Sürur ÖZTÜRK

EZBER BOZAN

YOZGAT HANGİ MODEL İLE KALKINIR ?

Yozgat kalkınacaksa, hangi modelle kalkınacak? Tarım ve hayvancılığa dayalı bir kalkınma modelini mi esas alacak, yoksa sanayileşerek mi kalkınacak?

Yozgat’ın çalışan nüfusunun yüzde 70’inin geçimini tarımla sağladığını; yani Yozgat’ın bir tarım şehri / tarım toplumu olduğu gerçeğini göz önüne aldığımızda, birden bire bir kapı aralanıyor ve cevapsız gibi gözüken pek çok soru ard arda cevaplanmaya başlıyor.

Eski bakanlardan Tınaz Titiz, bir makalesinde tarım toplumu ile sanayi toplumunun özelliklerini şöyle sıralamış:

“Tarım toplumunun karakteristik özellikleri, ileri düzeyde bir iş bölümünün bulunmayışı, rekabet gücünün düşük oluşu, yaratıcılık düzeyinin çok düşük oluşu, daha da önemlisi “kollektif toplum aklı”nın oldukça düşük düzeyli olmasıdır.

Sanayi toplumu ise, ileri düzeyli iş bölümü, yüksek rekabet gücü ve yüksek düzeyli kollektif toplum aklı olarak tanımlanabilir. Sanayi toplumunun önemli karakteristiklerinden birisi de yaratıcılıktır.”

Bir başka kaynakta, bu özellikler şöyle sıralanıyor:

Köy Toplumunun Temel Özellikleri:

• Tarım ve hayvancılık faaliyeti temel geçim kaynağıdır.

• Yaşamda değişimin oldukça az olduğu ve geleneklerin toplum yaşamını düzenlediği topluluklardır.

• Homojen; grup üyelerinin ‘özellikler’ bakımından birbirine benzediği bir yapı vardır.

• Kolektif dayanışma ve birlikte tüketme yaygındır.

 Kent Toplumunun Temel Özellikleri:

• Ticaret, sanayi ve hizmet sektörleri ekonomik yaşamda egemendir.

• Yaşamda değişim oldukça hızlıdır. Buna karşın hukuk kuralları toplum yaşamını düzenler.

• Heterojen; grup üyelerinin ‘özellikler’ bakımından birbirinden farklılaştığı ve organik dayanışmalı bir yapı vardır.

• Eğitimle meslekte uzmanlaşma yaygındır.

Zannederim, sadece bu kadar bir tanımlama bile, Yozgat’ın temel meselesinin ne olduğunu tesbit edebilmek için yeterli… Çünkü bu tanımlamalara göre, bütün soruların cevabını bulmak mümkün.

Yozgat’ta sivil toplum kuruluşlarının neden adı var kendisi yok?...

Yozgat’ta kitap-dergi-gazete okuma oranı neden bu kadar düşük?...

Yozgat’ta kültür-sanat faaliyetleri neden bu kadar az?...

Gerçekleştirilen faaliyetlere katılım neden bu kadar düşük?...

Yozgat’ta neredeyse herkes, neden her konuda benzer yaklaşımlar sergiliyor da, farklı fikirler, farklı bakış açıları ortaya çıkmıyor?...

Farklı düşünenler neden tepki görüyor, dışlanıyor, “öteki”leştiriliyor; ânında “düşman” ve “hain” muamelesine tâbi tutuluyor, susturulmaya çalışılıyor?...

Kendisini “milliyetçi”, milliyetçiliği de “vatanseverlik” olarak tanımlayan bu şehir, bu kadar yüksek sesle dile getirilen bir milliyetçiliğe rağmen neden bu kadar geri kaldı?... Toplumda neden samimi / sahici bir değişim talebi ve çabası görülmüyor?... Vurdumduymazlık, neme lâzımcılık neden bu kadar yaygın?...

Buna benzer soruları çoğaltmak mümkün ve hepsinin cevabı yukarıdaki tanımlamaların içinde: Yozgat, çalışan nüfusunun yüzde 70’inin geçimini tarımla sağladığı bir tarım şehri; yani bir tarım toplumu, köy toplumu…

Bir Yozgatlı olarak bütün bunları Yozgat halkını ya da köylüleri küçümsemek için yazmıyorum elbette…

Ben de Kanak’ta çimdim, camız gördüm, culuk sesi duydum, küllüklerde oynadım, arabaşı yuttum, köy düğünlerinde sırtıma kemer yedim.

Yaşlıların, “gâvur ergeni” gibi potansiyel bir tehlike hâlinde dolaşanlara, “it daşlayıp gezen” tembellere kızdıklarına ben de şahit oldum…

Köy Odası’nda, sedirlere bağdaş kuran yetişkinlerin köy meselelerini nasıl konuştuklarını dinledim…

Üzüm bağlarının dinginliğini, sükûnetini; “şemşaamer” tarlalarının güneşli günlerini yaşadım…

Alabildiğine uzayıp giden tarlalarda, ılık esintilerle dans eden buğday başaklarının garip bir şekilde insanı hayata bağlayan gizli büyüsünü hissettim…

 Kavak yapraklarının o kendine özgü hışırtısı altında, ben de ufuklara bakarak düşüncelere ve hayallere daldım… Ben de ucunda “azık” sallanan bir değneği omzumda taşıdım… Küçükken bana da tısladı kazlar, köpekler bana da havladı… Ben de yere düşüp dizlerimi kanattım kaç kere… Ben de naylon ayakkabılarla tozlu yollarda koştum… Pınarlardan su içtim, ağaçlarına tırmandım, atına, eşeğine, at arabalarına, traktörlerine, biçerdöverlerine bindim… Köyde güneş nasıl doğar, nasıl batar gördüm... “Lüküs”ün, etrafında küçük “pervane”lerin döndüğü beyaz aydınlığını da, gaz lambasının gaz kokan sarı aydınlığını da bilirim… Gece karanlığında, karanlık köy yollarında yürürken, yıldızların nasıl gözüktüğünü de… Ben de “mayıs”a bastım, ayaklarım kirlendi… “Basma”larda ben de güreştim… Ben de çamurdan oyuncaklar yaptım, güneşte kuruttum, çatlayıp kırılınca üzüldüm… Ve saire, ve saire…

Peki şimdi nereden çıktı bu “tarım toplumu / köy toplumu” meselesi… Şuradan: Boşu boşuna kalkınma nutukları çekip sonra da derin ve karanlık bir karamsarlığa kapılarak hayata küsmeye gerek yok. Eğer gerçekten “Yozgat’ın kalkınması” diye bir derdimiz varsa, bu kalkımayı hangi modeli uygulayarak gerçekleştirebileceğimize karar vermemiz gerekiyor. Tarım ve hayvancılığı geliştirerek mi kalkınacağız, yoksa bundan vazgeçip sanayileşmenin yollarını mı arayacağız?

OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ