YOZGAT'TA KULLANILAN YÖRESEL SÖZCÜKLER 6

-G-
gadak: Çivi.
gade: Bardak.
gağşamak: Yıkılmaya yüz tutmak.
gambık: Ufak ağaç parçası.
gamga: Kesilen, yontulan veya rendelenen bir şeyden çıkan parça, yonga.
gamgayla kaşınmak: Yokluk çekmek, ekonomik sıkıntı içinde olmak.
garakliye: Boşuna, nasıl olursa.
garametli: Zavallı, başı dertten kurtulmayan.
garnapa: Karnı büyük, göbekli (kimse).
garnaz: Başkasını çekemeyen, kıskanç.
gavsara: Çevirme, kuşatma, bağlama, sıkıştırma.
gayım: Sağlam, dayanıklı, güçlü, kırılmaz.
gaylesiz: Vurdumduymaz, umursamaz.
geçe: Derenin, ırmağın karşı tarafı.
geçgere: Ot, saman, gübre vb. yükleri taşımak için kullanılan, iki kişinin taşıdığı dört kollu tahta bir araç.
gedik: Bir ucu, köşesi noksan.
gelep: Yün çilesi.
gerbe: Kaşağıdan sonra hayvanın üzerindeki kılları toplayan, parlatan kıldan yapılmış araç.
gerneşmek: Keyifle gerinmek.
gever: Arklardan tarlaya su ulaştıran küçük su yolları.
gevrek: Büsküvi.
gezeğen: Çok gezen kişi.
gıncık: Sözünde durmaz, karaktersiz, sözünden dönen (kimse)
gıncıl: Şıltakçı, yalandan ağlayan ya da sevinen.
gındap: Kendirden yapılmış ip.
gınnamak: Camızın saldırması.
gırcı: kar, dolu arabası.
gıremse (gremse) : Boynu takılan büyükçe altın.
gırmızı: Domates.
gicişmek: Kaşınmak.
gişi: 1. Koca, eş. 2. Kişi, insan. 3. Zarif, kibar, soylu (kimse).
gobel (göbel): Piç, çocuk, yaramaz çocuk, kimsesiz, yetim, öksüz çocuk. [Çeşitli yörelerde başka anlamları: sınırlan ayırmak için tarla kenarlarında yapılan toprak tepecikler, geçit vermeyen, ormanlık, taşlık yer, sebze ya da meyvelerde olgun tane, damın köşe tarafı, deli, kısa (boy için).]
godala: İki-üç kiloluk yağ çanağı.
godalak (kodalak) : 1. Kısa boylu, tıkız (kimse).
gopmak: Koşmak.
goşam: Avuç.
goşam goşam: Avuç avuç.
godek (gödek): Kısa boylu, şiş karınlı. (Gödek sözcüğü godek ile eş anlamlı oluşunun yanı sıra çeşitli yörelerde değişik anlamlarda kullanılır: şinik denilen tahıl ölçeğinin yarısı, kuyruksuz kümes hayvanı, tavuk, lokma, sapanın el ile tutulan kısmı, tutak, halka biçiminde yapılan ev ekmeği, sacda pişirilen mayasız yufka, bazlama, yağlı ve kıymalı pide, bir çeşit poğaça, yumurtalı ekmek ya da çörek, boyu kısa, geniş karınlı küp, oyunda ebe.)
göğ (I): Olgunlaşmamış, ham (meyve).
göğ (II): Gök, gök yüzü.
gölük: yaşlı eşek.
göynek: Atlet.
gözer: İri delikli, büyük kalbur.
gözlekçi: Attığını vuran, nişancı.
gubaşmak: İmeceyle iş yapmak, yardımlaşmak.
gubuz atmak: Keyifle söyleşmek.
gucük: Şubat ayı.
guccük: Küçük.
gudü: Camız sürüsü.
gudumsuz (güdümsüz): Uğursuz (kimse).
guğüm (güğüm): Yandan kulplu, boynu uzun, genellikle bakırdan su kabı.
gumpür: Patates.
gurk: Anne tavuk.
guşene: Büyük tencere, kazan.
guva: Damat, güvey.
gübür: İnce gübre karışımı toprak, çöp, süprüntü.
güdü: Camız sürüsü.
güdümen: Şimşek.
günücü: Kıskanç.
Örnek kullanım:
Günücü gurk tavuk
(Deyim)
günülemek: Başkasına yapılanı aynen istemek, kıskanmak.
günün kulağı: Sabahın çok erken zamanı.
güpür güpür: Hızlı hızlı.
Örnek kullanım:
Dam başından güpür güpür geldiler,
Avlumuza dola dola doldular,
Annemin elinden beni aldılar;
Annemi babamı kızsız kodular.
(Kına türkülerinden)
güre: Çiftleşmek isteyen at ya da eşek.
gürük: Kulakları kısa.
güvermek (gövermek): Yeşermek, vurma, çarpma ya da soğuk nedeniyle vücudun herhangi bir yeri morarmak, çürümek. (Güvermek sözcüğü; yörede serbest bırakmak, salmak anlamında da kullanılmaktadır.)
güverti (göverti): Yeşillik, sebze.
Örnek kullanım:
Yerdeki güvertiye gökteki kuş da seğirtir.
(Atasözü)
güzlük: Güzün doğan, son doğan çocuk.

-H-
hacet: Gereksinim (araç gereç), mecaz anlamda tuvalet (dışarı çıkma) gereksinimi.
hacet görmek: gereksinimlerini karşılamak, mecaz anlamda tuvalet gereksinimini gidermek.
haft (havt): Su biriktirilen beton havuz, çeşme yalağı, küçük havuz.
halbur: Tahıl ve başka iri taneli maddeleri elemek için kullanılan büyük delikli veya seyrek telli elek, kalbur.
halleşme: Dertleşme.
halta: Köpek tasması.
hampalamak: Kabaca yapmak.
hamut: Keçiboynuzu.
haral (harar): Çoğu kıldan dokunmuş büyük çuval.
Örnek kullanım:
Kedi ile harala girilmez.
(Atasözü)
harmancalık: Harman pazarı, harmanda toplanıp hayır için verilen buğday, arpa vb.
harnıp: Keçiboynuzu.
hasas: Bekçi, köy bekçisi.
haside: Şeker ve nişastayla ya da pekmezle yapılan bir tatlı türü.
havkalamak: Hemen kucağına almak [birini (özellikle çocuğunu) korumak için apar topar kucağına almak].
hayat: köy evlerinin yüksekçe verandası, balkon.
haymalık: Bağ ve bahçelerde çalı çırpıdan yapılan çardak, avlu, alaçık.
hedik: Haşlanmış buğday, içerisine nohut, çedene gibi başka taneli bitkiler konularak yapılan haşlanmış buğday yemeğine verilen ad.
Örnek kullanım:
Çarşıda hedik kaynana,
Dişleri gedik kaynana,
Oğlun neler getirmiş,
Sensiz yedik kaynana.
(Mâni)
helik: Küçük duvar taşı.
Örnek kullanım:
Helikle kale duvarı örülmez.
(Atasözü)
helke: Kulplu su taşıma kabı.
Örnek kullanım:
Helke koldum pınara,
Damla damla dolacak,
Benim sevdiğim oğlan,
Başöğretmen olacak.
(Mâni)
herif: Koca.
herk: Sürülmüş tarla.
Örnek kullanım:
Ya herk et ya terk et.
(Atasözü)
herklik: Ekilmeyen (nadasa bırakılmış) tarla.
heyiklemek: Bir tehlike nedeniyle çevreyi gözetlemek, korkarak kulak kabartmak (hayvanlar için).
hezen (hizan): Damların üzerine döşenen kalın ve büyük ağaç, kiriş, dalları budanmış ağaç gövdesi.
Örnek kullanım:
Damlarda hezen var mı?
Üstünde gezen var mı?
Şu köylerin içinde,
Battal’dan güzel var mı?
(Mâni)
Çubuk iken çıt demeyen, hezen iken küt demez.
(Atasözü)
hınaza: İçten pazarlıklı, kendinden kötülük beklenen (kimse).
hınkırmak: Soluğu burundan hızla vererek sümüğü dışarı atmak, sümkürmek.
hızan: Açgözlü, miskin, tembel, görgüsüz, sonradan görmüş, cimri, yoksul.
Örnek kullanım:
Ebe ebe azana,
Kızın verme hızana,
Hızır akça kazana,
Girsin kaynar kazana.
(Sayışmaca)
hızmık: Buğdayın yıkandıktan sonra geride kalan kapçıklı kısmı.
horanta: Aile.
hotlamak: Atlamak, sıçramak, hoplamak.
Örnek kullanım:
Hotla, pabuç yırtılsın,
Yırtılırsa yırtılsın,
Gurbete kız verenin,
Aklında baba çıksın.
(Mâni)
hotuz (hotoz): Kadınların saçlarını arkaya toplayarak yaptıkları topuz, kadınların süslü başörtüsü, gelin tacı, duvak.
Örnek kullanım:
Bugün ayın otuzu,
Başındadır hotozu,
Dünyada yâr sevmeyen,
Ahrette yer topuzu.
(Mâni)
hoydana: İri ve biçimsiz, kaba
höbek: Ekin ya da saman yığını, öbek, tepe, tığ.
höllük: Kundak çocuklarının altına bez yerine konulan toprak.
Örnek kullanım:
Altın halburunan höllük eledim,
Aynalı beşiğe bebek beledim,
Büyüttüm, besledim, asker eyledim,
Nenni bebeğim nenni.
(Ninni)
hörüklemek: Tepeleme yığmak, doldurmak.
höyük: Toprak yığını, tepecik üzerine tepe biçimi toprak, yığılmış, eski uygarlıklardan kalma mezar. (Değişik yörelerde farklı anlamları: iki tepe arasındaki alçak yer, iki tarla arasına, sınırı belirtmek için yapılan işaret, bostan bahçe ya da dağ tepelerine hayvanları ürkütmek için yapılan korkuluk.)
hürük: Bir yere biriktirilmiş taş, odun, tevek vb.



-I-
ığıl: Yavaş akan su.
ığıl ığıl: Ağır ağır, yavaş yavaş.
Örnek kullanım:
Suyun ığıl ığıl akanından, adamın yere bakanından kork.
(Atasözü)
ıhtırmak: Çöktürüp oturtmak.
Örnek kullanım:
Ihtırmışlar deveyi,
Bindirmişler hacıyı,
Hacı binmiş atına,
Çıkmış göğün katına…
(Sayışmaca)
ıldır ıldır: parıl parıl, ışıl ışıl.
ılgamak: Atın kulaklarını kısarak saldırması.
ılgın: İnce söğüt dalı.
ılıfıtın: Rafadan, az pişmiş yumurta.
ımıl ımıl: Yavaş yavaş, sessiz sedasız.
ıravan: Eritilerek kaynatılmış şeker.
ırbık (ıbrık, ibrik): Yandan kulplu, boynu uzun, genellikle bakırdan yapılmış ve güğümden daha küçük olan su kabı.
ırgalanmak: Sallanmak.
ısmarıç: Sipariş.
ışgın (ışkın): Bitkide yeni süren filiz, sürgün, bağ sürgünü.
Örnek kullanım:
Bağa girdim ışkına,
Gül topladım eşkine,
Eğil eğil öpeyim,
Anan baban aşkına.
(Mâni)

-İ-
iğdiş etmek: Erkekliğini yok etmek, hadım etmek.
iğeşmek: Tembeli görüp çalışmamak.
ilaan: Leğen.
ilenger: Yayvan ve kenarları geniş, büyük bakır kap.
Örnek kullanım:
İlengerde tuz gibi,
Yanıyorum köz gibi,
Sen orada, ben burda,
Kaldık tek camız gibi.
(Mâni)
ilik: Düğme deliği.
ilistir: Süzgeç.
illetli: Hastalığı olan, ikide bir aksaklık gösteren.
ilvanlı: Gösterişli, süslü.
Örnek kullanım:
Evinizde yok bir tas katık, ilvanlının ocağı batık.
(Deyim)
ipti: Önce, ilk.
irdemek: Beğenmemek, istememek, nefret etmek., reddetmek.
irişki: Sucuk.
işkillenmek: Kuşkulanmak.
işlik: Gömlek.
Örnek kullanım:
İşlik diktim kıvırcık,
Suya indi sığırcık,
Senin yârin gül ise,
Beninki de tomurcuk.
(Mâni)
işmar: İşaret.
itağa: Ekmek yaparken kullanılan bir tür örtü, üzerinde un elenen kalın bez.
iya: Kaburga kemiği.

(Sürecek.)

22.10.2018
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ