BİR EMEKLİ ÖĞRETMENDEN MESLEKTAŞLARINA ÖNERİLER

En küçük torunum 10 yaşında ve beşinci sınıfa gidiyor. 4+4 sistemine göre ortaokul birinci sınıf desek de olur. Onunla ilgilenirken yeniden öğretmenlik yıllarımı yaşamaya başladım. Ama ürkerek, kaygılanarak, üzülerek...

Yıllarını eğitime adamış bir emekli Türkçe öğretmeni olarak meslektaşlarıma birtakım önerilerim olacak. Aslında burada sunacağım öneriler, bir bakıma eğitim dünyamızın karşı karşıya kaldığı sorunlar olarak değerlendirilmelidir.

Torunum, büyük bir sınav heyecanı ve kaygısı yaşıyor. Deyim yerindeyse sınav zamanı yaklaştıkça gerim gerim geriliyor. Peki, neden? Çünkü okullarda öğretmenlerin çoğu, not vermeyi bir araç olarak değil de amaç olarak benimsiyor. Bu anlayış öğretmenlerce velilere de yansıtılıyor. Sonuçta öğrenciye temel hedef olarak iyi not alma gösteriliyor. Daha büyük yaştaki öğrencilerin bile bu hedef yüzünden bunalıma girdiği bir ortamda 10-11 yaşlarındaki çocukların durumunu bir düşününüz. Oysa öğretmen niçin sınav yapar? Yanıtı gayet açık. Öğrencilerin eksiklerini görüp bunları gidermek için. Peki, amaç buysa, bu notu ön plana çıkaran anlayış da neyin nesi? Tamam, öğrencilerin çalışmaları kuşkusuz ki notla değerlendirilecek. Ama bunu birincil görevmiş gibi algılamak da ne oluyor? Öğretmen böyle bir algılama içinde olunca veli de onu izliyor. Evde çocuğunun pestilini çıkarıyor. Bunun sonucunda okula gitmekten hoşlanmayan; en kara günü pazartesi, en mutlu günü de cuma olarak düşünen çocuklar çığ gibi büyüyor.

Öğretmen arkadaşlarımızın yaptığı bir başka yanlış, öğrencilere yoğun ödevler vermek. Bizim zamanımızda da böyle ödev veren arkadaşlarımız vardı. Türkçe dersi bizim zamanımızda haftada altı saatti. Biz bir metni bu altı saatte işlerdik. Bazı arkadaşlarımız, altı saatte işleyeceği konunun tümünü bir defada ödev olarak verirlerdi. Bazılarımız ne yapardık? Genellikle haftanın üç günü ikişer saat olarak programlanan dersimizi üçe bölerek ödev verirdik. Kısacası her iki saatlik ders işleyişine yönelik olurdu verdiğimiz ödevler. Ortaokulda yalnızca bir branştan öğretmen değil ki öğrencilere görev veren. Matematik, Fen Bilgisi, Sosyal Bilgiler öğretmenleri ve diğerleri de ödev veriyorlar. Nasıl kalksın çocuk bu yükün altından? Böyle yüklü ödevler vererek öğrencileri şişirme ödevler yapmaya yönlendirmiyor muyuz? Ne yapsın çocuk? Ödevlerini yetiştiremiyor ki?... Oysa beş-on dakikalık kısa ödevler versek de öğrenci; içinden söve söve ödev yapacağına, seve seve yapsa kötü mü olur? İnanın, ödevin dozu kaçtığında devreye veliler giriyor ve ödevleri onlar yapıyorlar. Amacına ulaşmayan bir ödev ne işe yarar ki?...

Öğretmen arkadaşlarımızın sınıfta bir tiyatro sanatçısı, güldürü ustası gibi olması bir başka önemli konu. Eğlendirerek öğretmek, en etkin yöntemlerden biridir. Kuşkusuz dersi sulandırmadan, ancak öğrencilerin zamanın nasıl geçtiğini fark edemeyecekleri bir ortam yaratmak gerek. Varsayalım bir tiyatroya gittiniz. Oyun öyle sıkıcı ki, “Ah bir bitse de çıksak!” diye geçiriyorsunuz içinizden. Oyun öyle eğlenceli ve izlenmeye değer ki, “Aaa, ne de çabuk bitti ya!” diye üzülüyorsunuz bu kez. İşte okulda işlenen ders de ikincisi gibi olmalı. Öğrenci zilin çalmasını değil, çalmamasını dilemeli. Bunu yaratacak olan da öğretmendir. Kalıplaşmış eğitim-öğretim yöntemlerinden kendini kurtaramamış bir öğretmen, hiçbir zaman öğrencinin ilgisini çekemez. Dolayısıyla öğrenciler de ondan gerekeni alamazlar.

Çağımızın öğretmeni, teknolojiyle barış olmalı ve onu en iyi biçimde kullanmalıdır. Özellikle mesleklerinde son yıllarını yaşayan öğretmenler, eğer kendilerini yenilememişlerse teknolojiyle pek barışık olamıyorlar. Öyle ki bu alanda öğrencilerinin gerisinde kalıyorlar. Bu durum öğretmenlerin sınıfta zor durumda kalmalarına, gelişen teknolojiyi kullanamadıkları için derslerini daha çekici kılmalarına engel oluyor. Dersleri görsel-işitsel yöntemlerle işlemenin öğrencileri ne denli etkilediğini unutmamak gerektiği kanısındayım. Öğretmenini teknolojiyi kullanma açısından kendisinden geride gören öğrenciler, derslerine gereken ilgiyi gösteremiyorlar.

Disiplin eğitimde önemli bir etkendir. Ancak baskıya değil, sevgiye dayalı bir disiplin anlayışı içinde olmalıdır öğretmen arkadaşlarımız. Sevgi, başarı için sihirli bir anahtardır. Siz bunu öğrencilerinize kazandırırsanız, karşılığını misliyle alırsınız. Seven, sevilir; sayan, sayılır. Sonuçta öğrenciler, sevdiklerinin her dediğini yaparlar. Koydukları kurallara, okulun düzenine uyarlar. Bağırıp çağırarak, hele şiddet uygulayarak dediklerini yaptırmak isteyenler amaçlarına hiçbir zaman ulaşamazlar.

Hoşgörü bir öğretmenin en temel özelliğidir. Çünkü öğrencilerimiz birer çocuktur. Çocuklar yanlış davranışlarda bulunabilirler. Bu doğaldır. Onlar her yönüyle dört dörtlükse bize ne gerek var? Bu nedenle yanlışın üstüne bir başka yanlışla gitmemek gerekir. Yanlışın anahtarı da sevgidir. Baskı, şiddet ve benzeri ilkel yöntemlerle yanlışları düzeltmek söz konusu değildir.

Öğretmen arkadaşlarımız, yıl içerisinde en az iki kez veli toplantısı yaparlar. Bu toplantılarda velilere çocuklarının okuldaki durumları hakkında bilgi verirler. Bu açıdan bakınca bu toplantılar amacına uygun gibi görünür. Ama işin ilginç bir başka yanı var: Devlet okullarında veliler, bazı öğretmenlerin tutum ve davranışlarından yakınsalar da bunu dile getiremezler. Çünkü öğretmenlerin çocuklarına farklı davranacakları kaygısı taşırlar. İşte bunu düşünmelidir öğretmen arkadaşlarımız. Velilere özgürce konuşma ve eleştirme ortamı sağlamalıdırlar. Bundan kimseye zarar gelmez. Hatta öğretmen, velinin nazarında daha da yücelir.

Veli toplantılarında tanık olduğum aksaklıklardan biri de bazı öğretmenlerin tüm velilerin önünde bazı öğrencileri göklere çıkarırcasına överken bazılarını da yerden yere vurmasıdır. Bu hem başarılı hem de başarısız öğrencilerin velileri için rahatsız edici bir durumdur. Bu nedenle bu tür öğrencilerin velileriyle özel görüşülmesi, sınıfta genel konuşmalar yapılması en uygun olanıdır.

Kuşkusuz birkaç sorunu gündeme getirmekle eğitimdeki aksaklıkları tümüyle gidermek olanaksızdır. Bu yazı, özellikle mesleklerinde yeni olan öğretmen arkadaşlarımıza ufak bir anımsatma olarak değerlendirilmelidir. Dilerim velilerimiz de bu yazıdan kendilerine pay çıkarıp çocuklarını bir yarış atı gibi yetiştirmekten, onları sürekli diğer öğrencilerle kıyaslamaktan kaçınırlar.

Unutmayalım ki çocuklarımız geleceğimizdir. Geleceğimizi yanlış yöntem ve uygulamalarla karartmayalım.

15.11.2018
OKUR YORUMLARI
ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
16.11.2018 14:23:00

Değerli Muhsin Hocam, Dublin de yaşayan ve ilkokulda okuyan küçük bir kızın telefon konuşmasını yazınıza yorum olarak iletiyorum. Sesli olarak dinlemek isteyen you tube da bulabilir.
- Merhaba orası yıkım şirketi mi?
- (Bayan sekreter) Evet Buyurun.
- Okulumu yıkmaya yardım eder misiniz lütfen?
- Bir saniye bekler misiniz?
- (Başka bir bayan) Halo! Hangi okula gidiyorsunuz?
- Dublin de bir ilkokula gidiyorum.
- Okulunu yıkmak istiyorsun öyle mi?
- Evet
- Yıkmak için büyük gülleler mi kullanıyorsunuz, nasıl yıkıyorsunuz?
- Çok büyük bir gülle kullanıyoruz.
- Bir saniye bekle lütfen.
- (Bir Erkek sesi) Halo!
- Nasılsın? Benim adım Becky.
- Evet.
- Sana bir teklifim var.
- Söyle bakalım.
- Yıkımları yapan sen misin?
- Evet.
- Patron sensin değil mi?
- Evet, planın nedir?
- Okulumu yıkmak konusunda bana yardımcı olmanı istiyorum.
- Havaya uçurmak mı istiyorsun?
- Havaya uçurabilir misin yoksa yıkacak mısın ?
- Sen hangisini istersen.
- Havaya uçursan daha iyi. Okulum yıkıldığında bütün öğretmenlerimin içinde olmasını sağlayabilir misin?
- Yalnız bu işten cezasız sıyrılabilir misin, emin değilim.
- Kimse sevmez onları.
- Cumaları bana fazladan ödev filan veriyorlar. Kimse sevmez onları. (Gülme sesleri)
- Nereden arıyorsun?
- Dublin’den.
- Dublin’den hangi okuldan?
- Yıkılmak üzere olan okuldan.
- Dublin’de yıkılmak üzere olan bir sürü okul var.
- Peki, okulu yerle bir etmek bana kaça mal olur?
- Okulun büyüklüğüne bağlı.
- Üç aşağı beş yukarı bir şey söyle. (Kahkaha sesleri- üç aşağı beş yukarı bir şey söyle dedi ya)
- Orası yıkım şirketimi yoksa espri fabrikası mı?
- Şu anda espri fabrikası.
- Bana bak, okulumu yıkacak mısınız, yıkmayacak mısınız?
- Okulun bir fotoğrafını veya planının bana fakslayabilir misin?
- Olur, okulun planının ve öğretmenlerin isimlerini sana fakslarım.
- Tamamdır,
- Sende okulu yıktığında hepsinin binada olduğundan emin ol.
- Sen bana bütün isimleri gönder, ben sana her öğretmen için ayrı ayrı haber vereceğim.
- Harika.
- Okul yıkılırken üyük bir gürültüyle çökecek mi yoksa patlayacak mı?
- Büyük bir patlama yaratacak.
- Kulağa hoş geliyor. Dinle daha sonra yine görüşürüz patron.
- İyi şanslar çılgın kız.
- Hadi bakalım kolay gelsin.
- Sağol, iyi şanslar.
- Görüşürüz. (Telefon kapanma sesi)

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ