Kadriye ŞAHİN

YANKI

YOZGAT LİSESİ (1978/1981) MUHABBETSİZ BAĞLAR (BÖLÜM: 1)

"Geleydin bir çay içimi. Sen çay dökerdin. Ben de içimi."

Ne güzel söylemiş şair.

Televizyonda seyredilen diziler, saatlerce izlenen filmler, bilgisayardaki sohbetler, telefondaki muhabbetler...
Bir dost, bir arkadaş ile, bir bardak sıcak çayın, bir fincan acı kahvenin gölgesinde yapılan muhabbetin yerini tutar mı?

"Aslında, gönül ne çay ister ne kahvehane. Gönül muhabbet ister. Kahve bahane." de;
Kahve içtiğimiz kişiyle, az çok ortak yanlar, ortak geçmiş, ortak kültür olacak ki, acı kahveye tat katıp tatlansın. Hiç bir ortak değeri taşımayan iki insan, acı kahve değil, beraber bal da yese; o yabancı, sen yabancı muhabbeti kıvrandırır sancı.

Bu sancıyı yaşamamak için belkide insanlar, olabildiğince bir birinden uzak duruyor. Maalesef, kendi geçmişinden, kendi çevresinden, çocukluğunu bıraktığı mekanlardan, kucağında büyüdüğü akrabalarından uzak yaşadığından muhabbet dostlukları kurulamıyor. Tüm bunların yakınında yaşayanlar ise, bir biri üzerindeki ihtiyacı olan gerçek hazineleri fark etmeden, yakın olmanın değerini bilmeyip, bir birinden kaçıyor. Bu bakımdan günümüzde muhabbet ve sohbet kültürü de kaybolan, pek çok kültürlerimiz arasında yerini alıyor.

Kayboldu.!
Çünkü, insanlar iletişim anında bile, bir birini anlamak yerine sürekli tartışmakta. Hatır, gönül bağlarını bilinçsizce koparmakta. Hatır, gönül nedir? Yeni nesiller, bu değerler ile maalesef hiç tanışmamak ta.

Dostlukların taşıdığı muhabbetler, paylaşımlar, bizlerden yavaş yavaş uzaklaşırken; çağımızın teknolojisi yanında, insanların doğup büyüdükleri toplumlardan farklı yerde yaşamaları, siyasi fikir ayrılıkları muhabbet bağlarını talan etti. İnsanların muhabbet bağları, "bağ bozumu" na uğradığından, o bağlara bülbüller uğramaz, güller açmaz oldu. Bu yüzden, insanlar ve mekanlar ruhsuz birer enkaza dönüşüp; geçmişini unutup, adeta duygularını kaybetme aşamasına yaklaştı.

Oysa, "insanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşarak" bir birine yaklaşır. Bu kaynaşmadan insan ruhu mutlu olur, güç kazanır.

Bir milleti yok etmek için, geçmişini unutturup, birlik beraberliğini bozup, bir birinden uzaklaştırıp, muhabbet bağlarını koparmak, kültürel bağlarını ortadan kaldırmak yeterlidir. Bir insanı yaşarken yok etmek için de, geçmişini unutturarak tek başına bırakmak kafidir.

Ne Yazık ki, bu gün geçmişini unutan insan, kendi kendini zaman içinde kaybettiğinin ve kayboluşun mutsuzluğu içinde, ruhunu tükenttiğinin farkına varamıyor.

Tükeniyor!
Çünkü; geçmişini anımsamıyor. Aynı sokakta oynadığı arkadaşını hatırlamıyor. Geçmişte ne yaşamış, kiminle neyi paylaşmış? Kendi kendini sorgulamıyor. Kim, kimin nesi? Kan bağıyla bağlandığı akrabalarını da tanımıyor.!
Tanımakta istemiyor.!.

Vesselam, kendisinde kendisine ayıracak vakit bulamıyor. Yıllık izinlerinde tatile çıkıyor. Bayramlarda kimseyi görmemek için otellerde yer ayırıyor. Yediğini, içtiğini sadece sosyal medyada paylaşıyor. Bunları yaparken de, aslında kendi kendinden kaçıyor. Bu kaçışta kayboluyor. Sonra, mutsuz bir şekilde kendini arıyor. Ararken de tükenmişlik sendromu yaşıyor.

Bu kayboluşun boşluğundan olacak ki. Kime sorsam bir özlem, bir hasret içinde. Bu özlem kime, neye?
Çoğumuz onu da bilmiyoruz.

Bizi geçmişimize taşıyacak, anılarımızı paylaşacak, o günün olgunlaşan tatlanmış acılarına ulaştıracak. Huzura, mutluluğa, geride bıraktığımız mekanların sıcaklığına kavuşturacak. Ruhumuzu doyuracak, muhabbet bağlarında güller koklatacak, geçmişin çeşmesinden zamanın sularını taşıyacak. Bizi, bizimle buluşturacak...
Geçmişte bıraktığımız mekanlarda bizimle yaşayan bir arkadaşa, bir dosta değil midir bu özlem?

Kim istemez ki;
Özlem duyguları kabardığı an.
Hatıraların köşe taşları, bir bir yerinden oynadığı zaman.
Bir dost.!
Her şeyin öt esinde, hatıraların içinde yaşayan, özlem yüklü bir arkadaş çıkıp gelse.
Hem de, hiç haber vermese...
Gün ışıklarını silinirken, gurbet akşamlarına doğsa.
Getirse, geçmişi koynunda.
Yanına bıraktığımız ömrümüzü de, alsa yanına.
Ağaran saçlarımıza, anıların çiçeğini taksa.
Bir bardak çayın sıcaklığında.
Buram buram yükselen buğular gibi; geçmiş yılları, çektiği ahlar içinde taşısa.
O iç çekişin derinliğine alıp götürse, zamana uzanan dipsiz kuyulara.
Bu kuyularda Islanırken özlemler...
Hatıralar filizlense, geçmişten sürüklenen bahar yağmurlarında.
Sıla hasretiyle üşüyüp titreyen yüreğimiz ısınsa;
O hatıraların kuytu, gün ışığı kırılmış, geçmişe saklanmış mekanlarında.
Zamanı, ipek çarşaf gibi yaysa.
Hatıraları, nakışlı ipek yorgan gibi ruhumuza sarsa.
O mekanlar dinlendirse, ömrün yolculuk yorgunluğunu.
Sonra, arayıp bulsa.
Halâ bizi bekleyen;
o zamanların.
Deli, dolu çocukluğunu...

Yaz günlerinin sıcağında sararırken ömrümüz. Gerilerde bıraktığımız çocuksu tebessümler de gülümsese yüzümüz..
O çocuğun en sevdiği yerde. Dönüp dolaşıp.
Yozgat'ın Lise caddesine dökülse, sıla özlemi taşıyan solgun hüznümüz.

Kadriye ŞAHİN

(DEVAM EDECEK )

18.04.2018
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ