KÜRESELLEŞME

Merhaba. Geçen hafta sizlerle tanışmanın heyecanı, ayrıca karşılığında sizlerden aldığım samimi “Hoş Geldin” mesajlarınızın verdiği teşvik ile yine kaleme sarılmak geldi içimden. Hemen aynama baktım, şöyle 20 yıl kadar gerilere gittim. 1 Ocak 1999 yılında kaleme aldığım ve “Küreselleşme Nedir” başlığı altında derlediğim bir sunumum ile karşılaştım. Ekonomi ile ilgili bir toplantıda yaptığım bu sunumum ANTRAK Ankara Telsiz ve Radyo Amatörleri Derneği’nin web sayfasında da yayımlanmıştı. Halen geçerliliğini koruyan bu yazımdan bazı alıntılar yaptıktan sonra konunun güncel panoramasını değerlendirmeye çalışacağım:

Küreselleşmenin tanımı:
Küreselleşme veya diğer bir deyimle Küresel Ekonomi, bir yandan mal ve hizmetlerin, diğer taraftan da bilgi-teknoloji (Know-How) ve sermayenin, yasal, siyasi, ekonomik ve stratejik yapısı itibariyle riski en az bulunan ülkeler arasında serbestçe dolaşımıdır. 
Know-How ve sermaye, mal ve hizmetlerin küresel dolaşımını sağlayan bir güçtür. Bu olgu da doğrudan yatırımlar ve portföy yatırımları ile birlikte kredi ilişkileri çerçevesinde gerçekleşmektedir.

İkinci Dünya Savaşını müteakiben yavaş bir seyir ile gelişmeye başlayan küreselleşme, bir anlamda komünizmin iflasını getiren Soğuk Savaşın 1980'li yılların sonunda durulması ile büyük bir ivme kazanmıştır. Bunun tabii sonucu olarak, ulusların milli ekonomilerinin göstergeleri olan faiz hadleri, döviz kurları ve borsalarındaki hisse senedi, tahvil vs, gibi enstrümanların gelişme trendleri, başka ülkelerin de ilgi odağı haline gelmeye başlamıştır.

Bir ülke ekonomisinde kaydedilen gelişmelerin çok kısa sürelerde diğer ülkelerin ekonomisini etkilemeleri, hiç kuşkusuz haberleşme teknolojisinin getirdiği imkânlara dayanmaktadır. Özellikle bilgisayarlar ve internet teknolojisi aracılığı ile yapılan haberleşmeler, bilgi iletişimini neredeyse ışık hızına çıkartmıştır. Böylece ortaya çıkan dev bir yapı, esasen Küresel Kapitalizmden başka bir şey değildir. Bilindiği üzere kapitalist sistemde en başta dikkate alınan faktör "RİSK"tir. Takip edilen strateji ise, risk'in dağıtılması suretiyle minimize edilmesidir. Sermayenin arttırılması ve korunmasının karşısına çıkan risklerin minimize edilmesi için farklı sektörlere ve iş kollarına yönlenme stratejileri, artık ülkelerin sınırlarını aşmaya başlamış, böylece küresel ekonomi ortaya çıkmıştır. Bilgi akımındaki sürat, bir iş insanının faaliyette bulunduğu sektörün diğer ülkelerdeki gelişimini yakından takip etmesine imkân vermekte, daha doğrusu onu zorunlu kılmaktadır. Üretilen mal ve hizmetler sadece milli sınırlar içinde kalmamakta, hatta tamamen dış pazarlara yönlendirilmektedir. Bu koşullar altında çalışan aynı iş insanı, mal sattığı ülkenin siyasi yapısından başlayıp, yasal düzeni, güvenliği, harp riski, banka-kambiyo mevzuatı, ödemeler dengesi, borsa hareketleri, faiz hadleri ve kur politikaları vs gibi sosyo- ekonomik yapısını yakından takip etme gerekliliğini hissederken, bu arada kendini, küreselleşme olgusunun içinde bulmaktadır.

Küreselleşme, kapitalizmin serbest rekabet koşulları altında, ülkelerarası ekonomik ilişkileri geliştirirken, bir yandan işsizliğin azaltılması, refahın artması ve refah eşitsizliğinin düzeltilmesi, vs. gibi yarattığı sosyo-ekonomik sayısız faydalarla, insanlara birbirilerinin kültürlerini daha yakından tanıma imkânları da yaratmaktadır. Böylece insanın temel güdüsü, yani karnının tok olması, diğer bir ifade ile ortak ekonomik çıkarlara bağlı olarak milletlerin birbirlerine yakınlaşması, Ulu Atamızın dediği, evrensel barışı da beraberinde getirmektedir. Örnek mi, 50 yıldır tam üyelik statüsünü alamadığımız Avrupa Birliği...

Doğal olarak küreselleşme yapısı içinde de zaman zaman ters giden gelişmeler de olabilmektedir. Burada önemli olan, aksamaların tedavisinin devlet müdahaleleri ile değil, sadece sistemin kendi içinde geliştirdiği antikorlar ile yapılmasıdır. Aksi takdirde, kendini böyle bir süreç içinde yeniden yapılandırabilen küreselleşme mekanizmasına, hükümetlerin (istisnalar hariç) katı kurallar uygulamak suretiyle müdahil olması, sistemi olumsuz yönde etkilemektedir... Yeri gelmişken hemen açıklayım, piyasalara devlet müdahalelerinin bulunduğu dönemlerde perdenin arkasında çoğu kez IMF’nin bulunmaktadır.

Bu bağlamda üzerinde ciddi olarak durulması gereken konuyu dikkatlerinize sunmak istiyorum. “Reel Ekonomi” ve “Ekonomi Psikolojisi”. Bu kavramlar, küresel sistem üzerindeki etkileri bakımından gerçekten son derece önemli unsurlardır. Nasıl ki, fiziki yapısı itibariyle sapasağlam olup, ancak psikolojik olarak çöküntü içinde bulunan bir insan başarıyı yakalayamıyorsa, ülke ekonomileri de benzer semptomları taşıyabilmektedirler. O zaman nedir Reel Ekonomi ve onun Ekonomi Psikolojisi?

Kısaca, tarım, sanayi, ticaret, madencilik, inşaat, ulaşım, turizm, bankacılık vs gibi ulusal ekonominin ana sektörlerinde mal ve hizmetler üretenler ile bu mal ve hizmetleri yurt içinde ve dışındaki tüketenler arasındaki ilişkiler “Gerçek” Ekonomidir. Yani, üretilen mal ve hizmet karşılığında kazanç sağlanıp ekonomiye katkıda bulunulmasıdır. Bu bağlamda faizden elde edilen kazanç gerçek ekonominin içinde değerlendirmeye alınmamaktadır.

Öte yandan yukarıda bahsedilen üretici ile tüketicinin bu yapı içindeki tutum ve davranışları “Ekonomi Psikolojisi”ni oluşturur. Tarafların tutum ve davranışlarını, kendi ülkeleri ile diğer ülkelerde uygulamaya konulan siyasi, yasal düzenlemeler ile iç ve dış güvenlik konularında izlenen olumlu ve olumsuz gelişmeler etkilemektedir. Nitekim bu etki portföy yatırımlarında kendini daha çabuk göstermektedir. Şöyle ki, Tokyo Borsası'nın sabah seansına giren bir yatırımcı, öğleden sonra çıkarak, Singapur veya diğer Körfez Borsalarına geçmekte, oradan Londra’ya, dünyanın dönüş hızıyla birlikte mahalli saatlerde, yani aynı gün içerisinde New York Borsasına uçabilmektedir. Tabii ki yatırımcı bu kıtalararası uzun yolculuğu oturduğu yerden bilgisayarı üzerinde yapmaktadır. Bu işlemler sırasında, basitçe çizdiğim güzergâh üzerinde bulunan herhangi bir borsa hakkında yaratılan olumlu veya olumsuz spekülasyonlar, yatırımcının o ülkede daha uzun süre mola vermesine veya hiç uğramadan geçip gitmesine “by-pass” etmesine neden olmaktadır. Bu itibarla borsalara ülke ekonomilerinin nabzıdır demek, yanlış olmayacaktır. Bu arada yatırımcının çok nazlı olduğunu da hiç unutmamak gerekir.

Yukarıda “…faizden elde edilen kazanç gerçek ekonominin içinde yer almamaktadır.” şeklinde bir cümle bulunmaktadır. Bu ifadem, kesinlikle dini yönden değil, küresel ekonominin temel kuralları uyarınca kullanılmıştır. Çünkü “GSMH” Garı Safi Milli Hâsıladan faiz ve amortismanlar çıktıktan sora “SMH” Safi Milli Hâsıla hesaplanır. Gerçekte de faiz kazancı reel kazanç değildir, ama üretimin temel unsuru olan sermayenin üretime destek vermesine yol açan çok önemli bir katalizörüdür. Faiz ile hisse senetlerinin üzerinde yapılan spekülatif manevralar ile emeksiz kazanç sağlanması, sermaye sahiplerinin iştahını kabartmaktadır. Bu nedenle ülkemizdeki cari faiz hadlerini dikkate alan yabancı yatırımcıların BİST’teki yerli firmalarımıza ait hisselerin % 3 ile 100 arasındaki payını ellerinde tutmalarına hiç şaşmamak gerekir.

Değerli dostlarım, buraya kadar sizlere bazı ekonomik tanımlar ile bunların küresel seyrini, dilimim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Anlattığım küresel tanım ve uygulamaların ülkemizdeki cari durum ile kıyaslanması, bundan sonra sizlere kalıyor. Yani ülkemize neden yabancı sermaye gelmiyor, enflasyon, faiz hadleri, iç ve dış borçlarımız niçin çok yüksek seviyelerde, işsizlik nasıl oluyor da gittikçe artmakta, istihdam azalmakta, paramızın değeri neden düşmekte, bu sorunlar nasıl çözüme kavuşacak, gibi…

Küreselleşme, gelişimini demokratik kural ve kurumların çağdaş ölçülerde seyrettiği iklimlerde kaydeder. Küreselleşmenin iç ve dış piyasalardaki performansların birlikte ve dengeli bir şekilde yürütülmesi sonucunda sağlıklı kalkınma kendiliğinden doğar. Ancak bu kalkınma, ekonomide istihdamın artması, faizin düşmesi, ücret dağılımının adil olması, milli para değerinin korunması vs gibi ekonomik göstergeler ile kısıtlı kalmamalı. Çünkü küreselleşme sadece ekonomik kalkınma ile değil aynı zamanda sosyal ve kültürel yapının çağdaş boyutlara yükseltilmesi ile birlikte gerçekleştirilmelidir.

1950li yılardaki iç harpten çıkan, takip eden yıllarda birkaç askeri darbe yaşayan, aynı zamanda 1960-1990 yılları arasında dünyanın en fazla dış borcu olan ülkeler arasında yer alan Güney Kore, kültürel ve sosyal kalkınma kulvarlarında da kaydettiği başarılar sonunda 2020 yılında tek bir film ile 4 Oskar alan bir ülke haline gelmiştir.

Gelecek yazımı, çoğu kişinin merak ettiği Japonya ve Japon Ekonomisi hakkında kaleme almayı düşünüyorum. Japon Ekonomisini anlatırken yukarıdaki sorunların nasıl çözüme kavuşacağını da sanırım biraz görme imkânımız olacaktır.

OKUR YORUMLARI
Muhlis Köktürk
25.02.2020 15:23:14

Değerli Kardeşim, Bir süredir internetten uzağım. Bu nedenle şahsınızın yazılarına yeni ulaştım. Aramıza hoş geldiniz diyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ