Yasin Ali ER

ÇİZGİ

ÖĞRETMENİM

Takriben kırkbeş sene öncenin kış gecelerinden bir gece!
Rahmetli Kel Hakkı (Hakkı Nedim ALPASLAN) yine rahmetli Osman Bekdur ve ömrü uzun olası Beyzade Torun’un öğrenci evindeyiz.

Soğuk! Ayaz var ki o biçim...
Öğrenci evi dedimse, şimdikiler gibi dayalı döşeli, kaloriferli, sucak sulu velhasıl bol imkânlı öğrenci malikâneleri gibi değil haa!
Bizim evden araklayıp getirdiğim üç beş parça odunun, yamuk yırtık sobadaki “har”ı geçincede içerinin dışarıdan farkı kalmamıştı...
...ve ağızlarımızdan çıkan buharlarla burunlarımızın uçlarını ısıtarak ders çalışıyorduk.
Aslında epey şaklabanlık da etmiştik mekân ısındığında.
Merhum Kel Hakkı’nın sazına kâh koro olduk, kâh solo yaptık kulakları çınlayası Ahmet Bozan, Ahmet Saban ve ben.
Araya nemden yapış yapış olmuş iskambil kâğıtlarından pişti ve papaz kaçtı bile sıkıştırmıştık.
Bir tarafta gündüz eriyen damdaki buzların tavandan aşağı damladığı suların toplandığı galvaniz kova, bir tarafta bizden çok üşüyen soba, diğer yanda toprak zeminde yarı ıslak bir çul...
Sedirlerin üzerinde yorganları sırtımıza çekip ders çalışırken birdenbire basıldık ki ne basılma!
Bir omuz darbesiyle açılan ihtiyar ahşap kapı, her zamanki gıcırtısını çıkarmaya bile fırsat bulamadan arkasındaki duvarın sıvalarını döke döke gerisin geri dönmeye kalkıştı ama nafile!
Orada Merhum Gazi Öztürk Hoca var. Arkasında da İmam-Hatip Okulu’nun diğer disiplin kurulu üyesi hocalar!
Bu manzara karşısında gariban kapı da aynen bizim gibi küçüldü küçüldü ve bir pelür kâğıt gibi duvara yapışıp büzüldü kaldı.
İçeriyi koklamalarına hacet yoktu... Sigara dumanını soba tüttü yalanıyla bastıramayacağımız aşikârdı artık.
Hayret!Hocaların hiçbiri ne sigara içtiğimize aldırış etti, ne de yatakların altına tepiştirdiğimiz iskambil kâğıtlarını aradılar.
Merhum Gazi Hoca gürledi:
“Ne bu hal? Siz üşümüyor musunuz?”
Hepsi birden gözlerimizde gezdirdiler gözlerini uzun uzun...
Kaşları hafif çatık, alt dudakları aşağıdan yukarı biraz kıvrılaraketrafı şöyle bir kolaçan edip; “iyi hadi çalışmaya devam edin bakalım deyip çıkıp gittiler.
Ertesi gün Kel Hakkı ve ev arkadaşları okul çıkışında eve döndüklerinde kapının önüne yığılmış bir kaç torba odun ve bir at arabası kömürle karşılaşmışlardı.
ÖĞRETMEN OLMAK BÖYLE BİR ŞEY idi o zamanlar!
Ev basıp kötü alışkanlıklara karşı öğrencileri kontrol ettikleri gibi, onların kimseye deyip isteyemeyecekleri ihtiyaçlarını da bir şekilde hallederlerdi.
Öğretmene sınırsız yetki verilirdi adam yetiştirmeleri için... Ama bu durum, onların sorumluluklarınıdaha da artırırdı. Ya da onlar kendilerine sorumluluk yüklerler ve emanetlerini “adam” etmeyi kendilerine vazife addederlerdi.
“Eti senin kemiği benim”diye teslim edildiğimiz bu İNSANLAR, üşüyen öğrencisinin olup olmadığını o zemheri gecelerinin ayazında, tek tek, kapı kapı dolaşarak tespit ediyorlardı.
*******************
Yıllar sonra Yozgat Lisesi’nin Müdürlerinden arkadaşım M.T.’ı telefonla arayıp, “aman hocam, senin öğrencilerinin bazıları filanca adreste ve derste olmaları gereken bu saatte şöyle şöyle haltlar karıştırıyorlar dedim.
Öfkesi ile çaresizliğini rahatça algılayabileceğim bir ses tonuyla, “aaah kardeşim ah dedi... onlara biz müdahale etmeye kalkıştık mı, “BENİM ÇOCUĞUMUN ÖZELİNE KARIŞMAZSIN” diyen velilerle baş edemiyoruz” demesin mi?
İnanamadım!
Öğretmenin saygınlığıyla ve AHLAKLI NESİLLER YETİŞTİRME arzusuyla bu kadar oynanabilir miydi?
Hani EĞİTİM denen olgunun içinde TOPLUMUN HASSASİYETLERİNİ ÖĞRETMEKde vardı?
********************.
Yine bir kaç yıl sonra işyerime gelmişti o ev basan hocalarımdan biri...
1961 Yılında ilk maaşıyla aldığını belirttiği DOLMA KALEMİNİ elinde sallaya sallaya, Yozgat Gazetesi’ndeki bir köşe yazımı okuduğunu belirtirken gözleri dolu doludiyordu ki;
“Sen... Diyordu. Sen var ya sen! Her haşarılığını sevimliliğine bağışladığımız o afacan çocuk... Sen!
Ben bu kalemi yadigâr olarak oğluma verecektim. Ama bu kalem senin hakkın!”
"İYİ SAKLA ONU HAAA" diyordu.
"Ucunda binlerce imza taşır. O emektar, kaç gece benimle sabahladı bilemezsin!
Senin gibi yaramazlara anlatacağım derslere hep onunla hazırlandım. Tam kırk sene kahrımı çekti o kalem! Sadece not defterine rakamları karalamak değildi onun görevi...
Anlaşıldı mı sümüklü?”
Deyip çekip gitti o her zaman gülen gözlerini bir kez daha gözlerimin içine dikerek...
Kırk yıllık deri muhafazasının içindeki o bana lütfettiği yeşil/siyah dolma kalem elimde ardısıra bakakalmıştım. Halâ aynı duygu yoğunluğu içinde ve boğazıma çakılı kalan o ağlamaklı ve hoş hal içindeyim.

********************.
Kimisi eski alışkanlıkları üzere takip etmekten hiç vazgeçmedi emanet evlatlarını...
Kimisine de çek elini çocuğumun üzerinden denildi.
Veli+öğrenci+dayısı bol idareci+MEB imparatorluğunda üç on kuruşa talim ederek insan şekillendirmeye çalışan öğretmenlerin de, elli sene önceki öğrencisinin okul numarasını bile hatırlayarak halâ takip eden EMEKLİ öğretmenlerin de ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN.
Kalemin bende hocam... Ellerinden öperim.

24.11.2016
OKUR YORUMLARI
ngokirmakli@gmail.com
24.11.2016 17:34:00



OKURKEN KIRK YIL GERİYE GÖNDERDİNİZ YA BENİ HELAL OLSUN ÜSTADIM, YAZINIZI YAZARKEN HİSSETTİKLERİNİZİ HİSSETTİM.HELE DE O SON SATIRLARDA GÖZLERİM DOLDU, öĞRETMENİNİZİN SİZE VERDİĞİ ŞU DOLMA KALEM! SANIRIM BİR KESE ALTIN VERİLSE BU DEĞERİ BULAMAZDI, ÖĞRETMENİNİZ DE O KIRK YILLIK KALEMİNİ KİME VERECEĞİNİ BİLECEK KADAR ŞUURLUYMUŞ, ONA DA BRAVO. SİZ O KALEMİ HAKKEDENLERDENSİNİZ ZİRA, DİLERİM KIRK YILDA SİZİN ELİNİZDE TAŞIP COŞAR ANLAMLI KELAMLARLA, SELAM SEVGİ SAYGIMLA..

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ