Yeliz SELVİ

KALEMİMDEN DÖKÜLENLER

MERHABA GÜZELLİK

Bir anda toprak kokusu sardı etrafı.. İnsana huzur veren bu koku, çiçeklerin kokusuyla  birleşince insan gözlerini kapatıp sadece düş kurmak istiyor. 

Şehrin gürültüsü silinip kulaklarımda bir anda kuş sesleriyle buluştu. Burnuma gelen bu koku eşsiz bir güzelliğe sürüklüyordu. Bir bulut olup gök yüzüne doğru süzülüyorsun sanki.. Bir kuşun kanadında rüzgarı hissetmek gibi birşey. Yağmurun son damlaları yapraktan süzülürken, o damlalardaki saflığa, berraklığa tanıklık ediyorsun. Güneşin ışıkları gökyüzünde rengarenk bir halde, sana görsel şölen sunmaktan asla vazgeçmiyor ve içine çekiyorsun tüm bu güzelliği.. 

Ne dert ne tasa... 

Gözlerdeki ilk uyanışta yer eden o mağrurluk,  gecenin gündüzle buluşmasıyla aralanıyordu. Üşüyen, ıslanan yeryüzü artık güneşin sıcaklığına teslimdi. Güneşin sıcaklığı içimi ısıtırken , ekmek kokusu sarıyor şehrin sokaklarını.. Demli bir çay kokusu kadar davetkardı  bu sıcaklık.. Ve yerini dolduramayacak kadar eşsiz.. 

Yüzümü gök yüzüne çeviriyorum. Masmavi rengi pamuktan yapılmış katmerli bulutların arasında, süzülen kuşların içinde leylekleri görüyorum. Caminin minaresinin üstünde gagalarından çıkardıkları sesleriyle 'biz geldik' diyordu. 

Hoş gelmişlerdi. 

Doğanın o eşsiz rengi; yapraklarda, toprağın üzerinde yerini belli etmeye başlamıştı. Çocuklar yemyeşil çimlerin üzerinde top oynarken ' terleyip hasta olacaksın çok koşma' diyen annelerin sesini duymaktan hiç bıkmazdım. Çocuklarla birlikte köpeklerin de o oyuna eşlik ettiklerini görmek ve topun köpeğin dişinin arasında belirmesiyle tekrardan bakkala gidip top alan kaç çocuğa tanıklık ederdim. Belki de o çocuklardan biri de bendim. Bakkala daha girmeden kapısının önünde asılı olan topun kokusu ve içeri girer girmez kokulu sakızlar, şekerler,çikolata, dondurma kokusu bir araya geldi mi bakkala girip hiç çıkmak istemeyen bir çocuk olurdum. 

Kaç yaşında olduğunu bilmediğim ağaçların gölgesinde oturur, bazende dalına çıkıp güneşin batışını veya yeryüzünü izlerdim. Saklambaç oynarken en güzel saklanma yeriydi ağaçların dalları. Meyvesi de bizi oradan inmemize engel olan en yegane lezzetti. 

Kuş sandığım ördek ve kazların uçuşuna tanıklık ederdim. Bir sürü halinde gezen kazlardan hep korkardım. Yarı uçar, yarı koşar haldeydiler. Eve girmek onlar varken bir sanattı.

Adını bilmediğim rengarenk açan çiçeklerin arasında beliren arıları izlerdim. Bir gün köpeğimin dilini, benimde elimi balona çevirmişlerdi. İki günlük bu şişkinlikten ikimizde dersimizi almıştık ve bir daha onlara yaklaşmamıştık.

Bahçemizin kenarlarında beliren o iğde ağaçlarını hiç unutmam. Onun kokusu evimizde belirmeye başlamışsa annem bir iğde dalını evimize taşımış demekti. Her sabah onun kokusuyla uyanmak bana annemi hatırlatır. O koku ne güzel bir kokudur.

Tomurcuğu üzerinde olan gül ağacı ve gül yapraklarından yapılan gül suyunun tadı halen damağımda.. Şu an yazarken bile o tadı hissettim.

Bir toprak kokusu beni nerelere götürmüştü. Beş dakikalık bir düş ve hayaldi. Ama yaşadıklarımdı. Doğa bizi o kadar güzel sarmış ki.. Sarmaşık sarar gibi sevgiyi de aşılamış. Sessizliğe büründüğümüz, evlerimizin bir köşesinde kaldığımız şu günlerde, bahar mevsimine merhaba dememize az kaldı.Ve değerini anladığımız bir çok şeyide önümüze seriverdi.

Ve şimdi doğada bu kadar güzellik varken kalplerimizde de bu güzellik, sevgi tohumlarının yeşermesi ve en azından çocuk kalbiyle 'merhaba güzellik' diyebileceğimiz yarınlarımızın olabilmesi için..

Sevgiyle kalın..

OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ