İnsan, daha çok, yere bakarak yaşayan bir canlı. Gökyüzüne pek ender bakıyor.
Televizyondaki tartışma programlarında konuşulanlara, köşe yazılarında yazılanlara bakın. Hep toprak, hep çamur! Belki de, gökyüzü konusunda her şeyin kesinleştiğine, tartışılacak bir şey olmadığına inandığımızdan böyle yapıyoruz.
Büyük çoğunluk dinsel hurafelerle idare diyor, diğerleri kulaktan dolma bilgilerle bilgiçlik satıyor!
Gökyüzü, derken “gökbilimi” ya da “astronomi”yi hatta daha ötesinde “kozmolojiyi” ya da “evrenbilimi” kastediyorum. Bu ikincisi, felsefeye komşu oluyor. Evrenin kozmolojik sırlarını zorladığınızda felsefenin de sınırlarını zorlamanız gerekiyor.
“BIG BANG”İN SONU MU?
Uzunca bir zamandır bilim dünyasında evrenin başlangıcı konusunda görüş birliği vardı: Evren, bundan 13.8 milyar yıl önce büyük bir patlama (“Big Bang”) sonucu oluşmuştu ve o patlamanın uzantısı olarak sürekli genişlemekteydi.
Bütün akıl yürütmeler bu kuram üzerine bina ediliyordu.
Meğer son zamanlarda, özellikle son bir yıl içinde Webb teleskopundan gelen yeni bilgiler nedeniyle, bu büyük kuram sorgulanmaktaymış. Sonunda konu gazete köşelerine kadar düşmüş. Ben de oradan öğrendim.
Geçen hafta anlı şanlı The New York Times gazetesinde çıkan bir makale (“The Story of Our Universe May be Starting to Unravel”), egemen kuram yani “Big Bang” hakkında ciddi sorular oluştuğunu, eğer bunların peşinden gidilirse yepyeni bir evren kuramına ihtiyaç olabileceğini öne sürüyordu.
Büyük iddia! Gökyüzüne bakanları heyecanlandıracak sıcak bir tartışmanın patlak vereceğini tahmin edebiliriz. Belki de bu, gökbilim dünyasında kozmolojik bir big bang’dir. Felsefi ardçıları gelecek, paradigma değişecektir.
UZAYDA CANLI VAR MI?
Ne olursa olsun, bu, “dünya” denen minik gezegende en fazla 200 bin yıldır yaşayan insan (homo sapiens) dediğimiz “zeki” canlının evrendeki konumunu değiştirecek değildir. Carl Sagan’ın dediği gibi onun yaşadığı gezegen, yani dünyamız, evrende bir toz parçası ölçeğindedir. O toz parçasının üzerinde, ateş böceklerinin bir anlık yanıp sönüşü kadar ömür süren insanların (Evet evet, kendisini bir halt sanan bizlerin!) evrensel ölçeğini varın siz hesap edin!
Gündelik ıvır zıvır üzerinde kavga etmeyi çok seven bu “savaşkan” türün evren konusunda en çok merak ettiği şey “uzay”da kendisine benzer canlılar yaşayıp yaşamadığıdır.
Herhalde gidip tepelemek için!
Büyük yazar Saramago’nun diğer yıldızlara insan gönderilmesine karşı çıkması boşuna değildir. Çünkü, buradakiler bütün dinleri ve inançları döğüş ideolojileri haline dönüştürmüştür; gidip oraları da kendisine benzetecektir!
Neyse ki, evrende başka canlılar olup olmadığı sorusuna bizim yaşadığımız zaman kesiminde olumlu bir cevap verilmesi beklenmiyor. Deniyor ki, evren havsalamızın almayacağı kadar geniş, bir yerlerde öyle canlılar olsa bile onlarla karşılaşma olasılığı çok küçük.
İNSANLIK İÇİN MEZAR TAŞI
İşin trajik yanı, insan soyunun dünyadaki yaşamının sınırlı olduğu da evrenbilimin kabul ettiği bir gerçektir. Belki gerçekten günün birinde başka bir yıldızın “zeki” canlıları buralara gelecekler, ama hiçbir iz bulamayacaklar!
Ünlü biyolog-yazar Richard Dawkins nörolog Jeff Hawkins’in son kitabına (A Thousand Brains: A New Theory of Intelligence) yazdığı önsözde öyle diyor:
“Evrensel (kozmik) bir mezar taşına ihtiyaç var. Öyle bir mezar taşı ki, milyonlarca hatta milyarlarca yıl dayansın ve sinyalini çok uzaklara gönderebilsin. Belki o zaman birilerinin dikkatini çekebilir ve yok olup gittikten çok sonra olsa da “Biz de buradaydık!” diyebiliriz.”
Kozmik mezar taşını bilmem ama, bir mezar kazıldığına şüphem yok. Kozmik mezar taşı yetişemeyebilir!