Sürur ÖZTÜRK

EZBER BOZAN

Bir köy kurmalı ama nasıl?..

Kümesler, herhalde en çok kadınlar ve çocukların dünyasında yer etmiştir. Çünkü pek çok işte olduğu gibi kümesle; tavukla-cücükle ilgilenmek de genellikle kadınlara devredilmiş bir işti. Köy kadınlarının hafızalarında ve hatıralarında kümeslerin nasıl bir yeri vardır, bilemem; ama çocukların dünyasındaki yerini, 3-5 yaşımdaki yıllarımı hatırlayarak tahayyül edebiliyorum...

Bazen diri, canlı vücut hareketleri, cin gibi bakan gözleri ve anî kafa hareketleriyle kendilerinden emin bir şekilde; bazen de sünepe, bezgin, bıkkın, mecalsiz ve pejmürde bir görüntü vererek ortalıkta ‘boş boş’ dolaşan tavuklar, köy evlerinin sevimli birer parçasıydılar.

Hayatında hiç resimli çocuk kitabı ve televizyon görmemiş köy çocuklarının zihinlerinde adeta, adı konmamış “çizgi film kahramanları” gibiydiler...

Bazen, ev hanımının şefkatle serptiği bulgur ya da buğday tanelerine kıtlıktan çıkmışçasına saldıran, bir taraftan yem yerken bir taraftan da yanındaki yöresindeki diğer tavukları iteleyerek bir açgözlülük sergileyen bu sevimli tavuklar, bazen de canı sıkıldığı için mütemadiyen birşeyler atıştıran depresyona girmiş kadınlar gibi bıkkın bıkkın gezinip yerde bulduklarını isteksizce kursağına gönderen yaratıklara dönüşürlerdi. İbikleri de ne kadar ilginçti... O kendilerine has dokularıyla, plastikten yapılmış oyuncaklar gibi...

Gayesiz bir şekilde ortalıkta dolaşırken, bir başka tavuğun nemli çimenlerin arasından bir solucanı kaptığını görünce, kıskançlık damarları kabarıp “buk buk buk” diye sesler çıkararak onun peşinde koşmaya başlayan, küçük sürprizlerle günü birlik yaşayan tavuklar... Ama yumurta, tavuklara bambaşka bir değer ve gizem kazandırırdı çocuk zihnimizde... Yumurta... İçinden “sarı top” çıkan o yumurta, o mükemmel şey, şu pejmürde tavukların marifeti miydi?.. Yani, arada sırada zalim, gaddar, kibirli, kibarlıktan nasibini almamış horozların gadrine uğradıklarında vicdanımızı harekete geçirip bizde merhamet uyandıran; ama çoğu zaman aylak aylak dolaştıklarında gündelik hayatın sıradan bir parçası olmaktan öteye geçemeyen şu tavuklar mı yapıyorlardı bu yumurtaları?..

“Git bak bakalım kümeste yumurta var mı?” talimatıyla kümese yönelen çocukların içine doğan o merak ve heyecan, küçümsenecek bir haz değildi... Tavukların korkup sağa sola kaçışma ihtimaline karşı hazırlıklı, çocuksu bir ruh hâliyle, kümesin kapısını usulca açmak... Gözlerini tavukların üzerinde, yanında yöresinde, samanların üzerinde gezdirmek... Sınırlı dakikaların tarifsiz heyecanı... Ve işte yumurtalar!... Orada, tavukların popolarından çıktıklarını bildiğimiz ama asla oraya yakıştıramadığımız harikulade şeyler... Samanların üzerine onlar kadar yakışan az sayıda nesneden biridir yumurtalar...

İşte oradalar... Tahtaların arasından sızan gün ışığı, kümesin o gizemli loş ortamını bir el feneri gibi aydınlatıp, yumurtaları adeta, kuyumcu vitrinlerindeki ışıklandırmalarla daha da cazip hâle getirilmiş altınlara dönüştürüyor...

Onlar, kırmadan, çatlatmadan, itina ile toplanacak, elinde bir kap yoksa, üzerindeki kazağın eteği bir tepsi gibi sündürülerek içine konacak, anneye götürülecek, annenin gözlerindeki memnuniyet hissedilecek, o memnuniyet bir ödül kabul edilip, çocuksu bir gurur duyulacak...

“Hiçbir şey olmayan” köylerde, meğer ne çok şey varmış... Yoksul hayatların zengin mutluluklarını yaşarmışız... Şimdi bir kümes kokusunun bile bizi duygulandırması, arkasında buna benzer binlerce çağrışımın bulunuyor olmasından... Bir koku, bir renk, bir ışık, bir gölge... Her çağrışım, bizi geçmişe götüren gizli bir köprüye dönüşüyor...

Gençler zannetmesinler ki, bunlar edebî uydurmalar, abartılı süslemelerdir. “Köy çocukları böyle duygular mı yaşıyorlardı yani?” diye sorabilirler. Evet, hatta daha fazlasını yaşıyorlardı ama bunları kendilerine bile ifade edemiyorlardı. Aldıkları hazzın, yaşadıkları mutluluğun tarifini yapabilecek durumda değillerdi; ama o duyguları bütün etkisiyle yaşıyorlardı...

Köy hayatını, daha önce keşfedemediğimiz yeni zenginliklerini de ilâve ederek, yeniden yaşamanın bir yolu olmalı. Belki daha da estetik hâle getirebiliriz. Belki, onu değerli kılan özelliklerini bozmadan, daha medenî çizgiler katabiliriz.

Bir köy kurmalı ama nasıl?.. Bir köy...

21.02.2013
OKUR YORUMLARI
Remzi ATAMAN
22.02.2013 11:02:00

Tam bir Anadolu köylüsü filozu anlayışı ile yaşanan ve özlenen bir gerçeğin yazıya aktarılmasıdır bu hikaye.
Yeni bir köy kurmalı ama önce o artak duyguları,ortak değerleri,ortak gayeleri hayel edip beynimizde canlandrırıp gerçek hayata uygulamalıyız.2.000 in altında olan nüfuslü belediyeleri köy'e dönüştürerek değil!
Köy ve köylü ortak yaşamın,tasanın,kıvancın paylaşımsanın,imeçce usulünün uygulannışının,komşusu aç iken tok yatmanın yadsınışının,bir lokma ekmeğin,bir kaşık çorbanın,bir yudum suyun,bir bardak çayın,soba ile ile ısıtılan bir odanın ortak kullanılmasının velhasıl barış,kardeşlik ve dostluk duygusu ile birarada yaşanabileceği gerçeğinin kanıtıdır.
.Barış,kardeşlik,dostluk içerisinde ortak yaşamı özümseyip yaşayan ve yaşatabilen çiçeği GÜL sevdası İNSAN olan yüreklere selam olsun.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ