AH O ESKİ RAMAZAN BAYRAMLARI

Şimdilerde hiçbir şeyin eski tadı yok. Bizim kuşak her şeyi doğal olarak yaşadı. Bunların başında da çocukluk günlerimiz geliyor. Özellikle çocukluğumuzda yaşadığımız o coşkulu bayram günleri belleğimden hiç gitmiyor. Bunlardan biri de kuşkusuz Ramazan Bayramı’ydı.
Günümüzdeki Ramazan Bayramlarının çocuklar üzerindeki etkisini gözlemlediğimde, kendi çocukluğumdaki heyecanı, mutluluğu göremiyorum artık. Evet, bir heyecan, bir mutluluk var; ama eskisiyle kıyaslanamayacak ölçüde yaşanıyor.
Çocukluğumda Ramazan Bayramı’nı iple çekerdim. Bu benim dönemimdeki tüm çocuklar için geçerli bir özlemdi. Daha Ramazan’ın ilk günlerinde “tekne orucu” tutmaya başlarken bayram özlemiyle yanar tutuşurdum. Bilirsiniz; tekne orucu, çocukları oruç tutmaya özendirmek için uygulanan bir yöntemdir. Gece sahura kalkan ya da kaldırılan çocuk; orucun anlam ve önemini anlaması, oruca alışması ve irade eğitimi kazanması için yarım gün oruç tutmaya yönlendirilir. Güzel bir gelenektir bu.
Dedim ya, eskiden her şey çok doğal ve güzeldi. Çocukluk günlerimde anne ve babamla, büyüklerimle sahura kalkar; anacığımın kendi elleriyle yaptığı o güzelim peksimetleri yer; büyüklerim ne yaparlarsa taklit eder, sonra da uykuya dalardım. Ertesi gün öğleye dek büyük bir azimle aç durur, öğleyin de orucumu açardım. Yarım gün de olsa, verdiğim sözü yerine getirmenin mutluluğunu yaşardım. Ne kadar dayanabilirsem o kadar gün sürerdi tekne orucum. Dolayısıyla böyle bir sorumluluğu yerine getirmek, Ramazan Bayramı’nı da çok anlamlı kılıyordu. Kendimi bayrama hazır hissediyor ve daha önce de belirttiğim gibi iple çekiyordum bayramın başlangıç gününü.
Ramazan Bayramı hazırlıkları birkaç gün öncesinden başlardı. Annem baklava, börek yapar; bununla yetinmez kurabiye, poğaça da hazırlardı. Annem ve babam, beni ve kardeşlerimi yanlarına alıp çarşıya çıkar; bizleri tepeden tırnağa donatırlardı. Ailenin en küçük çocuğu ben olduğum için biraz torpilliydim. Ne istersem alırlardı bana. Bayram günü için bir de bez torbam vardı. El öpüp aldığım şekerleri, hediyeleri ona koyardım.
Bayramdan önceki gece uyumak ne mümkün! Heyecandan, coşkudan, sevinçten gözüme uyku girmezdi ki… Sabahı zor ederdim. Bir an önce kahvaltı edip bayramlaşmaktan başka düşüncem olmazdı. Çocukluk işte. Büyüklerimin elini öpüp alacağım para, şeker ve benzeri hediyelerin özlemiyle yerimde duramazdım. Kuşkusuz önce anne ve babamın elini öperdim. Onlardan beklentim para olurdu.
Genelde ana babalar ve yakın akrabalar, el öpünce para verirlerdi. Konu komşu ise şeker verirdi. Onlardan para verenler olunca sevincim bir kat daha artardı.
Söz Ramazan’dan açılmışken ufak bir anımı da anlatayım: Yakın komşumuz bir Mürüvvet Hanım vardı. Yaşlıydı. Mürüvvet Teyze, derdik ona. Çocukları sevindirmeyi çok sever, elini öpenlere para verirdi. Belli bir para ayırıyor olmalıydı ki ilk giden çocuklara para verir, sonrakilere şeker ikram ederdi. “Ipıl” adında bir köpeği vardı Mürüvvet Teyze’nin. Bağlı olmadığı zamanlar onu aşmak biraz zor olurdu. Bağlı olsa da ondan tüm çocuklar korkardı. Çünkü bir yabancı gördü mü hemen hareketlenir, havlamaya başlardı. Zincirini kırar da saldırırsa diye korkardık. Ben Ipıl’la arkadaş olmanın yolunu bulmuştum. Bayramdan bir hafta öncesi Ipıl’a çeşitli yiyecekler vermeye başlar, onunla bir dostluk kurardım. Para alabilmek için bayram sabahı erkenden Mürüvvet Teyze’nin kapısına dayanır, Ipıl’ın hiçbir tepkisine uğramadan kadıncağızın elini öper, verdiği parayı torbama atardım. Keyfime diyecek olmazdı o zaman.
Anne babamız dışındaki yakınlarımız, genelde “iki buçuk kuruş” verirlerdi. Diğer adı da “yüz para”ydı. (Eskiler bilirler 1 kuruş 40 para idi.) Ortası delik, sarı renkli bir paraydı bu. Ama onunla iki cebimizi dolduracak kadar kırık leblebi alabilirdik. Pek öyle yabana atılır para da değildi hani. Şimdiki durumu düşününce o zamanlar paramız gerçekten değerliymiş.
Bayramdaki konu komşu gezmeleri bitip eve dönünce torbamı bir tepsiye döker; paraları, şekerleri, varsa diğer armağanları gözden geçirirdim. Para olarak toplanan gelir çok önemliydi. Bir çocuk için en güzel şey, kendine ait paraları dilediği gibi harcayabilmekti. Bu konuda özgürdük çünkü. Topladıklarımın hepsini kullanmasam da büyük bir bölümünü daha ilk gün harcardım. Ne mi yapardım o paralarla? Cam bilyeler, topaç alırdım. Sinemaya giderdim. Ceplerimi yemişle doldururdum. Beni mutlu eden ne varsa ona yatırırdım paramı.
Teknoloji şimdiki düzeyde değildi, daha doğrusu yok denecek durumdaydı çocukluğumuzda. Telefon, televizyon gibi iletişim araçları yoktu. Biz, sıcak arkadaşlıklarımızla sürdürürdük yaşamımızı. Evimizin önünde kaygısızca, korkusuzca oynar, toprakla haşır neşir olur, birbirimizle doyasıya söyleşirdik. Dolayısıyla arkadaşlıklarımızın tadı bambaşkaydı. Bu açıdan bakınca, günümüz çocukları için çok ama çok üzülüyorum. Ellerinde birer cep telefonu, gömmüşler kafalarını telefona, elleri telefonun tuşlarında, sokakta, minibüste, otobüste yazışıp duruyorlar. Bayramlaşmaları da böyle oluyor. Her şey uzaktan, her şey doğallıktan ırak. Kuru bir bayram iletisiyle savuşturuyorlar bayramlaşmayı.
Diyeceksiniz ki, “Şimdi de çocuklar sahura kalkıp tekne orucu tutuyor ve bunun heyecanını, mutluluğunu yaşıyorlar. Bayram öncesi birbirinden güzel giysiler alıp onları sevindiriyoruz. Onlara bayramda harçlık veriyoruz.” Doğru, doğru ama; ben çocuklarımızın gözlerinde bizim çocukluğumuzdaki ışıltıyı göremiyorum. Belki küçük kentlerde, köylerde çocukluğumuzdakine yakın bir yaşantı gözlemleniyor olabilir. Ancak, büyük kentlerde o eski Ramazan Bayramı coşkusunu, heyecanını yaşayamıyor çocuklar. Ben; bunu, kentlerin giderek kalabalıklaşmasına, apartman yaşamına, konu komşu ilişkilerinin zayıflamasına, gelişen teknolojinin bazı değerleri yozlaştırmasına bağlıyorum.
Her Ramazan Bayramı’nda; çocukluğumda sahura kalkmanın heyecanını, mutluluğunu; tuttuğum tekne orucunun tadını, minarenin şerefesinde döne döne ezan okuyan müezzinin o doğal ve tatlı sesini, elini öptüğüm büyüklerimin verdiği para, şeker ve benzeri hediyeleri, tadına doyamadığım kırık leblebiyi, aldığım cam bilyeleri, topacı, gittiğim Büyük Sinema’yı ... anımsıyor ve o günlerin özlemiyle derin bir iç geçirip, “Ah o eski Ramazan Bayramları!” diyorum.

13.06.2018
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ