GAZETECİLİK NEDEN YERLERDE ? // Sezai BAYAR'ın yorumu

Bu meslekte 61 yılı geride bırakmak üzereyim.
Mesleğimin yarısı Hürriyet Gazetesi çatısı altında geçti.
1972-2002 yılları arası…
Sorumluluk aldım,
Temsilcilik yaptım.
Köşe yazarlığı (Hafta sonu yayınlanan 8. Gün ek’inde) denemelerim oldu.
Fıkra yazarlığı dönemi yaşadım (1974-1987 yılları arasında Bir Günün Hikayesi köşesinde imzasız fıkralarımın sayısını dahi hatırlayamıyorum)
Türkiye’de meydana gelen önemli olayların peşinden koştum.
Siyasetçileri adım adım izlediğimiz dönemler oldu.
Hiç birinde parti ayrılığı gözetmedim, gözetemezdik.
Tam aksine uygulamalar yaşadım...
Bir arkadaşımızın eğer herhangi bir partiye eğilimi-sempatisi veya herhangi bir ilişkisi varsa, editoryal yönetim derhal bunu anlar-sezer ve bu alanda o arkadaşa görev vermezdi.
Bazen gözden kaçtığı olmaz mıydı?
Olurdu ama derhal önü kesilir, tekrarı yaşanmazdı.
Hele menfaat ilişkisine asla izin verilmezdi.
Parti organı olan (Ulus-Zafer ve Son Havadis) gazetelerinde çalışanların parti yönetimlerince korundukları görülürdü ama parasal menfaat-çetelerle işbirliği gibi konularda asla önemli bir olay yaşanmazdı.
Mafya liderlerinden Sedat Peker videoları gösterdi ki, AKP döneminde ortalıkta görünen gazeteci sıfatı taşıyanların bir kısmı siyasetçi-mafya girdabına girip kısa zamanda köşe dönmeyi becermişler.
Özellikle köşe dönmenin kestirme yolu iktidardakilerde olduğu için AKP tarafını tercih eden gazeteci müsveddeleri, sanırım mafya-siyasetçi-gazeteci ilişkisinin kestirme yol olduğunu keşfetmişler.
Özışık kardeşlerin siyasetçi ve mafya lideriyle ilişkisi bize bu gerçeği gösterdi.
Bu ve buna benzer gazeteci müsveddeleri o kadar çok ki, bu iki örnekten hareket etmek aldatıcı ve eksik olabilir.
Bunlar ve buna benzeyen niceleri “her dönem” değil, AKP döneminin en kullanışlı tipleri oldu.
İhale peşinde koşmak, bunları kesmez.,.
Ev, arsa, araba kapma yarışı bu kesimi rahatlatmaz.
Haber şantajlarıyla belediyeleri tehdit edip rüşvet almak küçük işlerdendir.
Tetikcilik yapanlara çok rastlanmasa da, yardakçılık yolunu tercih edenlere rastlamak mümkündür.
Mafya-siyaset-sözde gazeteci ilişkisi şunu göstermiştir ki, gerçek gazetecilerin önü kesilmekle, penguen takımını güçlendirmekle, sansür ve yasaklarla gerçek haberciliğin önünün kesilmesi hiçbir iktidarı ayakta tutamaz.
Tutuyor gibi görünse de bu işi bir yerde biter.
Lastiğin patlaması için bir çivi yeterlidir bazen.
Bizde “sözde” gazetecilik- yandaş medya- fırıldak yazarlar serüveninin 19 yıl sürmesi bir rekordur.
Gerçek demokrasilerde olsa olsa bir dönem, yani 4 veya 5 yıl sürebilir.
Bizde neden bu kadar uzun sürdü?
2000 yılı öncesi gazetecilik için miladi bir önem taşıyor adeta.
“Gerçek gazeteciliğin yapıldığı yıllar.” diyebiliriz, 1960-2000 yıllar arasındaki 40 yıllık döneme.
Kim ne derse desin 1961 Anayasası, medya için yeni bir kilometre taşıdır.
1980 darbecileri bile, faşist bir anayasa yapmakla birlikte medyaya sınırlı bir özgürlük tanıdılar.
1961’de elde edilmiş olan haklara fazla dokunmadılar.
En azından sıkı yönetim dönemlerinde dahi gazete kapatmaları sınırlı tuttular.
Mesela, Hürriyet Gazetesi’ni hiç kapatmadılar.
Sadece bir hafta ile sınırlı olmak üzere Marmara Bölgesi baskısını durdurdular.
Bunu da neden yaptıklarını daha sonra anlatamadılar nedense.
Neyse biz, o dönemlerde yaşadığımız gazetecilik ve gazeteci sorumluluğuna göz atmaya devam edelim.
1982 yılı…
Rahmetli Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı ve “saz arkadaşları” na yaptırdıkları 1982 askeri faşist Anayasasının tanıtımı için, dönemin Devlet Başkanı Orgeneral Ahmet Kenan Evren, yedi günlük yurt gezisine çıkacağını duyurdu.
Amaç halk oyuna sunulacak yeni anayasayı tanıtmak ve halkın çoğunluğunun bunu kabul etmesini sağlamak.
Gazetecilerin de bu geziye katılabilecekleri söylendi.
Ben ve bir foto muhabiri olmak üzere üç kişiye görev verildi. Rahmetli Genel Yayın Müdürü Çetin Emeç tarafından
Bir arkadaşım konuşmaları aktaracaktı ve ben ise izlenimleri yazacaktım.
Özellikle bana “ Ne görüyorsan, neye tanık olduysan, ne duyduysan olduğu gibi aktar ve yorumla. Hiçbir zaman Evren ve kendisiyle birlikte olan konsey üyelerinin etkisinde kalmaksızın not ve yorumlarını yazdır. Onların gösterdikleri yerlerde değil, kendi paranızla otellerde kalın” dendiği için çok rahattım…
Yeterinden fazla avansı alıp cebimize koyduk.
Üç askeri uçakla yollara düzüldük.
İlk uçak Evren’i, ikincisi konsey üyelerini götürüyordu, üçüncüsü ise nakliyede kullanılan askeri uçakla bizler yani gazeteciler yollara düzüldük.
Askeri nakliye uçağındaki halimizi ortaya koyan fotoğraflar çektik, halimize güldük ama çok da eğlendik.
Evren’in Trabzon’daki konuşmasından sonra deniz kuvvetlerinin bir tesisinde akşam yemeğine davet edildik.
Pazar günüydü.
Yemek verilen mekana askerlerin rehberliğinde girdik.
Ancak gösterilen yemekhanede Evren ve konsey üyeleri yoktu.
Bizi astsubayların yemekhanesine götürmüşlerdi.
Rahmetli Cüneyt Arcayürek Güneş Gazetesi sorumlusu olarak geziye katılıyordu ve bu durum karşısında bizlere dönüp “Arkadaşlar, bu tutum ve tavır bizlere verdikleri değeri gösteriyor. Belki Evren’in haberi yoktur ama önerim, burada değil şehir içinde bir restoranda yemek yemektir. Burayı terk edelim” dedi.
Başta Cumhuriyet’in Ankara Temsilcisi Yalçın Doğan, Günaydın Gazetesi Ankara Temsilcisi rahmetli Bekir Coşkun bu “Üçüncü mevki” deki yolculuk karşısında çok eğlendik, Bekir’in esprilerine çok güldük...
Askeri tesis dışında yemek yeme teklifini hepimiz kabul ettik.
Hürriyet’in Trabzon temsilcisi rahmetli Orhan Kaynar, hemen öne atıldı ve “Şimdi benim götüreceğim yere gelmek zorundasınız. İyi bir balık lokantasına götüreceğim sizleri” dedi.
Yemeğe katılmadığımız kısa zamanda anlaşılmış olmalı ki, yönetimin basın danışmanı gazeteci arkadaşımız Ali Baransel ir süre sonra bizleri balık yediğimiz yerde buldu ve olanlar için Evren adına özür diledi.
Ama çok geçti.
Ve enfes bir gece yaşadık.
Sonra otelimize dönerek kendi paramızla kaldığımız otelden sabah yine yola koyulduk.
Tabii bu arada not düşmem gerek…
Bazı gazeteci arkadaşlarımız, bu geziyi düzenleyenlerin daha önceden planladıkları devletin gidilecek olan kentlerdeki misafirhanelerinde ağırlandılar.
Her gazetenin özel otel masraflarını karşılayacak gücü olmadığını ve olamayacağını da teslim edelim.
Benim Trabzon notlarımın başlığı şöyleydi ertesi günkü gazetede:
“İlkokul öğrencileri yollara dökülüp Evren’i bayraklar ve alkışlarla karşıladı.”
İkinci başlık ise şöyleydi:
“Ya- ya- ya, şa- şa- şa…
Süleyman Paşa çok yaşa...”
Günlerden Pazar, okullar haliyle kapalı…
Süleyman paşa ise o dönemde Milli Eğitim Bakanıydı.
Ertesi gün Erzurum konuşmasından sonra Evren’in orduevinde verilen yemekten önce elinde rakı kadehi ile aramıza karışıp “ Yine ağır eleştirmişsiniz” diye sitem ettiğini duydum ama hiçbir zaman yazılarımız-notlarımız ve yorumlarımıza herhangi bir müdahale-yasak veya eleştiri getirdiklerini hatırlamıyorum...
Gazetecilikte nerden nereye geldiğimizi ortaya koyarken, yaşanmış olayları gündeme taşıyarak gelecekte gazeteci adayı olacaklara “nasıl tarafsız kalınır?” veya “editoryal bağımsızlık” konusundaki eksikliklere de ışık tutmak niyetindeyim.
Hürriyet çatısı altında çalışan herkesin yaşadığı birbirine benzer olaylarda, gazete üst yönetiminden en alttaki muhabire kadar uzanan sorumluluk-tarafsızlık-doğruluk zincirinin halkalarından biri de Çorum olaylarına uzanır.
Örnek olay olduğu için Çorum kanlı olaylarına değinmek istiyorum.
1980 Mayıs ayı…
12 Eylül 80 askeri darbesinin köşe taşlarının döşendiği dönemler.
Çorum’da siyasi ve dini temelli olayların çıkacağının ilk işaretini alan Çorum muhabirimiz Mehmet Yolyapar beni telefondan uyardı:
“Ağabey Çorum’da Alevi-Sunni çatışması çıkmak üzere. Taraflar kararlı. Ben buranın yerlisiyim. Vereceğim haberler bir kesimi memnun edebilir, diğer kesimi kızdırabilir. Ne kadar tarafsız kalırsam kalayım, beni burada tarafmışım gibi görürler ve beni rahat bırakmazlar. Sizden bir ekip gelirse iyi olur, ben sizlere her alanda yardımcı olurum” diye uyardığında anladım ki, olaya “kan karışacak” gibi…
Hatta Kahramanmaraş kanlı olaylarına benzerinin başlangıcını Çorum’da da yaşayabiliriz diye düşündüm. Merkeze haber vererek, bir ekiple yola çıkacağımı bildirdim.
Üç kişilik Hürriyet ekibi olarak, ikiye bölünmüş ve çatışmakta olan halkın arasında bulduk kendimizi. Şehir dışında bir otele sığınarak burada kalmaya karar verdik.
İktidarda MHP-MSP’nin” kerhen” desteklediği Demirel Başbakanlığında bir azınlık hükümeti vardı.
Olay yerindeki İçişleri Bakanı Mustafa Gülcügil’den ön bilgiyi alırken bakan “ Çorum’da devleti yıkmak isteyen solun karşısına, devlete destek fikrinden hareket eden sağ çıktı” diyordu..
Çorum’da tarafsız habercilik yaparak adeta ikiye bölünmüş Çorum olayları tarihe geçerken, Hürriyet olarak tarafsız bir gözle en iyi şekilde yaşananları ve gözlemleri aktardık.
Çorum muhabirimiz Mehmet Yolyapar şu anda hala gazeteci. Üstelik kendi gazetesi Çorum Haber’in tüm sorumluluğu üstünde. Yarım asıra yakın süredir tarafsızlıktan bir milim taviz vermiş değil.
Hiçbir zaman doğruluktan ayrılmadan dimdik ayakta.
Tıpkı, 47 yıldır Yozgat Gazetesi’ni tarafsızlıkla yöneten, başarı ödüllerine doymayan, Hürriyet Haber Ajansının kıdemli temsilcisi Osman Hakan Kiracı gibi.
**
Türkiye’nin her bölgesine yayılan Hürriyet bürolarında görev yapan tüm meslektaşlarım, şu anda aynı çizgide çaba gösteriyorlar mı, yoksa “Sahibinin Sesi” misali AKP’nin hoşlanmayacağı haberleri merkeze geçemiyorlar mı bilemem ama her birinin Erol Simavi döneminde gerçek gazetecilik yapmış olmalarından mutluluk duyduklarına eminim.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve yeraltı dünyasının ünlülerinden Sedat Peker adlı mafya liderinin, peş peşe yayınlanan video dizisinde adı ne yazık ki gazeteci olarak geçen “Saray Yanlısı” iki kardeşin düştükleri duruma hiçbir gerçek gazetecinin düşmesini istemem.
Yalaka-fırıldak ve menfaat uğruna kendilerine “gazeteci süsü” verenlerin cirit attığı bir dönemde, gerçek gazetecilik yapmak çok zor.
“Zor Zenaattır Gazetecilik” tanımı boşuna söylenmiş değil.
30/05/2021 02:33
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ








