TARTIŞMALARIN ORTASINDA KEMAL TAHİR – 1

Kemal Tahir adına ilk rastladığımda ortaokul öğrencisiydim. Yaz tatiliydi. Şehrin iki matbaasından birinde çırak olarak çalışıyordum. Bir kasaba minibüsünün arka koltuğunda yanıma oturan bir genç adamın elinde gördüm: Devlet Ana, Kemal Tahir. İki cilt. Gecemi gündüzüme katarak, uyku saatlerinden çalarak, sofraya bile elimde kitapla oturarak okuduğum yıllar. Adını duyduğum her yazar yeni bir heyecan başlatıyor bende. Üstelik o güne kadar iki ciltten oluşan bir kitap okumamıştım. Kitabın iki cilt olması bile farklı bir duygu uyandırıyordu. Kapağındaki tuğlar, tarihî romanları seven bir çocuğun aklını çelmez mi? Ama kitabı şehrin kitapçısında ve kütüphanesinde bulamıyorum. O minibüs koltuğunda yanımda oturan genç adamın elindeki kitaplar unutulmaz bir görüntü olarak hep kalmıştır belleğimde. Sonraki yıllarda Kemal Tahir’in pek çok kitabını okudum; onun mektuplarını, hakkında yazılanları… Her defasında onunla ilgili düşüncelerim bir öncekiyle yer değiştirerek birbiriyle yer değiştirdi, karmaşıklaştı, bulandı.

Aslında bu karmaşa ya da Murat Belge’nin söyleyişiyle “gerilim”, Kemal Tahir okuyanların çoğuna yaygınlaştırılabilecek bir durumdan kaynaklanıyor. Murat Belge Edebiyat Üstüne Yazılar’da yer alan bir yazısında: “Kemal Tahir’in ilginç bir özelliği var; karşısında ‘ılımlı’ denebilecek bir tavır alınamıyor. Ya çok beğeniliyor, ya hiç beğenilmiyor.” diyor. Bu durum daha çok Devlet Ana’nın yayınlanışından sonra yoğun tartışmalarla ortaya çıkmış gibi görünse de, esasında, yazarın ikinci dönemi olarak adlandırılan dönemde geliştirdiği düşüncelerden kaynaklanmaktadır.

Kemal Tahir’in romancılığını üç ana eksen üzerinde toplamak yapılacak değerlendirmeyi kolaylaştıracaktır:

Sağırdere, Körduman, Köyün Kamburu gibi köy ve kasaba romanları birinci çizgiyi;

Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehrin Mahpusu, Kurt Kanunu gibi şehir romanları ikinci çizgiyi;

Devlet Ana da tarihî roman olarak üçüncü çizgiyi oluşturur.

Kemal Tahir edebiyata, topluma, tarihe bakış açısının farklılığıyla diğer yazarlardan ayrılır. İsmet Bozdağ ile yaptığı bir konuşmada şöyle der: “Batı romanı nereden kaynaklanmış? Masaldan, halk hikâyesinden mi? Tamam! Benim de masalım var, halk hikâyem var… Öyleyse romanımı oturtacağım temel var bende.”

Kemal Tahir’e göre Türk insanı ve Türk toplumu Batı insanına ve toplumuna benzemez. Çünkü Osmanlı ve Doğu toplumlarının tarihsel gelişimleri Batı toplumlarının gelişiminden farklıdır. Osmanlı toplumunda feodalite, kölelik, kapitalizm gibi evreler Asya Tipi Üretim Tarzı nedeniyle yaşanmamıştır. Yani Osmanlı’da toprağın sahibi devlet olduğu, özel toprak mülkiyeti bulunmadığı için sermaye sınıfı da oluşmamıştır, kısacası Osmanlı toplumu sınıfsız bir toplumdur. Batılılaşma siyaseti, aslında sağlıklı bir toplum olan Osmanlı toplum yapısını iyileştireceğine daha da sağlıksız hale getirmiştir. Batılılaşma hareketi kopyacılıktır ve bizim toplum yapımıza uymaz. Roman da bize Tanzimat’tan sonra çeviriler yoluyla gelmiştir ve Türk okuru romanla tanışmıştır. Ama bu roman anlayışı da bir tür kopyacılıktır. İşte bu noktadan itibaren Kemal Tahir Türk romancısına yeni bir görev daha yükler; araştırmacıların yapması gereken işleri de Türk romancısı yapmalı, kendi insanını, toplumunu, kişisel ve tarihsel özelliklerini incelemelidir. Nitekim kendisi de sonunda bir romancıdan çok bir tarihçi, bir sosyolog gibi davranmaya başlamış, romanlarını, görüşlerini aktarmak amaçlı kullanma yoluna gitmiştir.’Romanını oturtacağı temel’i Türk tarihi ve toplumsal yapısında bulmuştur. Oysa edebî eserler salt bir düşünceyi ya da düşünceleri iletme aracı değildir. Toplumsal gerçekliğin yansıtılması tek görev olarak algılanmamalıdır. Edebiyat kendi dışında başka bir şeye indirgendiğinde, kendine özgü yasaları, yapısı, aygıtları edebiyatın uzağına düşer, böyle olunca da Kemal Tahir gibi düşünenler sürekli bir tartışmanın odağında yer almaktan kurtulamazlar.

Devam edecek

OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ