DİLİMİZDE YANLIŞ KULLANILDIĞI İLERİ SÜRÜLEN SÖZLER ÜZERİNE

Sosyal medyada zaman zaman dilimizde yanlış kullanıldığı söylenen deyim ve atasözleri üzerine paylaşımlar yapılıyor. Geçenlerde bir Yozgat sevdalısı olan Sayın Yıldırım Saygı’nın da bu konuda bir paylaşımı oldu. Bunun üzerine internet ortamını şöyle bir taradım. Elde ettiğim verilerle ilgili birtakım yorumlar yapma gereği duydum ve bunları sizlerle paylaşmak istedim.

Öncelikle şunu belirteyim: Dil sürekli gelişen ve kendini yenileyen bir olgu. Bu gelişim ve yenilenme, içinde bulunduğumuz koşulların hızlı bir biçimde değişiminden kaynaklanmaktadır. Dil, doğal olarak bu değişime ayak uydurmak zorunda kalmaktadır. Değişen koşulların gerisinde kalan bir dille iletişim kurmanın zorluğu açıktır.

Dil gelişiminde dil bilimcilerin önemli bir rolü olduğu bilinen gerçek. Ancak halk da bu konuda etkin bir güç. Dilimize kazandırılan sözcüklerin büyük bir bölümünde halkın doğrudan katkısı var.

Kuşkusuz halk, dile bir dil bilimci gözüyle bakmaz, daha doğrusu bakamaz. O içinde yaşadığı koşulların ve sahip olduğu kültürün etkisiyle dile katkıda bulunur. Basit bir örnek vereyim: İngilizcede “dur” anlamına gelen “stop” sözcüğü, halkımızın katkısıyla dilimize “istop” biçiminde girip bir oyunun adı olmuştur. Hani bilirsiniz, ebe topu havaya atar, diğerleri kaçışır. Sonra ebe havaya atılan topu yakalayıp, “İstop!” der, ardından da gözünün kestirdiği birini vurmaya çalışır. Söz konusu sözcük; daha sonraları “durmak, çalışmamak” anlamları da kazanmıştır. Peki, nasıl olmuştur da halk “stop” sözcüğünü “istop” biçiminde kullanmıştır? Yanıt çok açık: Türkçede iki ünsüz (sessiz harf) ile sözcük başlamayışı ve ünlü (sesli harf) olmadan bir hece oluşturulamayışı. Halk bu kuralı bilerek mi sözcüğü böyle kullanmıştır? Hayır! Türkçe söyleyiş kültürü halkta alışkanlık durumuna gelmiştir, o da bu alışkanlığı “stop” sözcüğüne doğal bir biçimde yansıtmıştır.

Halk, dile katkı sağlarken dil bilgisi kurallarına göre değil; alışkanlıklarına göre hareket ettiği için arada bir yanlışlıklar da yapmıştır. Ancak bu yanlışlıklar, sözcüğün dile yerleşip sürekli kullanımıyla zamanla doğru olarak kabul edilmeye başlanmış ve sözlüklere bile girmiştir.

Dilimizde yanlış kullanıldığı söylenen sözcük, deyim ve atasözlerini üç öbekte incelemek gerekir:

1. Yanlış kullanıldığı kesin olanlar,

2. Aslından farklılaşıp doğru kabul edilenler,

3. Hem aslı hem de değiştiği biçimiyle kullanılanlar.

Dilimizde yanlış anlamda kullanılan sözcüklerin başında “namahrem” gelmektedir. “Na” Arapçada olumsuzluk ifade eder. “Mahrem” saklı, gizli gibi anlamlar taşıdığına göre; “namahrem” saklı, gizli olmayan” anlamına gelir. Türkçe sözlükte “namahrem” için şöyle denmektedir: 1. Evlenmelerinde yasa bakımından sakınca olmayan kadın ve erkek. 2. Yabancı, el. Oysa biz namahrem sözcüğünü “kadın” anlamında kullanıyoruz. Sözcük ne yazık ki halk arasında bu anlamıyla kullanılır durumda.

Dilimizde sıkça kullanılan bir söz var: “Abdala malum olurmuş.” Biz bunu çoğu zaman “Aptala malum olurmuş.” biçiminde kullanıyoruz. Böyle kullanılmasının nedeni “Abdal” sözcüğünün bilinmeyişinden kaynaklanıyor. “Abdal” sözcüğünün dilimizde iki anlamı vardır: 1. Gezgin derviş. 2. Dilenci kılıklı, üstü başı perişan kimse. Yukarıdaki sözde söz konusu sözcük “gezgin derviş” anlamında kullanılmaktadır. Zaten ağırlıklı olarak kullanıldığı anlam da budur. Peki, biz ne yapıyoruz? “Abdal” yerine, ”zekâsı pek gelişmemiş, alık, ahmak” anlamına gelen “aptal” sözcüğünü kullanıyoruz. Dolayısıyla söz anlamsız bir duruma geliyor.

“Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü.” atasözünde geçen “zürefa” sözcüğü, anlamı bilinmediği ve aradaki ses ayrımı sezilmediği için “zürafa” biçiminde yanlış kullanılmaktadır. Arapçadan dilimize girmiş olan “zürefa” sözcüğünün anlamı “kibarlar, nazikler”dir. Ne var ki biz bu sözcük yerine bir hayvanın adı olan “zürafa” sözcüğünü kullanarak büyük bir yanlış yapıyoruz. (Yeri gelmişken söz konusu atasözünün benzer örneklerini de vereyim: “Fukaranın düşkünü, beyaz giyer kış günü.” , “Eşkıyanın düşkünü, beyaz giyer kış günü.”) Aşağıdaki sözlerde de benzer yanlışlıklar var:

“Göz var, izan (1) var.” (“Göz var, nizam (2) var.” biçiminde yanlış kullanılıyor.)

***

Dilimizde yer alan bazı sözler özgün biçiminden farklı olarak kullanılmaya başlanmış ve benimsenerek yerleşik bir durum almıştır. “Eşek hoşaftan ne anlar?” atasözü buna tipik bir örnektir. Sözün aslı, “Eşek hoş laftan ne anlar?” biçimindedir. Toplum, bu sözün değişmiş biçimini benimseyerek kullanmaya başlamıştır. Sözün anlamında da rahatsız edici bir durum yoktur. “Hoşaf”ta da “hoş laf”ta da bir tatlılık vardır. Dolayısıyla “bilgisiz, görgüsüz kişilerin güzel şeylerin değerini bilememesi” anlamı ikisi içinde geçerlidir. Bu nedenle “Eşek hoşaftan ne anlar?” sözünü artık yanlış kullanılan bir söz gibi algılamak ve algılatmak yanlış olur. Üstelik söz, bu durumuyla Türk Dil Kurumu kaynaklarında yerini almıştır.

Aslından farklı kullanılan sözler, genelde içerisinde yabancı kökenli ve anlamı bilinmeyen sözcükler barındıranlardır. Aşağıdaki örnekleri bu açıdan inceleyelim:

“Su uyur, düşman uyumaz.” atasözünün aslı, “Sü uyur, düşman uyumaz.” biçimindedir. Halk, asker anlamına gelen “sü” sözcüğünü, yabancı kökenli olduğu ve anlamını bilmediği için kullanmamış; yerine benzer ses özelliği taşıyan “su”yu kullanmıştır. Dilimize böyle yerleşip Türk Dil Kurumu kaynaklarında yerini alan söz konusu atasözünü yanlış kabul etmek olanaksızdır.

“Sıfırı tüketmek” deyiminin özgün biçimi “zafiri tüketmek”tir. “Zafir” sözcüğü “soluk” anlamındadır. Halkça bilinmeyen bu sözcük de yerini “sıfır”a bırakmış ve dilimize bu biçimiyle yerleşerek kaynaklarımızda yerini almıştır. Artık bu deyimi özgün biçimiyle gündeme getirmenin bir anlamı kalmamıştır. Aşağıdaki örnekleri de bu açıdan değerlendirmek gerekir:

“Ane (3) gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz.” (özgün biçimi), “Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz.” (günümüzde kullanılan biçimi),

“Kısa kes, Aydın abası (4) olsun.” (özgün biçimi), “Kısa kes, Aydın havası olsun.” (günümüzde kullanılan biçimi),

“Hay’dan (5) gelen Hu’ya (6) gider (özgün biçimi), “Haydan gelen huya gider.” (günümüzde kullanılan biçimi),

Burada, yeri gelmişken yanlış kullanıldığı ileri sürülen ve sosyal medyada sıkça sözü edilen “elinin körü” deyiminden söz etmek istiyorum. Sosyal medyada, bu deyimin özgün biçiminin “elinin kûru” olduğu ileri sürülüyor; ardından da “kûr” sözcüğünün “mezar, gömüt” anlamına geldiği belirtiliyor. Oysa Farsça bir sözcük olan “kûr”un anlamı “kör”dür. “Mezar, gömüt” anlamına gelen sözcük “kûr” değil, “gûr”dur. Halkın “kûr” yerine yine Farsça kökenli olan, ancak dilimize yerleşmiş bulunan “kör” sözcüğünü kullanmasından daha doğal ne olabilir ki?... Bu nedenle “elinin körü” deyiminin kullanımı yanlış değil, doğrudur.

***

Dilimizde bir yandan özgün biçimiyle bir yandan da değişmiş biçimiyle kullanılan söz sayısı azdır. “İnce eleyip sık dokumak” ile “ince eğirip sık dokumak” bu tür sözlerdendir. Dikkat edecek olursanız günümüzde bu sözlerin ilk biçimi yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu durumu göz ardı edip de, “İnce eleyip sık dokumak” yanlış bir kullanımdır.” demek doğru olmaz. “Su küçüğün, söz büyüğün.” ile “Su küçüğün, sofra büyüğün.” sözleri de buna örnek gösterilebilir. (Söz konusu atasözünün özgün biçimi, “Sus küçüğün, söz büyüğün.” biçimindedir. Ancak günümüzde yaygın biçimde, “Su küçüğün söz büyüğün.” olarak kullanılmaktadır. Anlam olarak bakıldığında, “Sus küçüğün, söz büyüğün.” sözü bence çağımız koşullarına, özgürlük ve hoşgörü anlayışına ters düşmektedir.)

“Altı kaval, üstü şeşhane.” deyimi, günümüzde yaygın olarak “altı kaval, üstü şişhane.” biçiminde kullanılmaktadır. Sosyal medyada, bu kullanımın doğru olmadığı belirtilmektedir. Bu yanlış savdır. Çünkü Farsçada, “namlusunda altı yiv bulunan tüfek ya da top” anlamında “şeşhane, şeşane, sishane” sözcükleri kullanılmaktadır. Bunlardan “şişhane” halka daha sıcak geldiğinden olsa gerek, “Altı kaval, üstü şişhane.” biçimindeki kullanım yaygınlaşıp dile yerleşmiştir.

***

Görüldüğü gibi dilimizde yanlış kullanıldığı ileri sürülen sözlerden bazılarıyla ilgili görüşlerde haksızlıklar var. Dilin içinde bulunduğumuz koşullara ayak uydurması ve o çerçevede değişime uğraması olağan bir durumdur. Öyle olmasaydı dil nasıl gelişip güçlenirdi?...

Dipnotlar:

(1) izan: Anlayış, anlama yeteneği.

(2) nizam: Düzen, kural.

(3) Ane: Bağdat yakınlarındaki bir uçurumun adı olduğu ileri sürülüyor.

(4) aba: Yünün dövülmesiyle yapılan kalın ve kaba kumaş, bu kumaştan yapılmış yakasız ve uzun üstlük.

(5) Hay: Bütün varlıkların yaşam kaynağı, sonsuz ve gerçek yaşam sahibi anlamında Allah’ın en güzel adlarından biri.

(6) Hu: Allah (Allah adının kısaltılmış biçimi).

08.12.2017
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ