ANT VE ÜNİFORMA

Değerli okurlarım, daha ilkokuldan başlayıp lise tamamlanıncaya kadar bizler belirli üniformalar giyerdik. Bizim zamanımızda kreşler ve anaokulları analarımızın kolları olduğu için o yaşlarda üniforma ile tanışmıyorduk. İlkokula kayıt olduk, kolalı bezden veya naylondan yapılmış beyaz yaka, altına da, kız-erkek ayırt etmeksizin giyilen, kara önlüklerle tanıştık. 
Yine ilkokulda yavrukurt olur, haki renkli üniformalar kuşanır, alın üstünde kurt arması işlenmiş kepler takardık. Bir de özel selamımız vardı. İşaret ve orta parmaklarımızı kepin tereğine sertçe götürüp geri çekerdik. 
Ortaokul ve lisede ise yavrukurtlarınki gibi üniformalarla onların ağabeyleri, izciler olurduk. Selamı ise, yavrukurt selamındaki iki parmağımızın yanına dördüncü parmağımızı da ilave ederek verirdik.
Yavrukurt ve izci üniformalarını giydiğimizde, kara önlüklerin verdiği monotonluktan kurtulup, daha havalı olduğumuzu düşündüğümüz için midir nedir, özel bir mutluluk duygusu içine girerdik. 
Bu nedenledir ki, milletimizin tarihin sayfalarına sığmayan zaferlerini kutladığımız milli bayramlarımızın gelmesini dört gözle beklerdik. Şimdilerde olduğu gibi akıl almaz bahaneler uydurarak,  milli bayramlarımızdan, anma törenlerimizden asla kaçmazdık. 
Yavrukurt ve izci üniformalarını giymenin bir ön koşulu vardı: Ant içmek.   
 
“Tanrı'ya ve Vatanıma karşı vazifelerimi yerine getireceğime, yavrukurt (izcilik) türesine uyacağıma, başkalarına her zaman yardımda bulunacağıma, kendimi bedence sağlam, fikirce uyanık ve ahlakça dürüst tutmak için elimden geleni yapacağıma şerefim üzerine ant içerim”.
 
Büyüdük asker olduk, Çanakkalelerde, Sakaryalarda, Dumlupınarlarda, İnönülerde, Büyük Taarruzlar gibi,  tarihte emsalsiz zaferleri gelecek nesillerine miras bırakmış şerefli ordumuza katılırken de yine üniforma kuşanıp rütbeler taktıktan sonra,
 
“Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada her zaman ve her yerde milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle hizmet, kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu Türk Sancağı’nın Şanını canımdan aziz bilip icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime namusum üzerine ant içerim.” 
dedik; binlerce asker ve hep bir ağızdan.   
 
Doktor, hâkim, öğretmen, avukat, jandarma, polis, ebe, kısacası hangi mesleğe başlarsak başlayalım, hangi göreve getirilirsek getirelim, özel bir üniforma kuşanıp, peşinden de bir ant içiyoruz. 
Milletvekili oluyor, cumhurbaşkanı oluyor yine ant içiyoruz.
Bizim nesil, içinde geçen taahhütlere bağlı kalmanın bir şeref sözü olduğunu, şartlar ne olursa olsun, andın asla bozulamayacağını, daha 6-7 yaşlarında, şu sözlerle beyinlerine nakşetmişti. 
 
“Türküm, doğruyum, çalışkanım,- İlkem: küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.- Ülküm: yükselmek, ileri gitmektir.- Ey Büyük Atatürk!- Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.- Varlığım Türk varlığına armağan olsun.-Ne mutlu Türküm diyene.”
Ant içmek, sadece sivil ve askeri yaşamda verilen sözlerin yerine getirilmesi ile gereken taahhüt değildir. 
Biliyoruz ki semavi ve felsefi dinlerde de ant vardır. Allah’a saygı ve bağlılığını simgeleyen Kelime-i Şahadet getirmek” başta olmak üzere İslam’ın Beş Şartı, bir andın, bir sözün yerine getirilmesi taahhüdü değil midir? Nisa suresinin 136. ayetinde İman'ın şartları açıkça belirtilmiş olup, Müslüman bir kişinin bu şartları bilmesi ve yerine getirmesi gereği, dini kitaplarda altı çizilerek belirtilen kavramlardır. 
Yine dini kitaplarda ve ansiklopedilerde Tevrat Eski Ahit “Old Testament), İncil’in ikinci bölümüne ise Yeni Ahit (New Testament) denirken, açıkça bir ant tarifi yapılmaktadır. 
Kaldı ki ahit kelimesinin anlamı bir ant içmek değil midir? 
Tanrılı, tanrısız her dinde gördüğümüz “adakta bulunma” ve “kurban verme” sözleri, ant içmek anlamını taşımıyor mu? 
 
Şu satırlarda sık sık değindiğim gibi, ortaya yine dikkatleri sektiren bir gündem maddesi kondu. Siyasilerimiz karşılıklı kılıçlarını çektiler,  arkalarına da sadık basın mensupları saf saf dizildiler. Konu, Milli Eğitim Bakanlarımızdan Reşit Galip’in 1933 yılında kaleme alıp ilkokullarda okunan andımızın iptali. 
Neredeyse bir asırdır kalbimize ve zihnimize kazılı duran andımızın içeriğini yukarıda yazdım. 
Şimdi muhalefetin muhafazakâr kanadının temsilcileri diyorlar ki; aynen,
  • Çocuklarımızı küçük yaşta dar kalıba sokarsanız, demokrasiye bağlılık olmaz.
  • İstiklal Marşı varken tek partili dönemin, tek tipleştirici sloganlarına ihtiyaç yok.
  • Her sabah andı tekrar ederek, bir ülke ayağa kalkamaz, kalkamadı da.
Lütfen şu gerçeği hiç unutmayalım. 
İçilen ant, verilen bir sözün yerine getirilmesini, taşınan üniforma ise, verilen sözün sorumluluğunu hatırlatır. Tarih boyunca asker bu nedenle hep üniformalıdır.   
Bu andın vatan, millet ve kutsal değerler üzerinde verilen diğer antlara göre özünde bir farkı var mı? 
Madem bu andı kabul etmiyorsanız,  diğer mesleklerin antlarını da kaldırın da ant olayına toptan son verilsin. 
Siz de çok iyi biliyorsunuz ki, özde fark yok, ama her zaman olduğu gibi yine var olan ve var olmaya devam edecek olan “Atatürk” ün adı. Sizce çok önemli bir fark yaratıyor ve sizi çok rahatsız ediyor değil mi? 
Çanakkale Şehitlerimizi minnet ve saygıyla andığımız, dünyada emsali olmayan zaferlerini kutladığımız şu günlerde tartışılan konu bu mu olmalıydı? 
Beyefendiler, birçok konuda olduğu gibi düşünmeden ulu orta yaptığınız değerlendirmeleriniz, bu kez kahramanlarımızın aziz ruhlarını da muazzep etti. Bari laf ağzınızdan çıkmadan önce biraz düşünün, lütfen…
 
OKUR YORUMLARI
Zeynep Adalet
01.04.2021 11:08:55

Ne guzel ve acik bir sekilde anlatmissiniz. Kaleminize saglik.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ