Kadriye ŞAHİN

YANKI

BİR ZAMANLAR, O ŞEHİRDEKİ RAMAZANLAR



Çocukluğumuzda ramazanlar gelirdi o şehre...
Çocukken, çocukça oruçlar tutulurdu çocukluğumuzu bıraktığımız o yerde...
Kar örtüsüne bürünerek...
Ay’ın hilâl halinden yansıyan nuru görünerek. Akça pakça gelirdi. Kelebek kanatlı karları peşinde sürükleyerek. Tüm çocukların, tekne orucuna armağan edilen iftarlıkları, tek tek tekne olup, alemden aleme taşırdı. Çocuk gönüller gül olup açarken, çocuk yüzleri gülümseterek.

On bir ayın, bir aylık misafiri; Evvel zaman içinde o şehirde... Muhabbetin, merhametin, sohbetin, faziletin, erdemin, helâlin, irfanın, ibadetin güzelliğini alıp, gönül sarayının yollarını bu armağanlarla süsleyerek gelirken gönüllere. Onun, gönüllerdeki misafirliği ile tüm çocuklar seher vaktini tanır. Seher rüzgarlarının okşadığı yüzler nurlanır. Yüzlere yansıyan nurlar, gözlerden yansır. En önemlisi de insanın doyumsuz nefsi uslanır, ramazanın faziletinde.
Gönüllere taşıdığı bu armağanlara, armağanlar hazırlanarak; hiç gitmesin dercesine karşılanırdı. O zamanlar, o günlerde.

Komşuların toplanıp, beraberce açtığı yufkalar, kestiği erişteler... Sıralanır sıra sıra tepsiler... Tatlılarla dolar taşar siniler... (Kenarı açık tepsi) Dökülmeden bekletilir şerbetler...
İlk sahurun ilk gecesine, komşuların el birliği ile temizlenir tandırlar. Tandırların yanı başına hazırlanır tüm hazırlıklar. Un torbaları açılır, yakacaklar taşınır. Tahtalar, oklavalar, bu mekanda yerini alır.

Yukarı mahalleden Tekmile abla, bezeleri tek tek tepsilerin içine dizmiş, buz sarkıtlarını kırarak maya dağıtır… Her ramazanın ilk günü...İlâki ilk hamura, bu maya katılır.
Buram buram susam kokan pidenin buharını yayarak, geldiği aylarda. Susamamak için, susmak için hoşaflar kaynatılır. Kin, nefret, haset, kırgınlık denilen kötülüklerden arınıp, sadece sevap için yarışılır. Ayetlerde, sünnetlerde sevabı çoğaltmanın, artırmanın en açık noktası aranır.

Sahur ikramının sevabı büyükmüş. O ikramla tutulan oruçların sevabına erermiş, sahur ikramında bulunan... İşte bu yüzden; Tekmile abla, ilk hamur mayasını ilk gün dağıtarak, tüm mahallenin bir aylık oruç sevabını alma niyetiyle ev ev dolaşır. O maya, bir ay, her yoğurulan hamurun içinde artırılır... Ne, şimdiki marketlerde bulunan yaş mayalar, ne de, toz mayaların o zamanlar adı tanınır. Her hamurun, son bezesi, maya olarak, bir sonraki hamur için ayrılır. Tekmile Ablanın bir tutam sevabı, her hamurda bir ay artırılarak, tüm ramazana yayılır.

O günlerden, o insanlardan, uzaklaşınca anladım ki. Sevaplar artırılmak için, içine birazda niyet katılır. Sevaba sarılmak, sevabında sevabını almak, birlikteliği sarıp sarmalanmak için, komşular arasında o zamanlar, güzel olan her şey, katlanıp, katmer katmer paylaşılır. Velhasılı, rahmete bereket katılır. Paylaşımlar pay edilip, rızaya ermek için, Onun yolunda köprülere temeller atılır. Rahman'ın Rahmetiyle gülen yüzlerin tebessümü, lapa lapa yağan karların içinde, adeta kar tanelerinin kanadına asılır..

Akça pakça salınarak gelirdi. Biz çocukken, çocukluğumuzdaki, çocukça bekleyişlerin gizemine gizlenen ramazanlar...

Sanırdık ki, gökyüzünün kapıları açılır. Yağan karların her tanesinde, ak kanatlı melekler dağılır. Çocukların, zemzem niyetine taşıdıkları Ahmet Efendinin çeşmesinden; Rahmetin sesi, söz olurdu, nazlı nazlı akan su sesinde. Bir başka, başkalaşarak coşar; cansız, solgun, suya hasret çeşmeler." Rahmet indiren melekler kanatlarını ıslatır." Diye, anlatılırdı, bize büyükler. Suyun sürekliliğinde sonsuzluğun sesini dinlerken, başka alemlere taşınırdı çocukça düşler... Çocukça; mananın mahiyetinde, sınırsız dünyalarımıza dalıp, sır olurdu tüm gizemler.
Rahmet, su olup akar, sadece o aylarda. Bir başka güzelliğe bürünür, susadığımız anlarda. Evvel ahir özlemdir su, o şehrin hayatında. Sadece bu ayda gülümser, suyu nura dönüşen ıslak kanatlı çeşmeler.

Sahur vaktine erilir;
Gümbür gümbür yankılar yansıyarak, o şehrin her bir köşesinde. Davul sesleri bölünerek dağılır gecenin sessizliğinde...

Tüm komşular guruplar oluşturup, toplanırken tandır dediğimiz ocaklı ortak alanlar içinde. Yine kar yağar, gecenin yarısını geçen vakitlerde. Sokak lamaları yoktur, ay kaybolur, kar bulutları içinde. Kar ışığı yansır sadece. İnce, karlı yolların üstüne. Davul sesinin ritmi şekillenir, tandır bacalarından yükselen dumanların izinde. Ramazanca gülümser... Ramazan süresince... Bu ayda doğan ay'ın nurlu yüzü, lacivert gecelerde.

Tandırda pişen bazlamaların nefesi yayılırken o şehre. "Kar, ramazan ile ışıl ışıl süslenir, çocukluğumuzdaki o şehrin örtüsünde. Bir bir ışıklar yanar, toprak kokan, çatlak sıvalı, buzdan kristalleşen pencerelerde. Hareketin bereketi dalga dalga yayılır, kar elbiseli, heykel gölgeli ağaçlarla süslenmiş bahçeli evlerde.

Ramazan; sevgi, beraberlik, paylaşım dağıtırdı sahur kokuları yayılan sahuru sahurlaştıran, uykuyu sarhoşlaştıran o vakitlerde...

Leğenler içindeki hamurlar örtülür sofra bezleriyle. Yanan ocağın etrafında bezeler alınır. Komşular aralarında yapılan iş bölümünde. Ayşe Abla, pişirmekle meşgul, tandırın önünde. Annem; bezeleri açar, tahta üstünde. Leyla Abla, iç hazırlar; kıymalı, patatesli, pastırmalı... işliler hazırlanır peynirli. (Gözleme) Hepsi birbirinden lezzetli. Lezzete, lezzet katan kınalı eller becerikli mi becerikli...
Fakat, Leyla Abla; haşlanmış patateslerden hiç hoşlanmaz, sıvanır ellerine. Birde kendi yoğurduğu hamur ile cebelleşir. Kıvamını tutturamaz bir türlü. Yılların verdiği tecrübeye, yenik düşer yorgun bedeninde. Yapışır tahtaya, gitmez sacın üstüne. "Mayalık olsun" der, kenara ayırırlar. Ertesi gün, yine aynı halde. Hep mayalık olmaktır, Leyla Ablanın teknesindeki hamurun kaderi de.

Önce hastaların, yaşlıların sahurluğunu pişirip, tere yağ sıvanır. Yada, ne varsa o gün ellerinde. Sonra; tek tek kapıları çalıp, sıcak bazlamaları, ala uykulu çocuklar dağıtır. Sahurun buz tutan, buz renkli gecelerinde.

Bazen davulcuyu çevirip, halay havasıyla halaya tutuşurlar, hamur bitince hamur teknesinde. Çoğu zaman mahallenin gençleri takılır, davulcunun peşine. Davulun havası değişince. Evde bekleyenler anlar ki, bazlamalar pişmiş. Bir türlü gelmez yağlı katmerler. Hazırlanıp, beklenen tahta masanın üstüne.

Osman amca, çizgili pijamasıyla merdiven başına dikilmiş... Bizim hoşaf, duvar üstünde buz kesmiş. Mevlüde Abla; her gün halay çekiyorsunuz, biraz da misket oynansın deyip, gençleri oyuna dizmiş. Hasibe Ablanın, belli ki samanları ıslak. Alev almadığından, tandırı tütmüş. Kadriye Abla, on kişilik bazlama yapayım derken, ilk gün canından bezmiş. Aşağı mahalleden Şahinde Ablayı, "fidayda" oynarken, Mustafa amca görmüş.

Her sahurun sabahında sahurun eğlencesi. Çoğu zaman eğlencede kaybolan çilesi paylaşılırken, komşuların sohbetinde... Kar rengine bürünmüş ramazanlar yaşanır. Çilesi, eğlencenin çeşnisi olan o şehirde.

İftar davetleri her gün bir evde. İftarlıklar gönderilirken nişanlı kızlara. Sevindirilir yeni gelinler de. Pullu, kırmızı kıvraklarla (pul işlenmiş ipek tül) süslenen tepsilerde. Gelin kızların bayramlık giysileri açılır görücüye. Baklava, tam tepsinin orta yerinde. Çerezler, meyveler yeşil kıvraklı sepetin içinde. Hele birde, bilezik bağlanmışsa kurdeleye. Nişanlı gençler, nişanlısını görür bu vesileyle. Senede bir kere… Bunca hazırlık, bunca görsellik. Nişanlısını sadece, bir kez görme hevesine.

Ramazan; mutluluktur o zamanlar. O ayların gecelerinde. Gül suyu kokan, gül kokusu yayılan o şehirde. Mutludur çocuklar; teravih namazlarının peşinden okunan, gül kokulu, lokumlar ikram edilen mevlitlerde... Tam oruç tutan çocuklar için, lokumlu bisküvi, iftar için en güzel hediye. Sarı leblebiye, kuru üzüm katılmış. Sabırsızlıkla ezanı bekler cebinde.

Derken; Mahallenin delikanlısı Erol çıkmıştır çatının en yüksek tepesine. İmamdan önce ezan okur, sesi derin mi derinde. Patlayacak top, gecikti sanır, orucunu bozar, Leyla ablanın kocası Osman emmi de. Topmahallesi'nin, mezarlığından patlayan topun peşinden; asıl ezan okunmaya başlar camide. Dakikalar kala orucu bozmanın telaşıyla, verir veriştirir mahallenin gençlerine. Alışır; bir daha aldırmaz, Erol'un her gün okuduğu taklit ezan sesine.
Büyükler anlayışlı, küçükler nüktedan. Eğlenmek için ne Hacivat ne Karagöz oynatılırdı, o zamanlar o şehirde.

Dualar yükselir. Eli öpülen, gönlü görülen yaşlıların dilinde.
Ramazan gülümser, fakirlerin gülümseyen gözlerinde. Ramazan demek, iklimin bahara yol alması demektir bu yerde. Rahmet, şefkat pınarlarının çağlaması demektir o zamanların susuz, suya hasret şehrinde. Yozgat da, ramazan bir başkadır elbette. Ramazanın dışında ramazanlar yaşanırdı diğer günlerde.

Gurbette ramazanı kaybeden bilir... Ramazan, Rahmet olarak kalmıştır geri kalan o yerde. Asıl yoksulluk, geri kalmışlık; ramazanların görünmediği, ramazanların fark edilmediği, gelişmiş dediğimiz şehirlerde.

Not:Tüm Müslümanlara hayırlı, nurlu ramazanlar.

Kadriye ŞAHİN

30.05.2018
OKUR YORUMLARI
Adınız ve Soyadınız
30.05.2018 23:26:00

Yorumunuzah Kadriye ablam ah ne guzeldi o gunlet bakkal memetin orda rahmetli hanife ablalarin tandirda ne gunlerdi simdi nerde yuregine saglik cok kkk guzel anlatmissin

Ali Gölcük
30.05.2018 18:42:00

Ablammm
Harika bir anlatım, neredeyse resmini çizmissin o günlerin.
Gözümde canlandı bir bir o günler o anılar.
Bambaşkaydı o zaman ki ramazanlar. Kellecinin fırından uzunca pideler yapılırdı. O pidelerin kokusu hala burnumuzda tüter.
Tebrik ediyorum.
Yeni yazı dizilerini bekliyorum.
Kalemine yüreğine sağlık...

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ