Yozgat Gazetesi meraklı okuyucularının, gayet tabiidir ki köşe yazılarında görmeye alışık olmadıkları ismime, gazetelerde pek de sık rastlanmayan genç suretime yönelik olarak, akıllarından geçeceğini tahmin ettiğim ilk soru… Kim bu avukat?
Cevabı benim şahsımda kısa da olsa, biz bugün kısa yolu tercih etmeyeceğiz. Sahi, kim bu ‘avukat’?
Dilimize, gündelik yaşamımıza ve dahi kanunların içine bile yerleşmiş olan ‘avukat’ sözcüğü, Eski Yunan ve Roma İmparatorluğu dönemindeki ‘advocatus’lara dayanır. Advocatus’lar, Roma Cumhuriyeti dönemindeki tarihin ilk mahkemelerinde, davacıya duruşma sırasında tavsiyede bulunmak için yardımcı olan ve davacının arkadaşlarından olma şartı koşulan, onun haklarını korumakla görevli, gönüllü bir gruptur.
2500 yıl öncesinin advocatus’ları, aradan geçen onca zamana rağmen ismi ve görev tanımı çok da değişmeden, Fransızca’dan iktisap ettiğimiz ‘advocat’ sözcüğünün basitçe Türkçeleştirilmiş haliyle, ‘avukat’ sıfatıyla benzer vazifeleri yapmaya devam ediyorlar.
Hala duruşma sırasında müvekkillerine yardımcı olmak ve haklarını korumak için 2500 yıl önceki gibi belagatini konuşturur ve hala müvekkili ile arkadaş olma şartı aranır. Elbette ki aradan geçen uzun zaman bazı değişimler meydana getirmiş, bahse konu görev tanımlarını soğuk bir formal dile sıkıştırarak, sosyal düzenin tesisi amacıyla bu eski ilkeleri günümüz şartlarına uyarlamıştır. ‘arkadaş olma şartı’ amaçsal yorumlanarak ‘güven’ ilişkisine dayandırılmış, avukat-müvekkil arasındaki ilişkinin güvene dayandığı; arkadaşlığın temel saiki olan karşılıklı güven olmadıkça, avukat-müvekkil ilişkisinin var olamayacağı Yargıtay’ımız tarafından, kararlarında sıklıkla dile getirilmiştir. Gönüllülük meselesi ise, savunma hakkının kutsallığını içselleştirmiş ve ‘advocatus’ olduğunu unutmayan avukatlarımız tarafından sıklıkla tercih edilen bir yöntem olarak, bugünlere kadar süregelmiştir.
Bugün dahi birçok duruşmada, davanın kaderini etkileyen ‘hitabet’ meselesi, Roma döneminde de önemli bir yer tutmaktaydı. Hatta o dönemin ‘advocatus’ları, savunmalarını daha etkili kılmak için ‘alkışlayıcılar’ tutarlar ve bunlar önceden belirlenen yerlerde konuşmayı alkışlarıyla keserek, savunmayı alevlendirirlerdi.
Bugün, aradan geçen onca zamana rağmen, o alkışlayıcılar savunmayı etkin kılmak için hala görevlerine devam etmektedirler. Hatta o alkışlayıcıların sayısı artık o kadar fazladır ki, bugün bu yazıyı okuyan sizler dahi zamanın birinde, belki dün hatta belki de bugün, başka bir hukuki konuda bilerek ya da bilmeyerek alkışlayıcılık yaptınız. Günümüz şartlarında duruşma salonlarında değilse dahi, sosyal medyada, yazılı ve görsel basında her türden hukuki habere verilen etkileşim ile alkışın bir başka tondan yankısı, savunmanın alevlenmesi için tarihsel görevini ifa etmeye devam etmektedir.
‘Savunma’yı alkışlayanlardan olmak dileğiyle…