Kadriye ŞAHİN

YANKI

YOZGAT LİSESİ (1978/1981) (OKUL YOLLARINDA) BÖLÜM 3



Yılların yorgunluğunu bırakıp, bu caddenin koynuna. Hatıralar canlanırken ömrümüzün bahar kokulu dallarında. Bir hasret uyanır, okul yollarına...
Yine, hatıralar taşısa bu yollara. Taşınsak geçmişimize. Geçmişin ince cılız kollarında...

Diyerek, taşınırken (2. bölüm Lise Caddesi)nden okul yollarına;

Otursak sıralarda yan yana...
Sevgi, Şaziye, Gülizar, Selma'yla...
Zehra, Rahime, Serpil bir arada. Gün boyu bir birimizden ayrılmadan. Okul çıkışı,
Lise Caddesinde... Yine yürüsek kol kola.
Sonra;
Gönülsüz ayrılırken, sesiz akşamların hüznü çökse bakışlarımıza.
Teselli etsek bir birimizi, gün dağılırken akşam sularında.
"Görüşürüz.!
Yarın sabahın ilk ışıklarında...
Tek adresimiz olan. Okul yolunda...
Yine defalarca dönüp arkamıza bakarak. Son defa el sallayıp, istemsiz ayrılarak.
Kaybolsak;
Avlu duvarlarından, ceviz yaprakları sarkan. Eflatun, erguvan kokan mahallenin dar sokaklarında.
Yürürken;
Yozgat'ın ince, cılız kollara ayrılan; tozlu, dik yokuşlu, çocuk sesleriyle dolu yollarında.
Sırasöğüt deresinde, akan suyu seyredip, suya uzanan söğütlerden koparıp, derenin en derin yerine fırlatsak. Yaklaşan akşamı hatırlatsak, derede yüzen ördeklere, paytak kazlara...
Bir horozun zamansız ötüşü, beyaz leyleklerin gökte süzülüşü ile "akşam sefaları" uyanmakta kararsız kalsa. Toprak kokulu evlerin, tahta parmaklı balkonlarında...
O günün geçmişinde dolaşırken; ellerimizde sararmış umutları fark etsek.
Yine, tutsak tutsak terlese avuçlarımızda...

O zamanlarda...
Biz, birimizin umudunu hepimiz için taşırken sol yanımızda...
Üç mevsimi soğuk, kar kokulu şehrin okul yolunda.
Yine sarılarak ısınsak. Bir birimize emanet ettiğimiz umutlarımıza.
Bu gaye içinde ki, o zamanlar da.
Çantamıza yerleştirip o umutları;
Yola koyulsak. Sabahın ilk ışıklarında.

Kimimiz mandolin öğrenme hevesini , kimimiz yabancı dil derdini.
Kimileri için yine taşısak; fen, fizik, matematik pergellerini...
Kimisinin ele, avuca sığmayan; gökyüzündeki bulutlarda asılı hayallerini...
O zamanlar;
Gelecek için, uzanıp koparmaktı amacımız, toz pembe bulutlarda saklanan geleceğin, birlik beraberliğe hasret kalmış günlerini.
Tarih köprüsünden geçip; tüm, geçmişi taşımaktı. Gelecek nesillere doğacak, ırksız güneşleri...
Silinmeli idi, tüm ülkelerin çizilmiş kırmızı çizgileri.
Önce ufkumuzu açıp, aşmalıydık. Nohutlu tepesinin zirvesini. Hem de, çamlığın en gerisini...
İşte bu yüzden;
Emellerimize dokundurmadan, siyasetin kirli elini.
O günlerde gizleyip kilitlediğimiz, okul çantamızın en dip köşesini...
Bu gün taşırken o günlerin özlemlerini.
O şehrin sokaklarında dolaşıp, döke bilsek elimizdeki çantanın içini.

Yine, görebilsek atalarımızdan bizde emanet kalmış ülkenin geleceğini...
Dokunmamıştı hani, dostluklarımıza, o günlerin siyaseti.
Lakin; pörsüyüp boynu bükülmüş. Bulamamıştı o zamanlar. Çatlamış toprakta boy atıp, dal sürüp, yeşerecek zemini...
Özlemin göz yaşlarıyla ıslatıp, hatırlarken o günün bize ait cennet köşesini.
Gülümsete bilsek, boynu bükük menekşeleri, susuz kalmış gülleri...!

O hatıralarda bulabilsek;
Tozlu duvarlarında aslı kalan geleceğimizin, geçmişte kalan çizgilerini.!
Ve o günkü halini anımsayarak Yozgat'ın Lisesini.!
En ihtişamlı gizemiyle süslese yine sohbetlerimizi.
Kim bilir?
Ne çok sevmiş, ne çok özlemişiz. Her dersin sonunu belirleyen zil sesini.
Ve muhabbetin doyulmaz'lığında dolaşsak o zamanlar bizim olan, sonra sürgün edildiğimiz cennetimizi.


Kadriye ŞAHİN

DEVAM EDECEK


OKUL YOLLARINI KAPSAYAN SOHBETLERİMİZDEN, O YILLARDA YAŞANMIŞ ANILAR

Bahar aylarından çok güzel bir gündü. Lise 1. sınıf öğrencisi olduğumuz bir dönemde...

Öğle saatlerinde; bir birimizden hiç ayrılmayan, yirmi dört saati bir arada geçirdiğimiz kuzenimle okula gidiyoruz. Bu kuzenimle aynı okuldayız, aynı sınıfta, aynı sırada oturuyoruz. Bu yüzden, okul dahil her yere beraber gider geliriz. hemen hemen hiç ayrılmayız. Çok iyi anlaştığım bu kuzenimin bir huyu var ki, beni de zor durumda bırakırdı. Bu huyundan da asla vazgeçmiyordu. Okula giderken düz yolu tercih etmez. Sokak aralarından, bahçelerden geçer. Ara sokaklarda oturan kadınlarla muhabbet eder. Kiminin dantelini beğenmez, kiminin kanifiçesine renk uydurur. Göresin ki milletin çeyizi bundan sorulur. Girdiği her bahçeden de, ne bulsa izin alır cebine doldurur. Bu yüzden sürekli ilk derse gecikmiş olarak; ya azar işitir, veya müdür yardımcısından geç fişi almak zorunda kalırdık.

O gün, yine; Yenicami Mahallesinde Yancıoğulları'nın bahçenin önünden geçiyoruz. Benim kuzen, yanımdan ayrılıp, Yancıoğulların avlu duvarına tırmanmaya başladı. Saate baktım. Ders ziline on dakika kalmış. Yine derse geç kalacağımızı söylesem de, aldırmadan duvara tırmandı. Yeni açmış olan erguvanları tam toplamak için elini uzattı ki;

Duvarın arka tarafından siyah bir köpek, üzerine atladı. Kendini çekmek isterken duvardan aşağı düştü. Acelece ayağa kalktı. Bahçe içindeki köpeğe bir- iki taş fırlatıp, düşerken tutunma esnasında sarkan erguvan dallarını kırıp bir demet aldı.

Ben söyleniyorum. "Ne yapacaksın çiçekleri. Zaten okula geç kaldık. İlk ders edebiyat. Muzaffer Hoca, bu sefer derse almaz. Fahri Taş, geç kağıdı yazmaz. Hem evden geç çıkıyorsun. Hem sağa sola saldırıyorsun." Senin yüzünden sürekli azar işitiyoruz.!"

Söylene, söylene okula girerken, hiç sesini çıkarmadı. Sadece, okulun ilaç dolabından elindeki çiziklere tentürdiyot sürdü.

Ders yarı olmuş, tam sınıfın kapısı önüne geldik. Sınıfa girince başımıza geleceklerden korkarak geride duruyordum. Kendisi, gayet rahat. Yavaşça kapıyı tıkladı. Birazcık araladı.

Hoca, kürsüde ders anlatıyor. Bizim kuzenin kapı aralığından uzanan başına bakarak, biraz surat astı. Saatine baktı. "Ders bitecek. Yok yazdım. Git geç kağıdı getir" diyecekti ki..

Bizim kuzen, sınıfa dalarak: arkasında sakladığı bir tutam erguvanı kürsüye bırakıp. "Hocam sizin için çiçek toplamak istedim. Tam bu sırada köpek elimi ısırdı. Tedavi için eczaneye uğradım. Bu yüzden geciktik" dedi. Hocanın yüzü değişmiş, tebessüm ederek çiçeklere bakıyordu ki. Dışarıda korkuyla beklerken, benim elimden tutup içeri çekti. Palas pandıras sıranın içine itip yanıma oturdu.

Hoca geç kalma mevzunu çoktan unutmuş, mis gibi sınıfı kokutan çiçekleri de bırakmış, bizim kuzenin düşerken çizilen yaralarına bakıyor, üstüne üstlük üzülüyordu.

Teneffüs arasında, " bu günde kurtulduk Fahri Taş'a hesap vermekten. Hem hoca beni de fark etmedi." Dediğimde.

Kuzenim Kadriye; "Biz zaten gecikmiştik. O çiçekleri, Edebiyat Hocası Muzaffer Akkuş, Fahri Taş'a, bizi gönderecek fırsat bulamasın diye topladım. "Durup dururken; Duvara tırmanasım, çalıya dolanasım, köpeğe dalaşasım" gelmedi.." Dedi.
HANİFE ERCİYAS/ M.E.M de Memur
ANKARA


Kış günlerden bir gündü. Hava çok soğumuş. Göz gözü görmüyordu. Yeni okul, hem uzak, hemde kız öğrencilerin yalnız gidip geleceği, dekin bir yol değildi. Havalar soğuk olunca sokaklarda ve okul boyu yollarda kimseler görünmezdi. O gün, belediye bir otobüs göndermiş, öğrencileri şehir içine taşımasını istemişti. Lakin, otobüs kara saplanmış, geldiği yoldan dönememiş, tekrar arabadan inip; evlerimize yürüyerek gitmek zorunda kalmıştık.

O gün, öyle fırtına vardı ki. Yolda yürüyemiyor. Savruluyor, üzerimizdeki mantolara bile sarılmamız mümkün olmuyordu. Sınıf arkadaşımız Atila Ersoy'un evi yakın olduğu için, sarınacak kalın örtüler getirmişti. Sonra, bizi yalnız bırakmamak için; yol boyu evlerimize kadar, Murat, Mikail, Atila geriden yürüyüp bize eşlik etmişlerdi. Bizi her zaman koruyup gözetleyen arkadaşlarımızın o gün yaptıkları fedakarlığa dayanamayıp, daha fazla üşümesinler diye, yol üstünde en yakın arkadaşımız Kadriye'lerin evine gitmiştik. Daha doğrusu onu evine bırakmak için uğradığımızda, annesi bizi bırakmamıştı. Ailelerimize telefon ederek, fırtınadan sonra, bizleri evlerimize bırakacaklarını haber vermişlerdi. Babam, "isterseniz hiç göndermeyin, sizde kalsınlar" demiş olmasına rağmen. Akşam yemeğinden sonra, fırtına dinince; Kadriye babasıyla beraber, önce Haticeyi evine bırakmış, sonra beni, Eski Sanayi mahallesinde ki evimizde aileme teslim etmişlerdi.

Bizim ailelerimiz bir birine güvenir ve en zor durumlarda bile peşimize düşmezlerdi. Bilirlerdi ki birileri bizi koruyor. Çünkü herkes bir birinin dostu, ahbabıydı. Nerede kaldı o güven, o huzur?

Okul yollarında bizi koruyup kollayan arkadaşlarımız hep yanımızda olurlardı. Belki bu yüzden sevdik biz o yolları. Çünkü güvendeydik. Biz, hep bir birimizin kardeşi, kuruyucu meleği idik.


SELMA ŞENGÜNLÜ/ Askerlik Şubesi Memur Emeklisi
ANKARA

20.04.2018
OKUR YORUMLARI
murat cakmak
23.04.2018 14:53:00

o gün gerçekten çok soğuk bir kış günüydü şeker pınar mahallesinde oturuyoruz kula gitsen bir dert gitmesen felsefe dersinden yazılı var yaşıyorsa kulakları çınlasın rahmetli olduysa Allah rahmet eylesin (namı değer baba anne ) Perihan TOK hocamız ın dersi sınıf dan bir arkadaşımız derse girse hocanın yazılı yapacağını bütün 6 EDEBİYAT D Sınıfı arkadaşlarımız biliyor. onun için sınıfın dörtte 3 gelmiştik,bir atasözü o şartlarda tam bize uymuştu (kurt kışı çıkarır fakat yediği ayazı asla unutmaz) bizlerde okula gelirken yediğimiz ayazı otuz yedi yıl geçmesine rağmen unutmamışız bizleri o günlere tekrar götüren sınıfımızın değerli kalemine teşekür ederim

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ