Şükrü ERBAŞ

ABBAS SAYAR'ın Boşluğa takılan sesi -2-

                                                      -2-

En yakıcı hikayelerden birisidir. “Şükrü’m yavrum, 1950’lerde Bahariye İlkokulu’ndan bir öğretmenle bir aşk yaşadık. Fakat evlenemedik. Bir gün, ‘Abbas Bey –dedi- ben bir hayat kurmak istiyorum kendime, böyle olmuyor.’ Haklısın Sultan’ım, dedim. Ayrıldık.” Aradan en az 30 yıl geçer. Abbas Amca’nın resimlerinden İzmir’de bir sergi açılır. Bahariyeli öğretmen İzmir’de yaşıyordur. Gazetelerden sergiyi öğrenir. Eşiyle sergi açılışına gelirler. Herkes çoktan ihtiyarlamıştır. Abbas Amca’yı kahvaltıya davet ederler. Eşi sabah gelip otelden alır. Devamını Abbas Amca’ya bırakalım: “Sofrada kuşun sütü eksikti bir tek. Baktım rakı yok. ‘benim ağzım çay ağzı değil, rakı ağzı’ dedim. Eşi koştu gitti bir 35’lik getirdi.” Ben, ağzım bir karış açık dinliyorum. Sonra dayanamadım, yeryüzünün en salak sorusunu sordum: “Abbas Amca ne hissettin.” Cevap, sorumu daha da salak hale getirdi: “Şükrü’m yavrum, insan saygıdan başka bir şey hissedemiyor.”

Bodrum’da yaşayan bir kadın arkadaşı, şiirlerini bir kasete okumuş, kısa bir mektupla göndermiş Abbas Amca’ya, Yozgat’a. “Bir kasetçalar buldurdum, taktım kaseti. Şiirler başlamadan, ‘Sevgili Abbas Sayar, her ne kadar senin gibi güzel okuyamadıysam da içimden geldi, okudum’ demiş. Ağa, bu nezaket karşısında ne yaparsın; hemen yerimden kalktım, kasetçaların önünde saygıyla eğildim, ‘estağfurullah Sultan’ım’ dedim.”

Nasıl pırıl pırıl bir bellek vardı, hâlâ hayranlıkla anımsarım. Şiirleri seçerken bir şiir buluyordum, heyecandan duramayıp telefonla arıyordum gecenin bir yarısı. “Saat on iki, saat bir / Kalk ey şair kılıklı adam / Yatağına gir.” “Yaa... İstanbul, 1952; Piyer Loti Tepesi, 1951; Sekili, 1947; Çamlık 1970...” Bu çalışmada, yazılı olandan çok ezberinde olanlar yer aldı desem yeridir. Daha doğrusu yazılı halini bulamadıklarımızı Abbas Amca okudu bize.

Polen zamanı Çamlık’ta polen toplardı. Kendisi uzaktaysa birisine rica ederdi. Küçük bir ilaç kutusuna, çam dallarına vura vura polen toplanırdı. İçerken rakı bardağına balık yeminden de az polen atardı. Bardak sapsarı olurdu. “Abbas Amca bu ne” demiştim; “Şükrü’m yavrum, rakı beyin hücrelerini öldürüyor ya, polen de hücre yapıyor, bir süredir böyle yapıyorum, sağlıklı oluyor” demişti.

 “Gazipaşa’ya Fikret’e (Otyam) gittim bir gün. Bir hafta kaldım. Filiz bana çok iyi baktı. Fakat Fikret çok geveze. Lafı ağzımdan alıyor, hiç konuşturmuyor beni. Dayanamadım, ‘oğlum Allah rızası için bir “ve” deyim’ dedim.” Bunu yıllar sonra Fikret abiye anlattım. Cevap müthişti: “Vay puşt vay, bir hafta ağzımı açtırmadı bana.”

Son gittiğimizde, ertesi gün ramazan başlıyordu. Kimse Abbas Amca’ya karışmasa da rahat içemeyecekti. “Giderken beni de götürün, bu Yozgat zımpara taşı gibi” dedi. Bir arkadaşından para getirtti. Az bir paraydı. Yol boyu içerek geldik. Ayvalık otobüsüne bilet aldık. Mülkiyelilere geçtik. Bir rakı daha söyledi. Bizim çevreden birkaç arkadaşa daha haber verdik. Otobüs saatine yakın, garsondan bir “yolluk” daha istedi. Ben, gözlerim kocaman bakıyordum. Otogara gittik. Asker sevkiyatı varmış. Ortalık yıkılıyor. Biz, beş-altı arkadaş Abbas Amca’yı ortamıza aldık, kalkış saatini bekliyoruz. Birisi Ahmet Dündar’ın kolundan çekti, “kardaşım sizinki nereye gidiyor” dedi. Ahmet de Abbas Amca’nın kolundan tutup, “bizimki Yemen’e gidiyor kardaşım” dedi. Bembeyaz, incecik bir asker! Yemen’e yakışır ancak!

Bir ay geçti, ramazan bitti, Abbas Amca gelmedi. Herkes birbirine soruyor nerede kaldı diye. Ankara’da yaşayan kardeşine gittik. “Evlendi” dedi. Bir tuhaf olmuştuk. Evlenirdi tabii de... bu yaşta... Şimdi düşünüyorum da, yıl 1989’du, 66 yaşındaydı Abbas Amca; benim bugünkü yaşımdan bir yaş daha küçük, hiç de ihtiyar değilmiş! Yine de şaşkınlığımız epeyce bir sürdü. Ender Hanım’la evlenmişti. Evine iki kez misafir olduk. Birinde Hatice’yle gittik, birinde Mahmut Dündar ve Hasan Kartoğlu’yla. “Şükrü’m yavrum, Allah ahir ömrümde yüzüme baktı” demişti. Pastel boyalarla gerçeküstü diyebileceğimiz resimler yapıyordu. “Picassovari diyorlar” demişti. Hasan Mutlu resimlerini çerçeveledi, Salih Bolat, Hasan Mutlu, Ankara’dan Antalya’ya gittik. Kaleiçi Sanat Evi’nde sergi açıldı. Salih, ben, Abbas Amca bir söyleşi yaptık. Ender Hanım, “Abbas Bey, köfteden de alsanız” diyorum diye diye bir şeyler yedirmeye çalışıyordu. O her zamanki gibi “alırım Sultan’ım” diyor, almıyordu.

Sanırım yazı, anlatmanın yerini tutmuyor, hiç de tutmayacak. Ege’de, Akdeniz’de arkadaşları vardı. Ara ara çıkar giderdi. Birkaç ay kalırdı. Yine bir gidişinden sonra Yolcu başlıklı bir şiir yazmıştım, onunla susayım:

Ey sular, gün ışığı ve insanlar /Yaşlı bir yolcu gönderdim ülkenize / Bir otel odasının alaca akşamından / Alıp yalnızlığını yedeğine / Elinde bir valiz üstünde beyaz bir hüzünle / Türküler kadar içten anılar kadar uçuk / Sığındı ülkenizin ılıman iklimine... / O, kendi kendini vuran yaralı bir ceylandır / Şiirin ve aşkın uzun menzilinde / Yaşamak akar yaralarından... / Ey kuşlar, ağaçlar, insanlar / Ömrü bir sevgi bayrağıdır yılların burcunda / Elinde yüreğinden başka bir şeyi yoktur / Koruyun onu kollayın ne olur.

OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ