “aba” derdik. Sözlükte aradım. Aba için, kaba kumaş,dervişlerin giydiği hırka gibi tanımlamalar gördüm. Bir de “babalar” demekmiş Arapça’da. Bu sözcük olsa olsa “apa”dan bozma. Türkçemizde “anne,ana”manasında kullanılmış bir zaman.

Keşke anama da belletseydim okumayı,yazmayı.

“Bana da belletin!” derdi de garibime giderdi. O Yaşa gelmiş biri nasıl olur da okumayı yazmayı bilmez? Eğer o yaşına kadar öğrenmemişse bundan sonra nasıl öğrenecek? Güler geçerdik. Çocukluk işte. Bilseydik ki öğrenmenin yaşı yok... Hiç güler miydik?

Oğulcuk İlkokulu 1944’te açıldı. Banisi Hamdi Öğretmen. O sıralar “mektep” deniyor. Hemen Muazzez Türüng’ün yorumuyla kulaklarımızda yer eden garip ayağındaki bir türkünün ilk dörtlüğünü ilgilerinize sunuyorum:

“Mektebin bacaları

Ders verir hocaları

Gül yârimi sorarsan

Odur birincileri”

Dize sonlarındaki “Havar dıle dıle le...” ve de “Oy amman can kurban”ları siz ekleyerek ezgisiyle söyleyin bir zahmet.

Peruz da okullu oldu. Benim nazlı yârim ilkokula başladı. Çalışkan bir öğrenci. Şahin baba çok umutlu Peruz’dan:

“Benim gızım hukukçu olacak!..” diyor da başka bir şey demiyor. Kayınbaba eski yazı,yeni yazı bilirdi. Köy katipliği yaptı. Haftalık “Köroğlu Gazetesi” gelirdi posta ile Ankara’dan. O,Boğazlıyan’da ilkokula gitmişti. O yılların ilkokulu şimdinin lisesi ayarında. Öyle kolay değil yirmilerde okuyup yazmak.

Peruz bir gün okuldan geliyor. Sırtında gırizetten çanta. İçinde defter ve kitapları. Belörenli biri de binmiş eşeğine bayır aşağı gidiyor. Peruz’u gördü. Takılacak:

“Ne o gızım mekdepden mi geliyon?”

“He amca mekdepden geliyom.”

“Okumayı yazmayı belledin mi bari?”

Peruz sanıyor ki bu tanımadığı kişi okumayı yazmayı belledim derse ona “aferin!” verecek. Çok beklersin iki gözüm.

“He belledim amca!..”

Belörenli yolcu istihza ile gülüyor:

“İyi gızım iyi!.. İyi belle de yârin nişanlına mektup yazan...”

Peruz utanıyor bunun üstüne. Halbuki utanacak ne var? Mektubunu kendin yazman,kendin okuman ne büyük devlet! Mektubunu birilerine yazdırmak daha mı iyi? Yeri geldi okuması yazması olmayan bir gelinin hıçkırığına kulak vermenin. Gelin hanımın yakınması iç burkar. İncitir, yaralar. Bir Yozgat türküsüdür. Türküde askerdeki yârine gelin hanım şöyle sitemli seslenir:

“Yüksek minarede okunur azen (ezan)

Takatim yoktur ki hanemi gezem

Okumam yazmam yok bi mektup yazam

İlin yazdığı da bu gader olur amman...”

Gelin hanım yazsaydı içini dökerdi satırlara,hasretini!...İlin yazdığı mektup mudur? Bir soğuk nevale. Mektubun iç ısıtan sıcaklığı,yürek soğutan serinliği elin yazdığında ne gezer?..O sebepten diyoruz ki okumak gibi,yazmak gibi insana çok yakışan,insanı insan eden başka ne var?

31.05.2014
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ