Sürur ÖZTÜRK

EZBER BOZAN

Üniversite ile cami

9-10 gün kadar önce, Bozok Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İnci Varinli, Tıp Fakültesi Hastanesi’nin ihtiyaçlarının karşılanması için geçen Ramazan ayında camilerde para toplayarak 42 bin 750 Lira katkı sağlayan Yozgat Müftüsü Nuh Korkmaz’a teşekkür plaketi verdi.


  Haberin basına yansıyan fotoğrafını görmüşsünüzdür; Rektör Varinli, oldukça mütebessim bir yüz ifadesiyle, elinde tuttuğu plaketi Yozgat Müftüsü Nuh Korkmaz’a uzatıyor, Müftü Bey de mütebessim bir yüz ifadesiyle kendisine takdim edilen plaketi kabul ediyor. Rektör ile Müftü yan yana, her ikisi de mütebessim…


  Bu haberi okuyup bu fotoğrafı gördüğümde, Yozgat’a dair umutlarım canlanıverdi. Çünkü, belki çok az kişi farkındaydı ama Yozgat’ta tarihî bir olay gerçekleşiyordu: Rektörle Müftü’nün şahsında üniversite ile cami yan yana geliyor, üniversite ile cami el sıkışıyor, yıllardır araları açılmak ve karşı karşıya getirilmek istenen bilim ve din, yan yana olunabileceğini bütün Türkiye’ye gösteriyordu.


  Daha önce başka bir şehirde kamuya açık bir şekilde benzer bir yakınlaşma oldu mu diye zihnimi yokladım, hatırlayamadım. Bu birliktelik belki de Türkiye’de ilk kez Yozgat’ta sergileniyordu. Evet, Kayseri Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne alınan kitapların parasının ödenmesi amacıyla, Kayseri’deki camilerde de para toplanmıştı ama, bildiğim kadarıyla Kayseri’de Rektör ile Müftünün bu işbirliğini yan yana gelerek kutlamak gibi bir girişimleri olmamıştı.


  Türkiye’nin suni gerilimlerle çatışma ortamlarına sürüklenmek istendiği karanlık yıllar boyunca, Rektörle Müftü, üniversite ile cami, bilim ile din hep birbirinin karşıtı, rakibi hatta düşmanıymış gibi gösterilmek istendi. Yıllarca devam eden ve en bayağı, en ilkel, en seviyesiz üslûplarla sergilenen laiklik tartışmalarını hatırlayın: Üniversite ile cami, adeta birbirine düşman iki aşiretin sembolik karargâhları gibi gösterildi. Sanki, iki kurumun da varlık sebebi birbirlerini ortadan kaldırmakmış gibi sunuldu. Televizyon kanalları ve gazeteler sık sık, Türkiye’deki cami sayısı ile okul sayısını birbiriyle mukayese ettiler. Sanki, biri diğerinin hasmıymış, birinin varlığı diğeri için bir tehditmiş gibi…


  Oysa, bu topraklarda yüzyıllar boyunca bilim ve din hiç çatışmamıştı. Batı’nın yaşadığı Ortaçağ karanlığı, bu coğrafyanın üzerine hiç çökmemişti. Bütün Müslümanlar bilirdi ki, inandıkları bu din, bilime ve bilimadamlarına en yüksek seviyede değer verir, ilim öğrenmeyi sürekli teşvik ederdi. Müslümanlar için öğrenci olmak da, öğretmen olmak da el üstünde tutulması gereken sıfatlardı. Zihin dünyamız da, gönül dünyamız da, göz alabildiğine uzanan verimli tarlalar gibiydi… Fikrimiz de vardı, zikrimiz de… Beynimiz ve kalbimiz birbirinden ayrılmamıştı. Düşünceyi de bilirdik, aşkı da… Aklımız ve kalbimiz, iki düşman değil, birbirini tamamlayan iki dost gibiydi… Sonra, Batı’dan devşirilmiş düşmanlıklar, üniversiteyle camiyi, rektörle müftüyü birbirinden ayırdı. Bu düşmanlık anlayışına göre camide bilim, üniversitede iman olmazdı…


  Fakat Türkiye artık eski Türkiye değil. Türkiye artık, daha önce kendisine dayatılmış olan düşmanlıklarını da dostluklarını da sorguluyor. Kendisinin değil başkalarının belirlediği temelsiz, dayanaksız, anlamsız düşmanlıkları birer birer ortadan kaldırıyor. Yeniden tanışmayı, görüşmeyi, bakışmayı, konuşmayı, sarılıp kucaklaşmayı hatırlıyor… Yan yana geldikçe daha mutlu, yan yana geldikçe daha güçlü olduğunun farkına varmaya başlıyor… Düştüğü yerden kalkıyor, doğruluyor, üzerindeki tozu toprağı silkeliyor, gözünü ufuklara dikiyor, yürümeye ve ardından koşmaya başlıyor… Göz alabildiğince uzanan uçsuz bucaksız tarlaların içinde…


  Yozgat camilerinde üniversite için para toplandığında mahallî basında kopan kıyametleri hatırlayın. Köşe yazıları, “camiye mendil açmak”, “dilenmek” gibi tabirlerle dolup taşmıştı. Sadece Yozgat basınında değil, Kayseri camilerinde Erciyes Üniversitesi için para toplandığında da bazı Kayseri gazetelerinde benzer yaklaşımlar sergilendi. Belki, başka Anadolu şehirlerinde de benzer durumlar yaşanmıştır…


  Oysa, zengin işadamlarının üniversiteye yardım etmeyişleri – sebepleri üzerinde durmayı da ihmal etmeyerek – bu konudan ayrı olarak değerlendirilmeli, camide para toplanmış olması bu kadar aşağılanmamalıydı. Evet, çok sayıda camide para toplanmış olmasına rağmen, elde edilen miktar sadece 42 bin 750 Lira idi. Ama unutmamak gerekirdi ki, bu para, lüks bir plazada verilen bir kokteyl sonrasında TÜSİAD üyesi işadamlarından değil, nüfusunun % 70’i tarımla uğraşan bir şehrin cami cemaatinden toplanmıştı… Bu insanlar, her Cuma günü başka bir hayır işi için yaptıkları şeyi, o gün de Yozgat’ın üniversitesi için yapmışlar, “boş geçmeyelim aziz müminler, boş geçmeyelim” diye seslenen cami görevlilerinin önlerindeki karton kutulara ya da yerdeki sergilere ceplerinden 3-5 bin Lira koyuvermişlerdi… Onlar onu sadece o gün değil, her Cuma günü yapıyorlardı…


  Belli ki, her konuya önce en kötü tarafından bakmaya şartlanmış bir bakış açımız var ve burnumuzun dibindeki güzellikleri göremez hâle gelmişiz…


  Yozgatlı zengin işadamlarının Yozgat’a yatırım yapmayışları ya da yapılan yatırımlara destek olmayışları ayrı bir konu olarak ele alınmalıydı. Fakat, bu konu basında çoğu zaman adeta bir “haraç kesme” mantığıyla ele alınıyor. Köşe yazılarında bu işadamları için en sert ifadeleri kullanan kalem erbabından  biraz da bu durumun sebepleri üzerinde kafa yormalarını beklerdim.


  Acaba bu insanlar Yozgat’a neden yatırım yapmıyorlar veya yapılan yatırımlara neden destek olmuyorlardı? Bunun sebepleri neler olabilirdi? Acaba bu Yozgatlı zengin işadamları, onlara üstü kapalı hakaretler yağdırarak; adeta bir linç kültürü ile manşetlerde, köşe yazılarında fütursuzca teşhir edilerek “hayır işi” yapmaya zorlanabilirler miydi? Zorla yapılan “hayır”dan ne hayır gelirdi? Yozgat, kendi hemşehrilerine bir “Deli Dumrul Köprüsü” gibi mi sunulmalıydı? İstenen yardımlar, Ömer Seyfettin’in hikâyesindeki “diyet”e mi dönüştürülmeliydi? “Ver diyetini! Diyetini ver diyetiniiii!...” diye öfkeyle bağıran insanlar, aynı öfkeyle “Al diyetini!” diye önlerine fırlatılıp atılan kesilmiş kollarla da karşılaşabilirlerdi… Üniversite için camide para toplanmasını “dilencilik” olarak nitelendirip aşağılayanlar, kendilerinin de Yozgat’a yardım istedikleri zengin işadamlarının gözünde bir “dilenci” durumuna düşebileceklerini hesab etmeliydiler…


  Yozgat’ın en öncelikli ihtiyacı para değil, zihniyet değişikliğidir… Bu konuları konuşmaya devam edeceğiz… Pazartesi ve Cuma günleri bu köşede buluşmak üzere…


(23.10.2009)

OKUR YORUMLARI
selami
25.10.2009 23:08:00

yozgatta müftü ile rektörün yanyana gelmesi söylediğiniz gibi tarihi bir olaydır.Bunu görmek,bunun anlamanını anlatmak da bilinçli bir gazetecilik gözlemidir.tebrik ve teşekkürlerimle,selamlar...

Nigar
25.10.2009 10:50:00

evet,üniversite için camide para toplanmayışı aşağılanmamalı,müftülük üniversiteyle hastane konusunda işbirlği yapmışsa bu çok önemsenmeliydi.üniversite müftülük işbirliği hakketen üzerinde durulacak bir mesele..olayı çok iyi yakalamışssınız.ayrıca yozgatlı zenginlerin neden üniversiteye yardım etmediği hususu da araştırılıp irdelenmeli.
sayın yazara bize ışık veren yorumlarından dolayı teşekkürlerimizi sunuyorum.başarı dileklerimle..

adalet
24.10.2009 09:52:00

Ne kadar haklısınız..Yozgatın en öncelikli ihtiyacı para değil zihniyet değişikliğidir.Bu çerçevelettirip asılacak söz.Bu sözden sonra fazlayoruma gerek görmüyorum.hep böyle sağduyulu kalın.hürmetler.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ