Kadriye ŞAHİN

YANKI

YOZGAT LİSESİ (1978/1981) SİNEMA KEYFİ ve SIRA DAYAĞI (Bölüm:9)



Eskiden öğrenci olup da, dayak yemeyen var mı?
Yoktur.!
Çünkü, öğretmenin vurduğu yerde gül biter. Bu düşünceyle, bizim öğrencilik yıllarımızda, dayak atan öğretmenden kimse şikayetçi olmazdı.
Okul Müdürümüz, Şükrü TONOZ, şöyle derdi; (Allah Rahmet eylesin)
"Benden sopa yiyen, kendini şanslı saysın. Kime vurduysam, okuyup adam oldu."

Her ne kadar, okul faaliyetleri düzenleyerek; dağılmış öğrenci psikolojisini sınıf hocamız, öz verileriyle derleyip, toparlanmaya çalışsa da, haytalık ve yaramazlık yapmaktan geri kalmayan arkadaşlarımız sayesinde, dayaktan da payımıza düşeni alıyorduk. Aslında bu sefer, sınıf hocamızın sayesinde, bir kısmımız dayaktan kurtulamamıştık.

Bahar gelmiş, kar yorganını sıyırmaya başlamıştı. Dışarısı cıvıl cıvıl. Güneşin pırıl pırıl parladığı bir gün. Öğle arasında kantine inmek için arkadaşlar ile koridorda yürürken;
Yanımdaki arkadaşım Selma Şengünlü, gülümseyerek koridorun köşesini işaret edip;

"Şu bizim Murat değil mi? Bunlar yine, bir şeyin peşindeler" dedi.

Aynı yöne baktığımda; tam koridorun ortasında, duvara sırtını yaslayıp, toz toprak demeden, bağdaş kurmuş. Önüne şapkasını koymuş. Gelip geçen, öğrenci arkadaşlar, önündeki şapkaya bozuk para atıyor. Yanına yaklaşıp;

"Tiyatroyu koridora mı taşıdınız?" dedim.

Yanında bekleyen Atilla, Mikail; biraz ciddi, biraz şakayla karışık, "paramız kalmadı. Bizde, böyle bir çare bulduk" dediler.

Şaka mahiyetinde oynadıkları oyuna, katkım olsun diye; o gün, annemin alış veriş yapmam için verdiği yüz lirayı, önündeki şapkanın içine bıraktım. Yanlarından ayrılıp, kantin merdivenlerini inerken. Selma yine gülümseyerek;

"O kadar parayı verdin. Ya ciddi sanıp harcarlarsa" dedi.

"Sanmıyorum. Şakasına yapıyorlardır. Oyun oynayacak kimseyi bulamadılar galiba? Şimdilik toplasınlar bakalım. Hasılat ne kadar olacak" deyip;

Kantinden alacaklarımızı alıp, biraz bahçede oyalanıp, ders zili çalınca sınıfımıza döndük. Öğle sonu, ilk dersimiz biyoloji. Hocamız, Mümtaz KAYAOĞLU Beyefendi.

O gün, sıra arkadaşım Hatice Erdem nöbetçi. Şaziye Güngör, Selma Şengünlü, Serpil Gürkan ile sınıfta derse hazırlanıyoruz. Fakat, sınıfta bir kaç erkek arkadaştan başka kimse yok... Bizim kız arkadaşların bir kısmı da, ortalarda görünmüyor...
Velhasılı;
Bu sınıf neden boş? Demeye kalmadı. Bir sinema muhabbeti başladı. Meğer, o gün bayanların sinema günüymüş. Bizim okulun kızları sinemaya gitmişler. Erkekler de, "kızlar gidiyor. Bizde gidelim. Kızlara, laf- söz atan olmasın." Diye, parayı bunun için toplamışlar. Çok mantıklı olmasa da, o an duyduklarımız bu kadar.

Daha olayı tam tekmil çözmeden, öğretmenler zili çaldı. Dersin dakikasını kaçırmayan hocamız sınıfa geldi. Baktı, sınıf boş... Sınıf başkanı bile yok.

"Nerede arkadaşlarınız?" Dedi.
Ben, anlatmaya çalıştım.

"Galiba sinemaya gitmişler"
der demez...
Mümtaz KAYAOĞLU hocamız; sinirlenip, anında sınıfı terk etti.

Sanırım, Mümtaz KAYAOĞLU Beyefendinin şikayeti üzerine, biraz sonra sınıf hocamız Cemil KILIÇARSLAN Beyefendi geldi. Sınıfa göz attı.
Anlaşılan o ki;
Ders yapacak öğrenci göremedi. Yoklama fişini aldı. Sınıfta bulunan dört, beş kız arkadaşa dönerek;

"Hanım kızlar; bu gün, çok güzel bir film var. Burada öğreneceğiniz dersten daha önemli. Sizde sinemaya gidebilirsiniz. Bu filimi kaçırmayın." Dedi.

Ben, biraz tereddüt edince, diğer arkadaşlarda gitmek istemedi. O güne kadar, alimizden habersiz hiç bir yere gitmediğimiz için, haber verme imkanı da olmadığından cesaret edemiyorduk. Hocamız inatla gitmemiz için ısrar ederek, "paranız yoksa ben vereyim" diye, elimize on beş lira kadar para verip, yoklama fişini ve sınıf defterini alarak sınıftan çıktı.

O an, sınıfta bulunan beş-altı kız arkadaş, okuldan ayrılıp düştük sinema yollarına. Hepimizin içinde, biraz korku, biraz pişmanlık olsa da, ara sokaklardan yürüyüp, kimse görüp laf etmesin, çarşı içinde ailelerimizden birine rastlamayalım diye. Etrafı kolaçan ederek, sinemaya kendimizi attık. Film başlamıştı. Lâkin, o gün bizi okulda bilen ailelerimizi aldatmanın utancı içinde, güveni sarsmanın korkusu bilincinde;
Türkan Şoray'ın "açlık" filmini ürkerek, korkarak seyrettik.

Hocamızın dediği gibi; bu film bizi etkilemiş, emeğin, ekmeğin değerini öğretmişti. Sofrada ki beğenmediğimiz yemeklerden, bayat diye yemediğimiz ekmeklerden, o sinema çıkışında pişmanlık duymuştuk.

Sinemanın dağılma saati, okul çıkış saatimize denk geldiği için, kimse nereden geldiğimizi fark etmemiş fakat, annem bendeki değişimi anlamıştı. O gün, evde pişen, hiç yemediğim pırasa yemeğini kendi ellerimle tabağıma bölüp, büyük bir iştahla, ekmeklerin taze olup olmadığına bakmadan, vır vır , dır dır etmeden tüm kırıntıları parmağımla toplayarak yediğimi görünce "sen bu gün aç mı kaldın? demişti.

Ertesi gün, okula döndüğümüzde; bizim sınıfın dilenerek para toplayan arkadaşları, benim verdiğim parayı iade etmişler. Ancak; bir gün önceki gün boyu kayboluşlarından bahsetmemişlerdi. Sinema dönüşünün ertesi günü üçüncü ve dördüncü saatler yine biyoloji dersi. Hepimizin en iyi hazırlandığı bu derste, kitaplarımız, defterlerimiz açılmış, kalemlerimiz tıraşlanmış şekilde hazır ve nazır; hem korktuğumuz, çekindiğimiz, en disiplinli... Hem de, çok sevdiğimiz hocamızı bekliyoruz.

Öğretmenler zili çalar çalmaz sınıfta yerini alan, dersin her saniyesini doldurmaya çalışan, sınıfta kıpırtıya dahi izin vermeyen, sınıf hakimiyetini sadece bakışlarıyla sağlayan... Uzun boylu, şık giyimli, her sözüyle ciddiyetini koruyan, tek ideali öğrencisini geleceğe hazırlamak olan, sınıfın haytalarının bile ciddi, ciddi dinlediği; bizden sakladığı tebessümlerinde, bize olan sevgisini gizlemeyi beceren hocamız, sınıfta yerini almıştı.

O gün, selam vermeden, sınıf listesini kontrol edip, yoklama fişini doldurup, sınıfa dönerek;
"Dün, bu sınıf neden boştu?" diye sordu.

Kimseden ses çıkmayınca...

Her konuda sınıfı müdafaa eden, sınıfın sözcüsü konumundaki ben, ayağa kalkıp;
Sınıf hocamızın izniyle sinemaya gitme güvencesine dayanarak. Seyrettiğimiz filmin önemini, bizi nasıl etkilediğini anlatmak için; heyecanlı heyecanlı söze başladım.

Çok güzel bir film vardı. Sinemaya gittik" dedim.
Daha sözün gerisini dinlemeden;

"Öylemi? Şimdi de git Şükrü TONOZ'un (Okul müdürü) odasından bir sopa getir" dedi.

Müdür beyin odasına gidip, hocamız sopa istiyor dediğimde;
karşısında konuşurken titrediğimiz, sert görünümlü, ne zaman nasıl tepki alacağımızı bilemediğimiz müdür bey gülümseyerek;

"Şu, köşede duranı al" diyerek;
Tek duran sopayı eliyle işaret etti..

Elimde sopayla sınıfa dönerken, korkutma amaçlı istediğini düşünüyordum. Çünkü bu sopayla vurmak bir yana; hafif şekilde değse, değdiği yer, asla iflah olmaz.

Elimdeki kalın sopayı biyoloji hocamız Mümtaz KAYAOĞLU'na teslim ettim. Sırama döndüm. Sopayı elinde evirdi çevirdi. Çatlak, kırık var mı diye, kontrol etti. Sonra, ilk sıradaki kızlardan başladı.

Elini sopanın altına uzatan, bir daha çekecek gücü bulamıyor. Sınıfın içini sessiz inlemeler dolduruyordu. Herkese bir vurdu, pir vurdu.

Sıra bana gelince; tam vuracağı anda elimi çektiğim için, kalın sopanın kenarı tırnağıma isabet etmiş olacak ki, işaret parmağımdaki tırnağımın kırıldığını sonra fark ettim. sanırım; O gün, sınıfta bulunduğum halde, geri kalan kızları da peşime takıp, sinemaya götüren ben olduğum için, beni iki kat cezalandırdı. Kırılan tırnaklı parmağım, ikinci değnek darbesinin ardından uyuştuğu için, acıdığını hissetmemiştim.

Sopa faslından sonra, sınıf içinde duyulan sessiz ağlama, iç çekişlere aldırmadan, kırmızı pancar kadar kızaran yüzümüze dönerek;
"Bu gün, derslerinizi bırakıp giderseniz, hayat da, bir gün sizi bırakır. O filmde seyrettiğiniz "açlık" gelip, ensenize yapışır." Diyerek;

Başımızın belası Gregor Mendel'in bezelyelerini anlatmaya başladı.

Sinema suçumuzu saklamak amacıyla, şişen parmağımı kimseye gösterip tedavi ettirmediğim için; o günün anısı, sürekli sızlayan ve hafif eğri tutmuş bir parmak, elimde hatıra olarak kaldı.

Kadriye ŞAHİN


DEVAM EDECEK

SINIF BAŞKANI CENGİZ'DEN SİNEMAYA KAÇIŞ GERÇEĞİ

O gün, biyoloji dersinde tüm sınıf sıra dayağı yedi. Fakat, işin gerçeğini; sınıfın neden o kadar boşaldığını, kızlar sinemaya gittiyse, erkekler nereye gitti? Diye, kimse sormadı. Sıra dayağının acısı, işin gerçeğini araştırma mecali bırakmadı.

Bu gerçeği otuz yedi yıl sonra anlatmak istiyorum.

Yeni okuldayız. Sarıtopraklık mevkinde. Evlerin köşesinde, okulun tam karşısında, küçük bir bakkal var. Öğrenciler alış veriş yaptığı için, paket ürünleri açarak, tek satarlardı. Sınıf arkadaşım Cemil ile, o bakkaldan alacağımızı aldık. Öğle tatilinde, okulun aşağılarında bir çukura oturup, kaç tane dumanlandık hatırlamıyorum.

Sonra kalkıp okula doğru yürürken; bizim sınıfın kızları, kıvırcık Zehra, Rahmetlik Sevgi, daha bir kaç kız arkadaşı, kol kola girmiş. Çarşı yönüne doğru giderlerken gördüm.. Zehra'ya seslendim. Yanıma geldi.

"Nereye gidiyorsunuz? Biyoloji dersi var" dedim. Zehra;

"Sinemaya gidiyoruz. Bu gün, sinema kadınlar günüymüş. Çok da güzel bir film varmış" dedi.

"Siz gidin. Bende Şükrü TONOZ'a söylerim" dedim.

Zehra, yanıma yaklaştı.

"Sizin üstünüz kokuyor. Kokunuz mahalleyi sarmış. Bende sizin suçunuzu söylerim" deyince;

"Aman Zehra, ben sizi görmedim. Sizde beni görmediniz. Nereye giderseniz gidin" dedim.

Yanımda arkadaşım Cemil ile okula doğru yürürken, Mümtaz hoca geldi aklıma. "Oğlum, bu kızlar kokuyu dışarıda aldıysa, Mümtaz hoca, sınıfta daha çabuk alır. Zaten hoca sınıfta gezerken bizi kokluyor. En iyisi biz, derse girmeyelim" dedim.
Cemil;
"Devamsızlık çok. Nasıl girmeyeceksin? Olmaz" dedi.

O anda aklıma geleni söyledim." O zaman tüm sınıfı dağıtalım. Ders işlenmesin" dedim. Konuşarak okul bahçesine geldik.

Bizim sınıftan bir kaç erkek arkadaşı yanıma çağırıp;

" Bu gün, bayanlara ve erkeklere, bir arada sinema varmış. Şükrü Tonoz, izin vermiş. Film güzel. Öğrenciler kaçırmasın. Hep beraber gidip seyretsinler demiş. Kızlar toplanıp sinemaya gittiler. Bizde size haber vermek için döndük" dedim.

Arkadaşlar sevindiler. Lâkin, ceplerini yokladılar para yok. Baktım gitmeyecekler. Hemen, Murat Çakmak'ın şapkayı çıkarıp yere attım. "Otur başına. Para atan olur" demeye kalmadı. Bizim sınıftan Kadriye Hızır gibi yetişip, şapkaya yüz lira bıraktı. Parayı kaptığımız gibi sinemanın yolunu tuttuk. Fakat, o gün sadece kadınlara sinema var, erkeklere sinema yoktu. Okul, çarşıya çok uzak. Geri dönemeyecekleri için, çarşıya inince arkadaşlar "yanlış anlaşılmış" diyerek dağıldılar.

O gün, sınıfta kalan arkadaşları da; sınıf hocamız Cemil Bey, benim ortaya attığım yalanı, başkasından duyunca, gerçek zannederek. "Nasıl olsa, idare göndermiş, sizde gidin" diye, sınıfta kalan kız arkadaşlara para verip, kendisi göndermiş.

Sinema yüzünden sınıf boşaltma olayı, sınıf arkadaşım Cemil ile benim, Mümtaz Bey hocamızdan korktuğumuz için, planlı hazırlanmış bir olayıdır. Mümtaz Hocamız, Kadriye arkadaşımızı iki kat cezalandırdı. Çünkü, erkeklere para verip, sinemaya gönderdi diye duymuş. Halbuki, arkadaşımız sadece şaka olsun diye şapkaya para atmıştı. Parayı alıp, nereye gidildiğinden haberi yoktu.

Tüm sınıf dayak yemiş olsa da; Cemil ile ben Mümtaz Hocanın elinden, idarenin disiplin cezasından kurtulmuştuk.

O zamanlar; Hep beraber güldük. Hep beraber ağladık. Kırk yıl sonra da olsa. Bir birimizi bulup, aynı sınıfı yine kurduk.

Cengiz GENÇOL
6 Ed/ D Sınıf Başkanı

01.05.2018
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ