YOZGAT YAZARLARINDAN KORONAVİRÜS YORUMLARI

YOZGAT YAZARLARINDAN KORONAVİRÜS YORUMLARI

Koronovirüs  salgını hem tüm Dünyanın,hem de ülkemizin en önemli gündemi oldu.Dünya ve ülkemiz insanları ve Yozgat’ta yaşayan herkes son günlerde hep  Koronovirüsü konuşuyor.Tüm insanlık alemi bir anlamda koronavirüsle yatıyor,koronavirüsle  kalkıyor.. Bu Dünyanın başına bela olan koronovirüs kabusu ile  ilgili hergün medyada sürekli haberler yayınlanıyor ve yorumlar yapılıyor..

YOZGAT Gazetesi yazarları da Koronavirüsü  köşelerinde  yorumlayıp  değerlendirdiler. İşte www.yozgatgazetesi .com’un köşe yazarlarından Abdulkadir Çaparoğlu,H.Bülent Payaslıoğlu,Muhsin Köktürk,Sezai Bayar,Oğuz Uçar ve Verda Aral Gülbay'ın  Koronavirüse ilişkin yorumları:

1-KORONAVİRÜSÜ       /     Abdulkadir ÇAPANOĞLU

Değerli okurlar, Koron virüsü denen ve gözle görülüp elle tutulamayan bir bela, dünya dengelerini altüst etti. Bu bela, bilgisayarlarımızı, akıllı telefonlarımızı etkileyen bir yazılım virüsü değil canlı. Örf ve adetler, ekonomik, siyasi, dini kurallar, sosyal yaşantılar, inanışlar tepe taklak. Can güvenliğimiz kolonya şişlerine bağlı. Bir zamanlar misafirlikte ikramların başında gelen ama zamanla unuttuğumuz kolonya ile neredeyse yarım banyo yapıyoruz. Daha yakın bir tarihte ismi lazım değil ama kocaman bir ülkenin ilk etapta en az 500 milyon insanı çeşitli yollarla yok etmeyi planladığını okumuştum. Bu konuda bir yorum yapmayacağım ama Dünya’ya hükmeden küresel güçler dünya nüfusunu azaltarak insanları daha rahat kontrol altına almak istiyor! Yıllardan beri dillendirilen bu komplo teorisini çok sayıda araştırmacı da kabulleniyor!

Nüfus artışı sorununun gerçekten büyük bir sorun olduğunu hepimiz biliyoruz.  Araştırmalara göz attığımıza görüyoruz ki, iki bin yıl önce Dünya da sadece 250 milyon insan yaşıyormuş.  1650 yıl sonra iki katına 500 milyona çıkmış. Yani iki katına çıkması için “1650” yıl geçmiş.  500 milyon nüfusun ikiye katlanması ise sadece “200” yıl içinde olmuş ve 1830 yılında dünya nüfusu 1 milyarı geçmiş.   “100 “yıl sonra nüfus 2 milyar oluyor. Ne kadar hızlı bir artış.  Bunun da ikiye katlanması sadece “45” yıl sürmüş. Yani yeni doğan bir insan 45 yaşına geldiğinde dünya nüfusu iki katı artmış oluyor, korkunç.  Nüfus 4 milyara ulaştıktan sonra, 1965 yılında bir rekora ulaşılmış ve nüfusun artım oranı yılda yüzde 2 olmuş. Bu durumda 35 yıl içinde dünya nüfusun iki katına ulaşacağı hesap edilmiş, fakat bunun ardından bir düşüş başlamış. Senelik artış oranı yüzde 1,5’e düşmüş. İkiye katlanma süresi 46 yıl olmuş, yine de korkunç derece de hızlı.

İnsan nüfusunun artışı, azalan ölüm oranlarına rağmen yavaşlıyor. Nüfusu dünyadaki yiyecek miktarı belirler denir. Birçok insan, dünyanın kaldırabileceği nüfusu belirleyen tek faktörün besin olduğuna inanır.  Bu doğru değil.  İnsanlar az veya çok besine göre daha az ya da daha çok çocuk yapmıyorlar. Hatta zengin besinin daha bol olduğu ülkelerde kadın başına çocuk sayısı fakir ülkelere göre çok azdır. Yani zenginler daha az çocuk yapıyorlar.

Biliniz ki, nüfus artışı yoksul ülkelerin sorunudur, çünkü inandıkları dinlerin baskısı altında kadercidirler, ilimden bilimden, cinsel korunmadan haberleri yoktur.  Ama hastalıklar, iş gücündeki dengesizlikler, çevre kirlenmesi gibi sorunlar dünyanın bütününü etkiliyor. Bu günün dünyasında, tahmininizin çok üzerinde mülteci vardır. Yüzbinlerce insan ekonomik, politik, etno-politik ve çevresel nedenlerle yerinden yurdundan olmaktadır. Bu durum, dünyanın çeşitli bölgelerinde nüfus yığılmalarının oluşmasına neden oluyor. Sağlık şartlarının elverişli olmadığı ortamlarda, çok sayıda insan yaşarsa büyük çapta bulaşıcı hastalıklarla karşılaşmak bir sürpriz olmaz. Örneğin bizim Suriye sınırımız gibi. Unutulmamalıdır ki, “virüslerin pasaportu yoktur.” Bu türden yığılmalar işgücü dengesizliklerine yol açacağı için dünya çapında ekonomiyi, dolayısıyla ülkelerdeki ücret politikasını etkiler.  

Dünyanın bugünkü nüfusu yaklaşık 6 milyar ve yıllık artış hızı da yılda yüzde 1.5’tir. Teknolojiyle nüfus sorunu çözülebilir diye düşünebilirsiniz ama teknolojide her şey zamanlamaya bağlıdır ve teknolojiyle sorunların ancak bir kısmını çözebilirsiniz. Örneğin tıp teknolojisini ele alalım.  Tıb bilimi ile uğraşanları Hipokrat’tan bu yana tıp bilgisinde pek bir ilerleme olmadığını ama Tıp teknolojisinde çok büyük ilerleme olduğunu söylüyorlar. Hâlâ tansiyonun neden yükseldiğini, böbreklerin neden taş yaptığını bilemiyorlar. Örneğin Tüberküloza çoktan çare bulunmuştu oysa dünyada her üç insandan biri halen tüberkülozdan etkileniyor. Afrika’da durum daha da kötü her iki insandan biri tüberkülozun etkisi altında. Ve sıkı durun, her yıl tam 3 milyon insan bu hastalıktan hayatını kaybetmektedir. Bu arada tüberkülozun ilaçlara dirençli yeni türleri ortaya çıkmaktadır. Teknoloji aynı zamanda kültürü ve çevreyi hesaba katmazsa bunun bedeli çok ağır ödeniyor. Yukarda yoksul ülkelerdeki nüfusun artışından bahsederken bu hale gelmesinden dini de sorumlu tutmuştuk.

Doğru mudur?

Elbette doğrudur. Hristiyan ve Müslüman ülkelerdeki dini kurumların birçok ülkede kürtaja ve aile planlamasına karşı cephe aldığı doğrudur.

Doğa, hastalıklar, açlık ve savaşlar yoluyla dünya nüfusunu dengeler diye düşünenler ve hatta iddia edenler vardır. Bu yanlış inanış M.Ö. 1600 yılından kalan Babil yazıtlarında da kendini gösteriyor.  O zamanlar, Tanrı’nın yeryüzünü insanlardan kurtarmak için hastalıklar yarattığına inanılırmış. Hâlbuki ki hastalıklar, insan bünyesinin zayıflıklarından faydalanmaya çalışan virüslerin, bakterilerin, mikropların ve diğer mikroorganizmaların başarısıdır.  

Buzul çağından sonra tarımının gelişmesiyle insan topluluklarının nüfus yoğunluğu artmaya başladı. Evcil hayvan ve insan atıkları, ortamların fareler ve pirelerle dolmasına yol açtı, insanlar toplu halde sağlıklı yaşamanın esaslarını henüz öğrenmemişlerdi. Bunların sonucunda hastalıklar yayılmaya başladı.

Günümüzde çok ucuz tedbirlerle bulaşıcı hastalıkları frenlemek mümkündür. Ebola nedeniyle 244 kişi ölmüştür. Bu, bir dakika içinde doğan bebek sayısından bile azdır

Doğanın açlık yoluyla nüfusu dengelediği de doğru değil. Sudan’ı düşünün, ülke uzun bir iç savaş geçirmişti. Eğer yardım ekipleri ülkeye biraz daha erken girebilselerdi belki de tarım bir ölçüde yoluna girecek ve bu ölçüde bir açlık yaşanmayacaktı. Ne var ki Sudan hükümeti kendi insanlarını ölüme mahkûm etti.

Savaşlarda, hiçbir zaman insan nüfusunun artışını ciddi bir şekilde etkilememiştir. Bu yüzyılda savaşlarda ölen insan sayısı 200 milyondan azdır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında siviller dâhil toplam 90 milyon, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da yaklaşık 50 milyon savaşlar yüzünden hayatını kaybetti. . Oysa Yukarda yazdığımız gibi, bu yüzyılın başında 1,7 milyar olan dünya nüfusu, bugün 6,2 milyara ulaşmıştır. Aradaki yaklaşık 5 milyarlık fark, bu yüzyıldaki savaşlarda ölen insan sayısının 20 katından fazladır.

Yani demem o ki biraz absürt olacak ama, uzayın sonsuz büyüklüğünde Dünya bir toz zerresi kadar yer kaplamakta iken onu bu hale getiren doymaz bir iştahla yiyip bitiren, yerüstü ve yeraltı kaynaklarını sömürürcesine tüketen insanoğlunu yeryüzünden kaldırırsak inanıyorum ki Dünya 50 yıl gibi kısa bir sürede havasıyla, suyuyla, denizleri, gölleri, ormanlarıyla kendini yenileyecektir.  Ondan sonra tekrardan reankarne olabiliriz.

2-KORONAVİRÜSÜNÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ         /      H.Bülent  PAYASLIOĞLU

Merhaba değerli okurlarım. Biliyorsunuz şu “Corona” virüsü denen illet artık ciddi ölçüde dünyamızı ve ülkemizi tehdit etmeye başladı. Ülkemize de sıçramış bulunan salgına karşı daha aylar öncesinden önlemler alan Sağlık Bakanımız başta olmak üzere, Doç. Dr. Mikrobiyolog sevgili yeğenim ile birlikte, canları pahasına fedakârca çalışan tüm sağlık sektörü personeline, şahsen şükranlarımı sunuyorum.

Her gün, her akşam neredeyse 24 saat radyo ve TV kanallarındaki haberlerde, konu hakkında fikirlerini paylaşan uzmanları heyecanla izlemekteyiz. Uzmanların doğal olarak Latince veya başka dillerin kökünden üretilmiş tıbbi terimleri kullanarak yaptıkları açıklamaların ve önlemlerin ne kadarının vatandaşımız tarafından algılanıp, kolayca uygulanabildiğini, merak ediyorum doğrusu? Bu sorunun, ilgililer tarafından ciddi olarak dikkate alınması ve bilgilerin halkın anlayacağı dilden verilmesi gerektiğini de, ilgililere buradan duyurmak istiyorum. Tıp uzmanlarımızın tıbbi jargonları kullanmaları da çok doğaldır. Çünkü sadece tıp da değil, birçok bilimsel ve teknik konulardaki yabancı kelimeleri, Türkçe karşılıklarını bulmaya bile zahmet etmeden, aynen dilimize yerleştirmişiz de ondan. 

Bu bağlamda, biraz da iğneyi kedimize batıralım derim. Bakın, şu yazımın içeriğinin büyük bölümü bile maalesef  “Arı Türkçe”den yoksun! Değil mi?

Corona virüsünün tıbbi boyutta yarattığı ölümcül etkisinin yanında, dünya çapında fevkalade bir hızla gelişen ekonomik etkisi de dikkatimi çekmektedir. Sizler de izlediğiniz gibi, istisnalar dışında, tüm üretim, hizmet, eğitim sektörleri ve spor dünya çapında ciddi yaralar almaktadır. Ülke ve dünya turizminde milyar avro sermayeli havayolu işletmelerinin iflas etmesi, turistik tesislerin kapanması, sanayide üretimin durması, ticaretin durgunluğa girmesi, borsaların çökmesi, spor müsabakalarının iptali veya seyircisiz oynaması çok ciddi olaylardır. Bunlarında ötesinde, geleceğimizin garantisi evlatlarımızın öğrenim programlarının kesintiye uğramasıdır. Ortaya çıkan olumsuz gelişmelerin sonucunda da karşılaşacağımız maddi ve manevi kayıpların kısa zamanda ve kolay yoldan telafi edilmesi pek mümkün olmayacaktır.

Dile getirdiğim bu olumsuzluklar ülkemizde ve dünyada domino etkisi yaratırken, ben bu arada corona virüsünün tıbbi ve ekonomik boyutları arasındaki ilintiyi “korelasyonu” kurmaya çalıştım.

Nasıl mı? Anlatayım:
Corona virüsüne yakalananların yaşlarına göre ölüm risklerinin farklı olduğu tıp uzmanlarınca belki yüzlerce kere açıklandı. Bu çerçevede Çin Resmi Kurumları tarafından yapılan istatistiklere hemen bir göz atalım. Bu virüsün sebep olduğu ölüm oranlarının 10 yaştan 49 yaşa kadar etkisinin % 0,1 ile %0,3 arasında, yani %1’in altında seyrettiği tespit edilmektedir. Takiben, 50-59 yaş arasında bu oran % 1,3, gibi tek haneli rakamlara çıkmakta, 60-69 yaşlarından itibaren 70-79 ve 80 yaş üzeri gruplarda ise artarak, sırasıyla %3,6, %8, %14,8 rakamlarına ulaşmaktadır.

Birleşmiş Milletler Teşkilatı “UN”, Uluslararası Para Fonu “IMF”, Dünya Bankası “IBRD”, Ekonomik ve İşbirliği ve Kalkınma Örgütü “OECD” ve uluslar arası ve ulusal istatistik kurumlarının çeşitli sektör ve konular üzerinde yayımladıkları raporlar, resmi ve özel kaynaklardan temin edebildikleri verilere göre hazırlanmaktadır. Bu çerçevede düzenlenen UN istatistiklerine göre, Dünya Nüfusunun 65 yaş ve üzerindeki kısmı 2019 yılında 703 milyon olarak kayıtlara alınmıştır. Bu yaşlı nüfusun 2050 yılına kadar 1,5 milyara çıkması hesap edilmektedir. Bu iki rakam içinde, güvenli verilerin sağlanmasında zorluk çekilen ülkeler de bulunmaktadır. Bu garip duruma rağmen, 2019 ve 2050 yıllarına ait 703 milyon ve 1,5 milyarlık yaşlı nüfusun yaklaşık % 50 sinin sosyal güvenlik fonlarından emekli maaşı aldığı varsayılmaktadır. Bir hesap yaparsak, dünyada Sosyal Güvenlik Sisteminin koruması altındaki nüfusun iki tarih arasında sırasıyla 352 ve 750 milyon arasında seyredeceğini bulabiliriz.

2050 yılında 750 milyona ulaşacağı tahmin edilen ve üretime katkısı olmayan emeklilere, kamu ve özel sektör kurumlarından oluşan Sosyal Güvenlik Kurumları (SGK) tarafından yapılacak olan prim ve emekli maaşı ödemenin tutarını tahmin edebiliyor musunuz? Çok iyimser bir yaklaşımla, sadece 2019 yılında 352 milyon emekli için kişi başına, asgari 10.000 Avro üzerinden ödeme yapılmış olsa yükümlülük tutarının 3,52 Trilyon Avroya ulaştığını açıkça görebiliriz. Artık siz hesaplayın 2050 yılındaki rakamın ne olacağını...

Hesapların ortaya koyduğu bu gerçek, aşağıda açıklayacağım ilgililer nezdinde, çok ciddi boyutta kaygı oluşturmaktadır.

Batı ülkelerindeki özel sektör kuruluşları, çalışanlarından tahsil ettiği SG primlerini mali piyasalarda faaliyet gösteren Emekli Fonu Kuruluşları “EFK” (Pension Fund Companies) aracılığıyla nemalandırırlar. Bildiğim kadarıyla Türkiye’de bu sistem, Merkez Bankası ile bazı özel bankalar tarafından da çalıştırılmaktadırlar. EFK’lar, paralarını yönettikleri firmanın emekli olacak elemanlarına peşin ödenecek emekli primlerini güvence altına almak için eşit miktardaki bir fonu, dünya tahvil piyasalarında tedavül eden bonolara veya diğer yatırım araçlarına bağlarlar. Örneğin 20-30 yıl sonra emekliye ayrılacak personele ödenecek toplam prim tutarındaki meblağı hesaplayarak karşılığında 20-30 yıllık vadeli bono satın alırlar. Yine “repo”, “options” ve “futures” gibi benzeri para ve sermaye piyasalarındaki araçları kullanırken, borsalarda da işlem yapmak suretiyle, varlıklarını geliştirirler.

Bu meyanda, doğum oranlarının %0,2 nin altında, ortalama ömrün ise seksen yaşın üstüne çıkmış gelişmiş ülkelerde EFKların daha yaygın biçimde faaliyette bulunduklarını, kısa bir bilgi olarak belirtmek isterim…

Peki, bu EFKların dünya çapındaki sahipleri kimlerdir. Genel olarak bu fonların sahipleri, dünya para ve mali piyasalarını (*) banka, sigorta ve diğer mali kuruluşları aracılığıyla yöneten ve yönlendiren ve dünyanın hemen hemen her yerinde faaliyette bulunan, “paradan para kazanma politikasını” ilke edinmiş, inanılmaz büyüklükte sermaye sahibi meşhur ailelerdir. Bu ailelerin en büyük korkusu ise yukarıda basitçe hesabını yaptığım ve sadece 2019 yılında asgari 3.52 trilyon avroyu bulan, gelecek yıllarda ise daha da artması kaçınılmaz olan, emekli primleri ve ücretleridir.

“1929 Dünya Ekonomik Buhranı”nda uğradıkları kayıplarının telafisi uğruna bu ailelerin 1945 yılında II. Dünya Savaşında olduğu gibi, dünyada iç ve dış savaşlar çıkarttıkları, gelişmekte olan ülkelerde isyanlar veya ihtilaller yoluyla o ülkelerin tüm ekonomik kaynaklarının üzerine oturdukları, devlet liderlerine suikast düzenledikleri de çok iyi bilinen eylemleridir. Bu olayların çoğunu da senaryolaştırılıp, Hollywood Filmlerinde izletildiğini de çok iyi bilmekteyiz.

Şimdi, buraya kadar yazdıklarımı toparladığımda, bugünkü yazımın başlığını neden “Corona Virüsünün Düşündürdükleri” şeklinde koyduğumun gerekçesi de ortaya çıkacaktır.

Salgından benim, gibi birçoğumuzun da içinde bulunduğu ve daha ağır etkiye uğrayacak 65 ve üstü yaş gurubuna yapılacak olan ödemelerin riskini bertaraf etmek amacıyla, tarihte örneklerine şahit olduğumuz eylemleri gibi, Corona virüsünün de, acaba, O saygın aileler tarafından özel olarak sipariş verilmiş olması düşünülemez mi? (**)

Gerçekten de bu ihtimal beni ciddi olarak düşündürmektedir.

Salgın, yıkıcı etkisiyle neden önce Çin’den çıktı, oradan İran ve Katar gibi Trump’un son zamanlarda canını sıkan ülkeler üzerinden, batıya ve doğu doğru, ama azalarak yayıldı?
Bu tablo üzerinde biraz düşünülmesi gerekir, demekten açıkçası kendimi alamıyorum…

(*) Para Piyasaları, 2 yıl, Mali Piyasalar, 2 yıl üstünde vadeli olan piyasalardır.
(**) Bu ailelerin geçek yüzünü yansıtan Yük. Müh. Ersan ÖZTUNA tarafından kaleme alınmış “İllumminati’den Günümüze Global Elit ve Derin Dünya” kitabını okumanızı öneririm.

3-SEN NEYMİŞSİN KORONA        /    Muhsin KÖKTÜRK

Koronavirüs konusunda yazı yazmamaya karar vermiştim. Çünkü hemen herkesin dilindeydi bu olay. Ne var ki sözümde duramadım. Bir virüs gibi içimi kemirdi yazma dürtüsü ve yine aldım kalemi elime.

Yazma konusundaki kararımda Youtube’ta yayımlanan birtakım videoların da etkisi oldu. Onları dinleyince şaşırıp kaldım. Neler çalınıp söylenmiyordu ki… İşin hâlâ gırgırında bazıları. Bakın, bunlardan birinin sözleri:

Oy korona korona,
Çıktım dünya turuna.
Bize gelsen ne yazar?
Maske taktık buruna.

Virüs kaptım korona,
Yaşar mıyım sorun ha?
Uzaklarda yârim var,
Ben ölürsem korona.

Virüs yayacakmışsın,
Yaysan doyacak mısın?
Bu kadar söz üstüne,
Bize kıyacak mısın?

Koronanın oyunu,
Göreceğim boyunu.
Ben size demiş idim,
Amerika oyunu.

Bazıları koronavirüs olayına böyle yaklaşadursun bakalım. Aslında durum sanıldığından çok daha kötü.

Hani çok bilindik bir söz vardır: “Bir musibet bin nasihatten iyidir.” İşte aynen böyle bir duruma düştü tüm dünya.

Konoravirüsün tüm dünyaya, dolayısıyla ülkemize etkisi üzerinde duracak değilim. Tüm basın ve yayın organlarında konuyla ilgili yoğun haberler yer alıyor. Ben; bu virüs olayının yaşama bakış açımızda yarattığı değişiklikten, özellikle temizlik anlayışımıza getirdiği katkıdan söz etmek istiyorum.

Şurası bir gerçek ki toplum olarak, “Bize bir şey olmaz.” düşüncesi her zaman benliğimize egemen olmuştur. Bunun sonucu olarak hiçbir tehlikeye boyun eğmemeyi alışkanlık edinmişiz. Hatta bunu bir övünç olarak görmüşüz.  Ama deyim yerindeyse “kazın ayağı öyle değil” aslında. Bunu biraz anladık gibi.

El, yüz ve beden temizliğinin ne denli önemi olduğu gerçeğini bu kez bir virüs anımsattı bize. Pabuç pahalı olunca da hemen uygulamaya koyduk bunu. Daha düne kadar kulak ardı ettiğimiz temizlik gerçeğini anımsayıp şimdi birer temizlik havarisi kesilmeye başladık. Bir zamanlar; “Akan su kir tutmaz.”, “El öpmekle ağız pis olmaz.” gibi yanlış düşüncelerin etkisiyle hareket eder ve  “Ayı tüfekle değil, yürekle vurulur.”, “Elle gelen düğün bayram.” , “İş olacağına varır.” gibi sözlerin etkisiyle yiğitlik taslayıp kadercilik oynarken şimdi, ”Bin ölçüp bir biçmeli.”, “Bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır.”, “Eşeğini evvel sağlam kazığa bağla, sonra Allah’a ısmarla.”, “Ateş alan harmanı söndürmek güç olur.” der olduk. Bence çok olumlu bir gelişme bu.

Şimdi biliyoruz ki, “Korkulu rüya görmektense uyanık yatmak hayırlıdır.” Bu nedenle hükûmet yetkililerin, sağlık görevlilerinin, bilim adamlarının uyarılarına kulak veriyoruz artık. Bu doğrultuda temizliğimize gereken özeni gösteriyoruz. Bulunduğumuz ortamı mikroplardan arındırıyor; elimizi, yüzümüzü sık sık yıkıyoruz. Zorunlu olmadıkça evimizden çıkmıyoruz. Grip ve benzeri bir hastalığımız varsa maske ve eldiven kullanıyoruz. Koronavirüs kuşkusu taşıyorsak hemen Alo 184’ü arıyoruz. İyi de yapıyoruz.

Dilerim bu koronavirüs belasından kurtulup normale döndüğümüzde, çektiğimiz sıkıntı ve acıları unutup yeniden o vurdumduymaz bireyler durumuna dönmeyiz.

4-VİRÜS EVRENİN ACIMASIZ İNTİKAMI MI       /    Sezai  BAYAR

Çin’den bir virüs çıktı, dünya yani üzerinde yaşadığımız gezegen dibinden sarsıldı. Biz kendi dünyamızdan sorumluyuz şimdilik…

İleriki asırlarda kimler, hangi gezegenlerden de sorumlu olacaklar bilemeyiz. Bildiğimiz, 2 bin yılı aşkın süredir üzerinde “hayat bulduğumuz” bu güzelim dünyayı iyi kullanamadığımız.

Havasından, suyuna…

Toprağından, ırmağına…

Ormanından, kuşuna…

Denizinden, gölüne…

Çiçeğinden böceğine kadar…

Tüm imkanları, nimetleri, yararlı olanları tepe tepe kullandık…

Doğanın tüm dengelerini bozduk.

Tüm suları kirlettik.

Tüm hayvan cinslerinin değerini bilemedik.

Havayı soluk alamayacağımız noktaya getirdik.

Evet insanlığa, evrene ve onun bu dünya kurulduğundan beri geçerli kurallarına borcumuz çok fazla. Evren ve onun çok değerli kurallarına karşı olan sorumluluğu nedense insanoğlu fazla içselleştirememiş gibi. Belki de, yeteri kadar benimsenmediği için mi bugünlere savrulduk? Acaba, evrenin her zaman geçerli olan kurallarına uymayan, ona yeteri kadara değer vermeyen, hatta bu kuralları hovardaca harcayan insanoğluna çıkardığı bir acı fatura mıdır bu minnacık virüs? insanoğlunun uymadığı kuralların karşılığını böylesine bir salgın ile mi ödetiyor? Belli ki bu dünyaya borcumuz çok birikmiş. Dünyayı sarsan minnacık bir virüs eğer bir “intikam” amacıyla yola çıkmışsa işimiz daha çok zor demektir.

“Hayat bir med-cezirden ibarettir” demek güzel…

Ve peşinden “ Geçecek bu kötü günler” cümlesini kurmak da çok kolay.

Ama minnacık bir virüsle ödeyeceğimiz bedel çok ağır gibi…

Fatura çok kabarık.

Ödenmesi acıtacak gibi…

5-KORONA İLE YAŞAMAK         /    Oğuz UÇAR

Yakın zamana kadar “Adam ol” denilirdi,

Şimdilerde bu değişti. Artık “İnsan ol” deniliyor!

Bana göre de, doğru olan İnsan olabilmek gerçekten...
İnsanoğlu, bitmek tükenmek bilmeyen hırsı ile hızla dünyayı bitiriyor.
Uzay teknolojileri ile “olmaz” denilenleri başarırken kendisine de dünyayı zindan ediyor.
Ama şimdi Corona Virüsü sayesinde “Hayat” denilen gerçekle yüzleşiyor.
Tıp insanları tarafından “Covid-19” olarak tanımlanan Corono Virüsü;

Ne zengin, ne fakir...
Ne ünlü, ne gariban...
Ne devleti yöneteni, ne de yönetilen vatandaşları hiç ayırmıyor.
Bütün dünya tek gündem üzerinde buluşmuşken, bir anda her şey önemini kaybediyor.

Dünyayı tedhit eden Corono virüsü yüzünden;
Ne makam, mevki...
Ne şan, şöhret...

Ne AVM’lerin ışıltısı...
Ne de son model otomobiller...
Birden gözümüzden düşüverdi!

Herkes, en önemli şeyin “hayat” olduğunu bir defa daha anladı!
Ömür çiçek kadar narin, bir gün kadar kısa
Ağlama değmez hayat, bu gözyaşlarına...

Şarkısı bir başka anlam kazandı.

İnsanlık büyük bir sınav ile karşıyayken,

Fırsatı ganimet bilip ürünlerine zam yapanlar,

Ya da “Önce ben” duygusu ile marketlere koşup stokçuluğa yönelenler,

İnsanların bu korkusundan yararlanarak hırsızlığa yeltenenler,
Maalesef “İnsanlıktan” sınıfta kaldı!..

6-ALLAH HEPİMİZİ KORUSUN         /      Verda Aral GÜLBAY

Selam Yozgat'lı hemşehrilerim.

Ülkemizde de görülen Korona mikrobu salgınından hepimizi korusun Yaradan.

Gerekli tedbirleri alarak bizleri koruyor devletimiz.

Bizlere düşen görev ise  kendimizi korumanın en büyük önlem olduğu gerçeğini bilerek bu önerileri dikkatle uygulamaktır bence.

Bu dünyayı titreten ve korkutan koronovirüs konusunda bizleri aydınlatarak sağlığımızı korumaya çalışan  başta Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Sağlık Bakanı sayın Fahrettin Koca ve Türkiye'nin tüm doktorları ile Belediye başkanlarımıza sonsuz teşekkürler.

Dünyaya örnek olacak davranışıyla halkı öpmek yerine selamlamanın bizlere koruyucu önlemler olduğunu da öğretti sayın Erdoğan..

Koronovirüs belasıyla fedekarca mücadele eden Tüm sağlık personeli ile bu mücadelede emeği geçen herkese teşekkür borçluyuz.

Allah sizleri korusun.

"Tedbir bizden,Takdir Allah’tandır "

Sözünü hep hatırlayalım..

Sevgi ve saygılarımla..

21/03/2020 21:08
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ