İTİBARDAN TASARRUF OLMAZ

Değerli okurlarım, çok yıllar önceydi, sanırım 1975 yılının Nisan ayı. ABD’nin Connecticut Üniversitesinde “Proje Yönetimi ve Finansmanı”  konusunda AID bursu ile eğitim alıyorum. Agency for International Development yani Uluslararası Kalkınma Ajansı ABD’nin dünya üzerinde empati kurma yöntemi ile kalkınmakta olan ülkeleri kendi emir ve komuta alanına almak için başkan John F. Kennedy’nin talimatıyla 1961 yılında kurulmuş resmi bir teşkilat. Kuruluş statüsüne göre amacı, gelişmekte olan ülkelerin sosyal ve ekonomik yapısını verdiği uzun vadeli düşük faizli kredilerle desteklemektir. Gizli hedefi ise bu ülkelerdeki kamu çalışanlarına sağladığı burslar ile kendi üniversitelerinde eğitimli insan yetiştiştirip, o ülkelerde ileride kendiyle işbirliğinde bulunacak potansiyel muhataplar yaratmak. Yüzlerce kamu personeli gibi, Maliye Bakanlığımıza tahsis edilen bursundan, ben de yararlanmıştım. Açık söyleyim, istedikleri gibi bir muhatap asla olmadım. 

Bir araştırma için gittiğim Pittsburgh’dan uçakla geç bir saatte Connecticut Eyaletinin başkenti Hartford’a döndüm. Dışarı çıkıp çabucak taksi durağına gittim. Benden sonra bir kişi daha durağa geldi. İkimizden başka durakta kimse yok, birlikte taksi bekliyoruz, hava da çok soğuk. Derken bir taksi geldi ve beni alırken sırada bekleyen 60-65 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim kravatlı şık giyimli kişiye, şoför yüksek sesle, “Beyefendi bu geceki son taksimiz, lütfen hava alanı çıkışındaki taksi noktasına gidiniz.”, deyip adamı oldukça uzak bir yere yönlendirdi. Ben hemen adama Hartford merkezine gideceğimi ve bu güzergâh kendine uygunsa taksiyi paylaşabileceğimi söyledim. Tabii adam teklifimi memnuniyetle kabul etti ve teşekkür ederek yanıma oturdu, peşinden de taksi ücretini ödemek için benden ricada bulundu. Ben de, ineceği yere kadar tahakkuk eden ücreti kendisinin ödemesi kaydıyla kabul edeceğimi söyledim; ne ise uzatmayalım, bir şekilde mutabakata vardık…

    Hemen kendini tanıttı ve isim kartını verdi, adam Connecticut Eyalet Senatörüydü. Peşinden ekledi, “Yaptığınız jestin benzerini hayatımda hiç görmedim, adınız nedir.” Adımı ve Connecticut Üniversi’nde eğitim yaptığımı açıkladıktan sonra, adamın merakla yüzümü süzmesinden anlayıp, peşinden hemen “Türküm” dedim. Dememle birlikte adamın arabanın koltuğu üzerinde hoplaması bir oldu. Heyecan dolu yüksekçe bir sesle, “ Aman Allahım! Siz Türk’sünüz demek. Ben Türklere hayranım; onları Kore Savaşı’ndan çok iyi tanırım. İnanılmaz cesaretlerini, yiğitliklerini ve dostluklarını hayatımın sonuna kadar unutamam…” diye lafa bir başladı, adam durmak, susmak bilmiyor. Ve sonunda ne dedi biliyor musunuz?

     “Allah beni her zaman Türklerle dost kılsın, hiçbir zaman onlarla karşı karşıya getirmesin; her bakımdan çok müthiş bir milletsiniz.”   

    Söz konusu eğitime, biri hanım dört Hazine mensubu olarak katılmıştık. Kore, İran, Yemen, Sudan, Nepal, Nijerya, Haiti, Malezya ve Filipinlerden, kısacası Kalkınmakta Olan Ülkelerin üst düzey kamu görevlisi olan arkadaşlarla 30-35 kişi birlikteyiz. 

Zaman içinde dostlukların ilerlemesi ile birlikte gurup içinde bir husus dikkatimizi çekmişti. İranlı’nın dışında, her yabancı arkadaş Türkleri ne kadar sevdiklerini farklı farklı bilgi ve anılarıyla anlatıyor, ilginin ötesinde, bizlere büyük saygı ile yaklaşıyorlardı. 

Açıkçası hepsinin birleştiği ortak nokta aynıydı: Çoğu “Atatürk”, “Mustafa Kemal” derken, Sudanlılar daha sıcak bir ifade ile “Kamal Paşa, Kamal Paşa, O En büyük.” nidalarıyla adeta haykırıyorlardı. Büyük Atamızın devrimleri ile cumhuriyeti kurmasını, efsane gibi bizlere anlatıyorlar, gözlerimizin içine bakarak, sanki anlattıklarını tek tek onaylamamızı bekliyorlardı.

Anavatandan binlerce kilometre uzakta bile, Ulu Atamızın, sadece kendi ulusunu değil, dünyanın birçok ulusunu da asla sönmeyen ve sönmeyecek olan nuruyla aydınlattığını, onlara da liderlik yaptığını, göğüslerimize sığamayan büyük bir iftiharla şahit olduk.   

Bize karşı kendiliğinden ortaya çıkan ilgi hocaların da dikkatini çekmekteydi. Mesela, şimdi aklıma gelen, sınıf olarak bir etkinlik yapılacaksa hemen bizim başı çekmemizi istiyorlardı veya hocalardan biri parti verecekse, bir etkinlik yapacak, hemen bizimle konuşup, koordinasyonu birlikte yapmamızı istiyorlardı.  

Bu arada ders gördüğümüz mekân, Connecticut Üniversitesine bağlı bir enstitü binasının elektrik, su ve kanalizasyon borularının açıktan ve tepemizden geçtiği, penceresiz ve gün ışığından mahrum bodrum katıydı. Çok şükür bizler Türkiye’de böyle bir ortamda eğitim almadığımız için bu durumu çok yadırgadık ama bir süre susmayı tercih ettik. Bu arada diğer ülkelerden gelen arkadaşlar durumdan hiç rahatsız görünmüyorlardı.  

İki üç hafta sonra artık tesisattan çıkan sesler tahammül sınırımızı aşmaya başlamıştı. Durumu diğer ülkelerden gelen arkadaşlarla paylaştık. Burslarıyla ülkelerinde eğitim veren Amerikalının, sizler bu ortamlara alışık olduğunuz için size bu mekânları uygun gördük, dercesine, açıkçası, bizleri aşağılamaya çalıştıklarını anlattık. Önce çok şaşırdılar, olayı kavrayınca da biraz hüsrana uğradılar. Bu arada cevapları tam da beklediğimiz gibiydi; “Bu işi ancak siz Türkler halledebilirsiniz…” 

Şikâyetimizi değerli arkadaşım Tuncay Altan ile birilikte sözlü olarak Enstitü Müdürüne aktardık. Bizi dikkatle dinleyen müdürün, tutarsız bir takım bahaneleri ortaya sürmesinden ondan sadra şifa bir çözüm çıkmayacağını hemen anlamıştık. Medeni şartları haiz sınıflarda ders görmemiz bir hafta içinde sağlanmazsa, sorunumuzu AID Washinton Merkezinde bizlerden sorumlu olan direktöre aktaracağımızı sayın müdüre söyledik.  Müdür çok telaşlandı, çünkü AID, enstitüleri için çok iyi bir sponsordu. Müdürden ne çıkacağını beklemeden, yüzü gözümüm önünden halen gitmeyen, iri yarı sıcak ve sevecen görünümlü, hani biz deriz ya “Delikanlı Kadın” diye, işte öyle görünümünde siyahî bir hanım, Mrs. Robinson’a konuyu telefonda aktardık. Olayı hemen kavrayan Mrs. Robinson, yıllardır aynı enstitüde AID destekli eğitim yapıldığını ve kimseden bir şikâyet gelmediğini de, biraz da ezik ifadelerle, bize açıklarken, sorunumuzu hemen çözeceğine dair sözü de verdi… Gerçekten de iki gün sonra derslerimiz enstitünün köhne ortamından, üniversitesinin sınıf gibi sınıflarına alınmıştı… 

Belki “One minute” gibi bir müdahalemizle enstitü müdürümüzü biraz üzmüştük ama biz Türklere hayran olan yabancı arkadaşlarımız nezdinde çıtayı biraz daha yükselttiğimizi artık söylememe gerek yok sanırım...             

    İtalyanların “ Mamma L’Turki!” şeklinde Türkler’den çekindiklerini ifade eden bir sözleri vardır. Anlamı, “Annecim Türkler!”      

Yine İtalya’nın, yani çizmenin topuğuna yakın Potenza isimli kasabasında, zamanında kuzeyden gelen Vandallara karşı bölgelerini korudukları için, 11. Asırdan itibaren, Türklere karşı saygı ve minnetlerinin ifadesi olan ve resmi tatil mahiyetinde “Türk Haftası” düzenlenmektedir. 

    Bir başka hikâye de Japonya’dan. Görevinden dolayı dünyayı ve milletleri karakterleri itibariyle çok iyi tanıyan bir Japon Dostum vardı. 10 sene önce vefatını Japonya’dan telefonda acısını benimle paylaşan değerli eşinden öğrendiğimde, Soji Wakabayashi adında bir değerin hayatımdan eksilmesine çok üzülmüştüm. 

Belki 25-30 sene önce bir gün bana demişti ki “Bülent, siz Türkler zamanında Avrupa’yı o kadar korkutmuşsunuz ki, adamlar halâ yarın Viyana Kapılarına dayanacağınız kanaatini taşıyorlar…”

Sözün kısası, Osmanlının son bir asırlık döneminin dışında, Türk Ulusu tarihin derinliklerinde günümüze kadar diğer ulusların nazarında hep güçlü ve saygın bir ülke kimliği oluşturmuştur. Açıkçası verdiğim bu örnekler, yabancı ortamlarda yaşadığım benzerlerinin onda birinden daha azdır…

Hal böyleyken bir gün, Mehmetçiğimin başına ABD Coni’si çuval geçiriyor; Ruslar savaş uçağımızı düşürüyor; bakanlarımızın bazı Avrupa Ülkelerine girmeleri yasaklanıyor; Cumhurbaşkanımız Putin’in ofisinin önünde uluslararası diplomasi teamülüne aykırı bir şekilde dakikalarca bekletiliyor; Avrupa’nın densiz çizerleri Cumhurbaşkanımızın saygısızca karikatürlerini yapıyor; hükümetleri ve mahkemeleri de hiç oralı olmuyor; AYM kararlarının alt mahkemece uygulanmadığını tüm dünya izliyor; bu arada AİHM’den ülkemiz aleyhine yağmur gibi tazminat cezaları yağıyor. 

Her nasılsa tüm bu gelişmelere, kör ve sağır kalınıyor ve asla itibar kaybı addedilmiyor... 

Ne var ki, Beştepe’ye saray inşa edilerek ülkeye itibar sağlanıyor. Yetmiyor, Ahlat’ta, Okluk Koyu'nda da saraylar yapılıyor, ama görmüyorlar ki itibar baş aşağı iniyor…     

Değerli okurlarım, bilirsiniz Osmanlı’nın ilk sarayı Orhan Bey tarafından Bursa’da yapılıyor. Takiben, Edirne ve Topkapı Sarayları geliyor. Daha sonra doğuda yapılan İshak Paşa Sarayından sonra İstanbul’da Yıldız, Dolmabahçe, Çırağan ve Beylerbeyi Sarayları ise zamanın lüksünü yansıtmaları bakımından çok dikkat çekiyor. Bunların yanında, şehzadeler, sultanlar, paşalar için yapılan saraylar, köşkler yalılar, kasırlar gibi sayılamayacak kadar lüks ve masraflı yapılar ortaya çıkarken, Akdeniz’i iç denize çevirmiş Osmanlıda kaybedilen topraklar Anadolu’nun birkaç misline ulaşıyor. Ülke çok büyük sosyo ekonomik çöküntüye maruz kalıyor, Osmanlı’nın adı maalesef “Hasta Adam” oluyor. 

    Tarihin tekerrür etmesini asla arzulamayız ama ne olur, tarihten de biraz ibret alalım. Saraylar inşa etmekle itibar kazanılamayacağı, yukarıdaki basit hikâyelerimden sanırım net olarak anlaşılmaktadır...

En azından lütfen beş dakika sokağa çıkıp kara kışın ortasında çöp tenekesinden şişe ve sebze meyve atıklarını toplarken gördüğüm, itibarını kaybetmiş, gariban emeklileri siz de görün ve itibar adına milletin rızkından kesip, saray yapma sevdasından lütfen vazgeçin…

OKUR YORUMLARI
Abdulkadir Çapanoğlu
10.02.2021 06:42:21

Değerli kardeşim, değişik ülkeler de, önemli mevkilerde Türkiye için faydalı çalışmalar yaptığını ve yurdumuzu en iyi şekilde temsil ederek tanıttığını biliyordum. Lise yıllarında da başarılı bir öğrenciydin. Yaşadıklarını bizimle paylaştıkça bize anlatma fırsatı bulamadığın bu çok kıymetli bilgileri de öğreniyoruz. İyi ki varsın, iyi ki yazıyorsun. Eline yüreğine sağlık. Kuşadası’ndan sevgiler selamlar.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ