Değerli okurlar cennetmekan babam Muammer Çapanoğlu etrafına kötülük yapan zararlı insanlar için alçak bir sesle "rafaza" derdi.

Bunun kötü bir tanımlama olduğu belliydi ama ne anlama geldiğini soramazdık. Neden soramazdık? Bir kere bizim ağzımıza alamayacağımız ayıp bir deyim olabilirdi. İkinci olarak bizim çocukluğumuzda babalarımızla konuşma şansımız yoktu. Babamıza bir şey iletmemiz gerekiyorsa annemize söylerdik.

Annemize, babamıza siz diye hitap ederdik. Yeni evlendiğimizde eşim bunu yadırgamış ve sormuştu " neden annenize bir yabancıya hitap ediyormuşsunuz gibi siz diyorsunuz?" Dedim ki" biz öyle terbiye görmüşüz."

İşte bu yüzden bu yaşıma kadar rafaza sözcüğü dağarcığımda olsa da ne anlama geldiğini öğrenememiştim.

Birkaç gündür Sayın Merdan Yanardağ'ın yeni kitabı "İçtihat Kapısı'nı" okuyorum. Kitabın arka kapağındaki tanıtımında şu ifadeler var: Bu kitap, İnsanlık tarihinin en büyük entelektüel intiharını ve uygarlık dramlarından birini anlatıyor. Bu anlamda elinizdeki kitap, batı kültür havzasında yaşayan toplumların, Ortaçağı aşıp, akıl ve bilim çağını yakalamalarına karşın, İslam dünyasının bunu neden başaramadığının hikayesidir.

Merdan Yanardağ bu kitapta insanlık tarihinde kalıcı izler bırakan büyük bir medeniyetin, geri kalmışlık ve sefaletinin nedenlerini sorguluyor. İslam dünyasının içine sürüklendiği şiddet/ terör sarmalının kaynaklarını araştırıyor.

Değerli okurlar kitabı okurken anlamını merak ettiğim rafaza yani aslında "Rafızî" deyimini ve dolayısıyla "Rafızîlik" kavramını gördüm ve çok sevindim. Nihayet merakımı giderecek bir kaynak bulmuştum. Rafızî tabiri,"terk eden, ayrılan, bırakan kimse" anlamına geliyor Rafızilik; İslam dışına çıkmak, dini terk etmek demek oluyor.

1966 yılında rahmetli kardeşim Haluk Çapanoğlu ile birlikte İstanbul Hukuk Fakültesine devam ediyorduk. Evimize iki gazete giriyordu Milliyet ve Cumhuriyet. Sanırım Millilyet gazetesinde İmam Gazali'nin İhya-u Ulumud Din eseri hakkında övücü bir yazı okuyunca alıp kütüphanemize koymuştuk. O yıllarda ders verdiğim bir ortaokul talebesinin ailesi de bana Marifetname isminde kalın ciltli bir kitap hediye etmiş onu da Gazalinin kitabının yanına koymuştum. 1994 yılında emekli olana kadar bu iki kitaba bakmak kısmet olmadı. Okumaya bolca zamanım olunca önce İhya-u Ulumud Din'in kapağını açtım. Sayfalar ilerledikçe kitabın içeriği bana ters gelmeye başladı ve okumayı bıraktım. Sonra Marifetnameyi aldım elime. O da ne? Bu kitap İhya-u Ulumid Din'in bir özeti. Kitabın yazarı Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. sanki "kocaman üç cilt olan İhya-u Ulumid Din'i okumayın alın ben size özetledim" diyordu. Bu kitapları kütüphanemde istemedim.  Namazının üç vaktini Ataköy 5. kısım camiinde kılmaya gayret gösteren emekli İlkokul öğretmeni komşumuza hediye ettim.

Değerli okurlar, Sayın Yanardağ da, kitabında Gazali'yi ve İhya-u Ulumıd Din'i uzun uzun yorumluyor. Gazali'nin İslamiyette ictihat kapılarını kapattığını, eskiye dönüşü savunduğunu, Şii İslam ve Bâtınilik başta olmak üzere çeşitli felsefi dini akımlar karşısında çöküşün eşiğine gelen Sünni islam'ın mezheplerini yeniden ayağa kaldırmayı (ihya etmeyi) görev edindiniğini ve bu amaçla ihya-u Ulumid Din adlı eserini yazdığını söylüyor. Bu kısa açıklamayı burada bırakıp ben tekrar Rafızîlik konusuna geliyorum.

 Konuyu İnternette araştırdım. Rafızilik veya Rafıziler, başlangıçta Zeyd bin Aliden ayrılanlara deniyor. Kimdir Zeyd bin Ali diye sorarsanız, Zeydiyye mezhebinin kurucusu, bir fıkıh âlimi. İmam Hüseyin’in torunu ve İmâm-ı Zeynelâbidîn’in oğludur. Tam adı, Zeyd bin Zeynelâbidîn Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebû Tâlib’dir. Künyesi, Ebu’l-Hüseyin olup, kendisine Hâşimî ve Kureyşî nisbetleri de verilmiştir. Kısaca, İslam peygamberi Muhammed'in damadı Hz. Ali'nin oğlu olan Hüseyin'in iki oğlundan birisidir. Diğer oğlu Ali (el-Ekber) ile aynı isme sahip olup karışmaması için literatürde Ali el-Asgar ismiyle daha çok da Zeynelâbidîn lakabıyla anılır.

Zamanındaki bölücüler, Zeyd'in değişik memleketlere ilim için yaptığı seyahatleri bahane ederek, Abbasi halifesi Kaim Biemrillah'ı onun aleyhine kışkırttılar. Onun ilim için dolaşmayıp, hilâfete geçmek için çevresine adam topladığını söyleyince, Medine dışına çıkışı yasaklandı. Fakat Zeyd rahmetullahi aleyh bir fırsatını bularak Kûfe’ye gitti. Orada Ehl-i beyt taraftarı gözüken bölücülerin kışkırtması ve halîfenin yakalattıracağı korkusuyla savaş için hazırlanmaya başladı. Kendisine binlerce kişi biat etti. Başka şehirlerden de yardım vaat ettiler. Halifenin askerleri Kûfe’ye yaklaştıkları sırada taraftarları kendisine; “Ebû Bekr ve Ömer’e düşman ol.” dediler. O da; “Büyük dedem olan Resûlullah'ın sevdiği iyi kimselere düşmanlık edemem.” dedi. Bunun üzerine 400 kişi hariç, diğerleri onu savaş alanında terk ettiler. Zeyd, bunlara “Ve kad rafadûnî.” dedi. “Beni terkettiler.” manasına gelen bu kelimeden dolayı, hıyanet edenlere Rafızi denildi. Hazret-i Zeyd’in yanında kalanlara ve sonradan onların yolunda olduklarını söyleyip sapıtanlara da Zeydî denildi.

Dedesi Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesi, bunun yanı sıra Emevî idaresinin Ali evlâdına karşı takındığı incitici, onur kırıcı tavır ve haksız uygulamalar, halk arasında Emevî idaresine karşı meydana gelen hoşnutsuzluk, zalim yöneticilere başkaldırının temelini oluşturan, siyasal bir içerik de yüklediği, iyiliği hâkim kılma ve kötülüğü engelleme ilkesini uygulamadaki kararlılığı, etkili hitabeti sayesinde halk ile kurduğu diyalog, özellikle Kûfeliler’den gelen cesaret verici talepler onun başkaldırısında etkili olmuştur.

Kaynaklarda yer alan diğer bir rivayete göre ise Hz. Ali’den kalan vakıf arazilerinin idaresi hususunda Abdullah b. Hasan ile Medine Valisi Hâlid b. Abdülmelik b. Hâris’in huzurunda yaptıkları tartışma ve ardından gelişen olaylar gerilimi arttırdı ve başkaldırıyı tetikledi. Nakledildiğine göre valinin bu konudaki tartışmalarla, Ali oğullarını birbiri aleyhine kışkırtarak halkın gözünden düşürme çabası içinde bulunduğunu anlayan Zeyd meseleyi Halife Hişâm b. Abdülmelik’e arzetmek istediyse de Hişâm bu talebi geri çevirdi.

Ancak Zeyd’in ısrarıyla gerçekleşen görüşmede Hişâm onu ciddiye almadığı gibi, “Halife olmak istediğin söyleniyor, eğer böyle bir niyetin varsa sen bir cariyenin oğlusun, bu görev sana göre değildir” diyerek onu küçümsedi. Buna öfkelenen Zeyd, “Hiç kimse Allah’ın gönderdiği bir peygamberden Allah’a daha yakın ve O’nun katında daha yüksek bir dereceye ulaşamaz. İshak soylu, hür bir kadından doğduğu halde Allah bir cariyeden doğan kardeşi İsmail’i peygamber seçti; insanların en hayırlısı olan Hz. Muhammed’i de onun neslinden çıkardı. Hiç kimse bu şerefe nail olamadı.

Annesi kim olursa olsun dedesi Resûlullah, babası Ali b. Ebû Tâlib olan birisinden bu makama daha lâyık kim olabilir!” dedi. Bu sözlerden hoşlanmayan Hişâm kızgın bir vaziyette onun huzurundan çıkmasını istedi. Zeyd de, “Çıkıyorum, ama artık hiç hoşuna gitmeyecek bir tavır içinde olacağım” deyip ayrıldı. Bu olay onun eyleme geçmesinde önemli bir etken olmuştur.

Zeyd b. Ali, bu görüşmeden kısa bir süre sonra Kûfeliler’in daveti üzerine bu şehre gittiyse de Kûfe Valisi Yûsuf b. Ömer es-Sekafî’nin ısrarıyla Medine’ye dönmek için hareket etti. Yolunun üstündeki Kādisiye’ye ulaştığı sırada Kûfeliler tekrar kendisini ısrarla geri çağırdılar. Onların, “Kûfe, Basra ve Horasan’da sana destek veren 100.000 silâhlı insan varken nereye bırakıp gidiyorsun! Ümeyyeoğulları’na karşı bizim birkaç kabilemiz bile yeter” şeklindeki sözleri üzerine Zeyd, “Babama ve dedeme yaptığınız gibi beni de terketmenizden korkuyorum” deyince Kûfeliler kendisini asla yalnız bırakmayacaklarına dair yemin ettiler.

Bu durum karşısında büyük dedesi Hz. Ali’ye ve dedesi Hüseyin’e yaptıkları kendisine hatırlatılarak onlara güvenilemeyeceği yönünde yakın çevresinden gelen bütün uyarılara rağmen bu çağrıya kayıtsız kalamayacağını söyleyip daveti kabul etti.

Kûfe’de yaklaşık on ay kaldı ve faaliyetlerini gizlice yürüttü. Kûfe ileri gelenlerinin de içinde bulunduğu taraftarları kendisine biat ediyordu.. Faaliyetleri sırasında ikametgâhını sürekli değiştirdiği için yeri tespit edilemiyordu. Bu süre zarfında bir veya iki aylığına Basra’ya geçti. Biat almak üzere çevredeki şehirlere taraftarlarından görevliler tayin etti.

Hazırlıklarını tamamladıktan sonra halktan "her konuda Kur’an ve Sünnet’in esas alınması, adaletli olmayan iktidar sahiplerine karşı cihad edilmesi, zayıfların korunması, haksızlığa uğrayanların haklarının verilmesi, zulmün kaldırılması, Peygamber ailesinin kendisine haksızlık eden herkese karşı korunması, Ehl-i beyt’e yardım edilmesi, devlet gelirlerinin hak sahipleri arasında âdil biçimde dağıtılması, ganimetlerin hak sahiplerine bölüştürülmesi, zalimlerin hatalarının düzeltilmesi, yıllardır askerî seferlerde bulunanların geri getirilmesi" üzerine biat aldı. Burada kendisine 15.000 Kûfeli’nin biat ettiği, Medâin, Basra, Vâsıt, Musul, Horasan, Rey, Cürcân ve Arap yarımadasından biat edenlerle birlikte bu sayının 40.000’e ulaştığı nakledilmektedir.

Zeyd’in etrafında kendisine biat eden 15.000 Kûfeli’den sadece 218 kişi kalmıştı. Buna hayret eden Zeyd, “Bu insanlar nerede?” diye sorduğunda kendisine mescidde muhasara altında tutuldukları cevabı verilince bunun mazeret olamayacağını söyledi. Çıkan şiddetli çatışmada ilk anda Zeyd b. Ali başarılı sonuç alarak Kûfeliler’in muhasara edildikleri mescide doğru ilerledi ve mescidin kapılarından birine vardı. Yeni katılanlarla birlikte 500 kişiye ulaşan taraftarları, sayısı 12.000’e ulaşan askerî güçlere karşı koyamadı ve bu arada kendisi öldürüldü.

Ebû Hanîfe’nin onun hakkında, “Yaşadığı dönemde ondan daha güçlü bir fakih, cevap bakımından daha süratli, sözü daha açık birini görmedim” dediği nakledilir

"Zamanla tarihte Râfızî kelimesi "Sünniler tarafından" tüm Şii ve Haricî grupları tanımlamakta kullanılan ortak bir tabir haline gelmiştir.

Yukarda da arz ettiğim gibi  "Merdan Yanardağ bu kitapta İslam dünyasının içine sürüklendiği şiddet/ terör sarmalının kaynaklarını araştırıyor" insanlık tarihinde kalıcı izler bırakan büyük bir medeniyetin, geri kalmışlık ve sefaletinin nedenlerini sorguluyor. Selçuklu henedanının İslam'ın bir yorumunu resmi ideoloji olarak belirlemesi ve yukarıdan aşağıya doğru topluma dayatması, özellikle devletin kurucu unsuru olan Türkler arasında tepkilere neden olduğunu, başta Anadolu ve Horasan olmak üzere, ülkenin her köşesinde kargaşa ve yer yer ayaklanmaların başladığını, özellikle devletin kururcu unsuru olan ve başından itibaren bu nedenle huzursuzluk yaşayan Türkmen/Oğuz boylarının ayaklanmalarının bütün ülkeye yayıldığını anlatıyor. 

Ben de, ta Selçuklu döneminden gelen bu Sünni dayatmalar ve yaşanan huzursuzluklar sonucu Türkmen/Oğuz Boylarının ayaklanmalarını ki bu başkaldırıların en büyüğü Amasya merkezli Baba İshak ve Baba İlyas isyanlarıdır.  Ortaöğretim maarif müfredatımızda Osmanlı İmparatorluğunda Anadolu Türklerinin yüz yılı aşkın süre devam eden ve " Celali İsyanları"diye karalanarak bizlere ezberletilen bu başkaldırıları yeniden yorumlamak gerekiyor diye düşünüyorum.  

OKUR YORUMLARI
Merve Cam
18.10.2022 08:49:30

Merhaba, Öncelikle elinize sağlık. Bu terim ve kökeni gerçekten dikkat çekici ve incelemeye değer. İşim gereği (çevirmenim) elime ulaşan ve konusu Osmanlı Ulemasında Rafızî Reddiyeleri Yazma Geleneği olan bir yazının Türkçeden İngilizceye çevirisini yapıyorum. İnternette konuyla ilgili araştırma yaparken yazınıza denk geldim. Rafızî teriminin tarihsel gelişimi, dini ve siyasi etkileri araştırılması gereken bir konu. Öyle ki bir terim neleri etkileyebiliyor ve şekillendirebiliyor, bunu anlamak için iyi bir örnek olabilir...

Yaşar Sağlam
15.08.2022 13:28:53

Rafızı kelimesinin önünü "ı"getirilerek 'ırafızı' şeklinde Dinar ve köylerinde ahlaken düşük olan kimselere karşı kullanılırdı. Unutulan şimdi kullanılmayan bir kelimedir.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ