Habib COŞKUNSOY

TIRPAN

Ben deyim yalan sen belle essah

Osman Hamdi Bey’in “Kaplumbağa Terbiyecisi” adlı tablosunu her gördüğümde aklıma gelir ve hafiften kendi kendime gülümserim. Her gördüğümde derken iş icabı arada bir uğradığım bir birimin lobisinde asılı durur ve gözüm mutlaka oraya ilişir.
Peki, aklıma düşen şey nedir de gülümserim? Geçmiş yıllarda köyünü zikretmek istemediğim birini “Salı pazarında Unpazarı’na bir kaplumbağa alıcısının geldiğini” söylerler. Bu uyanık şahıs çaktırmadan bir hafta boyunca dağ-taş, bağ koymaz kaplumbağa toplar. Çuvallara doldurarak alır getirir. Unpazarı’na torbaları bırakır ve ağızlarını açar. Başına biriken çok olur ama alıcısı çıkmaz bir türlü. Üstelik cevap veremediği sorulara maruz kalarak canı sıkılır iyice. Öğle geçmek üzeredir hala bir fiyat veren yok. Ta ki sinsi gülüşleri fark edince kandırıldığını anlayana kadar bekler. Salıverir ortalığa kaplumbağaları. Ayakaltında bir müddet dolaşan hayvancıklar ağır adımlarla şaşkın bakan gözler nezaretinde saat kulesine doğru tarihe tanıklık edecek fotoğraf karelerini belleklerde bırakarak yürürler.
Şahsım bu olayı görmedi ama hafızamda resmedecek kadar kabiliyetli buluyorum kendimi desem abartmış olmam her halde.
Yozgat insanının bazen ne yapacağı gerçekten belli olmuyor. Bazen çok katı yapılı gibi görünenlerin dahi zamanla yaşamında yaptığı değişikliklere şahit oluyoruz da şaşırıyoruz. Olmayacak yerde karşımıza çıkan bir delilik uzun zaman sohbetlerimizi defalarca meşgul ediyor ve her seferinde aynı hazla gülebiliyoruz.
Abdurrahman Hoca’nın minare yıkma işinden tutun da Köçekkömü köyünden İbiş’in Lise Caddesi’nde kağnı gezdirerek trafiği felç etmesine kadar…
Bunlara benzer bir Yozgat klasiği diyebileceğimiz bir hikâye daha var. Adına ne derseniz artık? Kaynak kişi olayı yaşayanlardan biri… Yozgat Devlet Hastanesinden emekli Paşa Doğangönül. Namı diğer Topal Paşa…
Topal Paşa bir Pazar günü Mustafa’nın (Aynalı kahve) kahvede bir arkadaşıyla parmak çörek ve yanında peynir kahvaltı yaparken hastanede sayman şefi olan Şükrü çıkıp gelir. “Kalk lan Topal gidiyoruz!” demesiyle arkadaşı bu işe şaşırır ve Şükrü’nün üzerine yürür. Şükrü’nün kafası yerinde değildir tabancayı çeker ve durdurur. Topal araya girerek kendisinin amiri olduğunu söyler ve olayı yatıştırır.
Topal mecbur kalır amirinin dediğini yapmaya. Arkadaşından müsaade alır ve ayrılırlar. Maksadı Şükrü’yü teskin edip onu evine götürmektir. Oradan ayrılınca Şükrü derki; “Saat kulesini yolun ortasına dikmişler. Seninle onu düzelteceğiz.” Topal şaşırır ama sonucun nereye varacağını kestiremeyerek peşinden gitmek zorunda kalır. Varırlar Tol Çarşı’ya iki amele bulurlar. Şükrü amelelerin bir günlük çalışma ücretini hemen orada peşin verir. Bu işçiler ne yapacaklarını bilmiyorlar tabi ki. Sobacılar çarşısından kazma kürek satın alır ve saplarını orada taktırırlar. Gelirler saat kulesinin yanına.
Saat kulesinin yerinin değişeceğini anlayan işçiler itiraz eder, kazımak istemezler.
Şükrü tabancayı çıkarır ve çalışmaları konusunda tehdit eder. Oradan yakıştırdıkları iple yolun tek tarafını yani Lise Caddesi tarafından gelen şeridi trafiğe kapatırlar. Tabi insanlar ne olduğunu anlamıyorlar. Belediyenin işçileri falan zannediyorlar.
O günün şartlarında orada bulunan taşları falan sökerler. Şükrü mimarlık görevini üstlenir. Ayağıyla çizer bazı yerleri işaretler.
Saat kulesinin konması gereken yerini belirler. Kuleyi oraya nasıl taşıyacağı konusunda bir fikir yok ortada. Sadece yolu kazımalar var. Gelip geçen anlamsız bakıyor, henüz niçin eşildiğini bilmiyorlar. Çocuklar vakit geçirmek için başlarında meraklıca dikeliyor ve birbirleriyle şakalaşıyorlar.

Olayın geçtiği tarihi yazmadım, 1980’li yıllar. Rahmetle analım, Hakkı Borataş… Yozgat’a gelmiş geçmiş en namlı valilerden biri. Dürüst ve bir o kadar sert. Namını yedi düvel biliyor desek yeridir. Canı sıkılınca vakit gece de olsa tekmili kıyafet dolaşıp esnafı, halkı, kahvehaneleri dolaşıp gözlemleyen adam. Onu anlatmak için bu satırların uzaması lazım elbette. Başka bir yazıda anlatılabilir. Makam arabasıyla saat kulesinin yanından geçerken kapatılan bölgeye takılır. Dönüp gidecek hali yok, koskoca vali. Ama merakını yenemez. Bu arada bizimkiler hiç istifini bozmuyor. Şükrü patron edasıyla kulenin kaidesinin köşesine oturmuş işçilerin çalışmasını göz ucuyla dersek haksızlık etmiş oluruz olanca gayretini zorlayarak izliyor. Arada bir cebindeki şişenin içinden uzanan hortuma ağzını dayayıp çekiyor ve ağzını siliyor. Sonra köpükleri saçılarak emirler yağdırıyor. Saat kulesinin içinde bir saatçi vardı. O da arada bir anlam veremeyerek dışarıda olanları gözlüğünün üzerinden bakarak seyrediyor delikten.

Vali Borataş’ın camdan; “Kolay gelsin evladım! Hayırdır ne yapıyorsunuz?” demesiyle Şükrü yerle yeksan fırlıyor yerinden bir eliyle düşmemesi için sol iç cebindeki şişeyi tutuyor diğer eliyle ceketini düğmelemeye çalışıyor. Tabi ceket düğmelenince şişenin ucu ceketin sol yakasını doğal olarak kabartıyor. “Yakayı ele vermek” bu olsa gerek… Buna da gerek yok ya zaten birazdan akçeler saçılacak nasıl olsa ortaya.
“Sağolun efendim!” diyerek cama kapanıyor Şükrü. Valiyi tanıyor. Başkalarına tabanca çekmesine rağmen amirine itaat da kusur etmiyor. Gerçi Borataş gibi bir valiye tabanca çekse kaç yazar da o zemin yok en azından.
Tekrar ediyor Borataş:
“Burayı niye kazıyorsunuz evladım?”
Şükrü iyi bir iş yapmış olmanın edasıyla şımarıyor ve gerisin geri el kol işaretleriyle:
“Efendim saat kulesini yolun ortasına dikmişler. Oradan kaldırıp şuraya dikeceğiz. Ya da Löklülerin binanın yerine götüreceğiz.” derken Vali’ye tercih hakkı da bırakmadan işini iyi yapan adam portresi de çizmiş oluyor.
Vali hepsini şöyle bir süzüyor ve hiç bozuntuya vermeden:
“Afferim oğlum! İyi düşünmüşsünüz. Devam edin.” diyor ve oradan uzaklaşıyor.
Tabii valinin icazeti de olunca Şükrü’nün önünde kim durabilir artık? İşçileri fırçalıyor, bağırıp çağırıyor. Bu arada gelip geçen de Şükrü’nün forsunu görüyor yani.
Kısa sürüyor bu macera. Beş dakika sonra iki polis çıkıp geliyor. Şükrü’nün ve Topal Paşa’nın kimliklerini alarak bilgi topluyorlar. İşçilere tekrar orasını kapattırıp gidiyorlar.
Ertesi gün mesai başlar başlamaz hastanenin Başhekimi ve bu iki maceraperest valinin huzuruna çağrılır.
Borataş, personeline sahip çıkamadığı için Başhekimi bir güzel fırçalar. Bir daha yapmamaları kaydıyla Şükrü ve Topal Paşa’yı da bağışlar. Ancak bunun burası Borataş, durur mu? Her hafta devlet hastanesini kontrole gitmeye başlar. Bu vesileyle hastanenin yolları da bir güzel asfaltlanmış olur. Şükrü ve Topal Paşa sayesinde tabi ki…


OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ