En çok hangi ağacı sevdiğimi sorduklarında, söğüt deyip uzun uzun ağlayacak kadar çok hasret biriktirdim.
Uçan kuşa, esen yele, bir söğüdün gölgesinde boy veren çocukluğuma..
O söğüdün allarına boyandım.. ve bir yare dağlar kadar güvendim.
Türkünün ruhuna sadakatle..
Ben kendi söğüt ağacımı kalp toprağımda yetiştirdim.
Geçtiğimiz 10 yılda çok acı biriktirdim. Geçtiğimiz 20 yılda, sancı.. Sahiden geçtik mi, bilmiyorum. Sizin alınız al, inandım; morunuz mor.. Seneniz 2019..
Ben, yaprakları koparılmamış eski takvimler gibiyim. Vakti hiç geçmeyen çamlara, hepsi aynı boydaki süslü japon ağaçlarına, şehirlere, kalabalıklara, sahil boylarına yenilmedim.
Yine bir bayram arefesinde çıkınıma türküler, hatıralar ve bir söğüt ağacı atıp huzurunuza geldim.
Konuşalım.
Eskici kafeleri -moda adıyla vintage mekanları- çok severim. Gittiğim her şehirde mutlaka böyle bir yer bulur, oranın hafızasını okumaya çalışır ve bundan büyük keyif duyarım. Ankarada bunu Kale eteklerine kurulmuş eskici kafelerde yapmak mümkün. Evdeki eskileri atıp yerine çamaşır sepeti alan büyüklerimize selam olsun; çocuklarınız başkalarının eskilerini satın alıyor. Annem bunu okuyunca kızacak. Olsun. Hafızası ve hatırası ile başlı başına vintage kafe olan anneme de hassaten selam olsun.
Konuya dönersek; işte böyle bir mekanda eski mektuplar, tebrik kartları okuyorum sık sık. Fotoğraf arkası notlar bir de.. Buralara yolum ilk düştüğünde, bir insanın mazisi nasıl olur da kafede sergilenir, hatıraları nasıl yere düşer diye epeyce hayıflandım. Hatta eve gelince çocuklara, Hatıramı yere düşürmeyin diye vasiyet etmişliğim vardır. Zaman geçtikçe bu fikrim değişti. İnsan işte; cismiyle, fikriyle değişmeden duramıyor. 1920 doğumlu Kerimanın hatıra defterini okuyup oradan enfes bir aşk hikayesi devşirdiğimde, aslında bu hikayelerin güçlü bir ilham kaynağı olduğuna ikna oldum. İlerleyen günlerde ise bu fikrin delisi idim.
O yıllarda üniversite okuyabilmiş, çok aşık olmuş, gözlerinin içi gülen bir hanımefendiyi nereden bulup hatıralarını anlattırabilirdim ki? Fotoğrafların arkasında hayat bulmuş birkaç kelimelik dev mektuplar, anı defterlerine oya gibi işlenmiş o zarafet abidesi cümleler.. Yazanının sanatkar olduğu fikrine kapıldığınız mektuplar.. Hep merak ettiğiniz o çağlara gidemiyordunuz ama o çağlar bütün sırlarıyla sizin önünüze seriliyordu.
Googledan bakıp araştırdım çoğunu. Keriman, o çok aşık olduğu adamla evlenememişti. Bir miktar üzüldüm. Kavuşanlar da olmuş, sevinip avundum. Bazı mektupları ve fotoğrafları satın aldım. Başkasının hatırasına sahip çıkmak çok ince, hisli ama bunu para karşılığında yapmak epeyce ruhsuz bir davranış gibi geliyor bana. Ama kapitalizm bunu bile fırsata dönüştürdüğü için başka çareniz kalmıyor. Bu başka bir yazının konusu olsun. Ben bunu olanca iyi niyetim ve eski çağlara duyduğum aidiyet hissiyle yapıyorum. Bazı yaralar, insanların yolunu kesiştiriyor. Hiç bilmediğiniz hikayeler, solmuş bir çiçeğe can suyu verir gibi, okudukça kana karışıyor ve cana şifa oluyor. Tanımadığınız o insanların anısına saygı duyuyor ve insana bu saygınlığı kazandıran yaşanmışlıklara topyekün selam duruyorsunuz.
Bütün o eski mektuplarda, tebrik kartlarında bugün maalesef aramızda olmayan bir şeyi de çok yoğun hissediyorsunuz: Samimiyet..
Misal şöyle diyordu bir kartpostalda:
Sevgili Eşret, geçtiğimiz yaz bizi aldattın, gelmedin. Bari bu yaz hiç olmazsa birkaç gününü bize ayır. Seni bekleyeceğiz..
Sitem ederken bile insanı bu çağdan utandıracak kadar zarif olmaları can sıkıcı.
Ve bütün mektupların ve kartların sonu şöyle bitiyordu:
Gözlerinden öperim..
Nerede görsem, eski bir tanıdığa rast gelmişçesine seviniyor ve hurdacıdan çamaşır leğeni alır gibi uyduruk ifadelerle takas ettiğimiz bu ifadenin yavaş yavaş yok oluşunu, kederle seyrediyorum.
Sevdiklerimize kimi şatafatlı kimi sadecik kartpostallar göndermek için çok tatlı bahaneler bulduğumuz o gitti gelmez günlere özlemle, yeni bir bayram sevincinin birbirine karıştığı günlerdeyiz.
Başladığımız yere dönersek, topraklarında hala söğüt ağacı yeşeren memleketimde yine bir bayramı idrak edecek olmanın saadetini küçümseyemem.
Mektup, kartpostal yazma adetini geri getirmeye gücüm yetmez belki ama bayramınızı gönülden kutlar, büyüklerimin ellerinden ve sevdiklerimin gözlerinden öperim.
10.08.2019
Uçan kuşa, esen yele, bir söğüdün gölgesinde boy veren çocukluğuma..
O söğüdün allarına boyandım.. ve bir yare dağlar kadar güvendim.
Türkünün ruhuna sadakatle..
Ben kendi söğüt ağacımı kalp toprağımda yetiştirdim.
Geçtiğimiz 10 yılda çok acı biriktirdim. Geçtiğimiz 20 yılda, sancı.. Sahiden geçtik mi, bilmiyorum. Sizin alınız al, inandım; morunuz mor.. Seneniz 2019..
Ben, yaprakları koparılmamış eski takvimler gibiyim. Vakti hiç geçmeyen çamlara, hepsi aynı boydaki süslü japon ağaçlarına, şehirlere, kalabalıklara, sahil boylarına yenilmedim.
Yine bir bayram arefesinde çıkınıma türküler, hatıralar ve bir söğüt ağacı atıp huzurunuza geldim.
Konuşalım.
Eskici kafeleri -moda adıyla vintage mekanları- çok severim. Gittiğim her şehirde mutlaka böyle bir yer bulur, oranın hafızasını okumaya çalışır ve bundan büyük keyif duyarım. Ankarada bunu Kale eteklerine kurulmuş eskici kafelerde yapmak mümkün. Evdeki eskileri atıp yerine çamaşır sepeti alan büyüklerimize selam olsun; çocuklarınız başkalarının eskilerini satın alıyor. Annem bunu okuyunca kızacak. Olsun. Hafızası ve hatırası ile başlı başına vintage kafe olan anneme de hassaten selam olsun.
Konuya dönersek; işte böyle bir mekanda eski mektuplar, tebrik kartları okuyorum sık sık. Fotoğraf arkası notlar bir de.. Buralara yolum ilk düştüğünde, bir insanın mazisi nasıl olur da kafede sergilenir, hatıraları nasıl yere düşer diye epeyce hayıflandım. Hatta eve gelince çocuklara, Hatıramı yere düşürmeyin diye vasiyet etmişliğim vardır. Zaman geçtikçe bu fikrim değişti. İnsan işte; cismiyle, fikriyle değişmeden duramıyor. 1920 doğumlu Kerimanın hatıra defterini okuyup oradan enfes bir aşk hikayesi devşirdiğimde, aslında bu hikayelerin güçlü bir ilham kaynağı olduğuna ikna oldum. İlerleyen günlerde ise bu fikrin delisi idim.
O yıllarda üniversite okuyabilmiş, çok aşık olmuş, gözlerinin içi gülen bir hanımefendiyi nereden bulup hatıralarını anlattırabilirdim ki? Fotoğrafların arkasında hayat bulmuş birkaç kelimelik dev mektuplar, anı defterlerine oya gibi işlenmiş o zarafet abidesi cümleler.. Yazanının sanatkar olduğu fikrine kapıldığınız mektuplar.. Hep merak ettiğiniz o çağlara gidemiyordunuz ama o çağlar bütün sırlarıyla sizin önünüze seriliyordu.
Googledan bakıp araştırdım çoğunu. Keriman, o çok aşık olduğu adamla evlenememişti. Bir miktar üzüldüm. Kavuşanlar da olmuş, sevinip avundum. Bazı mektupları ve fotoğrafları satın aldım. Başkasının hatırasına sahip çıkmak çok ince, hisli ama bunu para karşılığında yapmak epeyce ruhsuz bir davranış gibi geliyor bana. Ama kapitalizm bunu bile fırsata dönüştürdüğü için başka çareniz kalmıyor. Bu başka bir yazının konusu olsun. Ben bunu olanca iyi niyetim ve eski çağlara duyduğum aidiyet hissiyle yapıyorum. Bazı yaralar, insanların yolunu kesiştiriyor. Hiç bilmediğiniz hikayeler, solmuş bir çiçeğe can suyu verir gibi, okudukça kana karışıyor ve cana şifa oluyor. Tanımadığınız o insanların anısına saygı duyuyor ve insana bu saygınlığı kazandıran yaşanmışlıklara topyekün selam duruyorsunuz.
Bütün o eski mektuplarda, tebrik kartlarında bugün maalesef aramızda olmayan bir şeyi de çok yoğun hissediyorsunuz: Samimiyet..
Misal şöyle diyordu bir kartpostalda:
Sevgili Eşret, geçtiğimiz yaz bizi aldattın, gelmedin. Bari bu yaz hiç olmazsa birkaç gününü bize ayır. Seni bekleyeceğiz..
Sitem ederken bile insanı bu çağdan utandıracak kadar zarif olmaları can sıkıcı.
Ve bütün mektupların ve kartların sonu şöyle bitiyordu:
Gözlerinden öperim..
Nerede görsem, eski bir tanıdığa rast gelmişçesine seviniyor ve hurdacıdan çamaşır leğeni alır gibi uyduruk ifadelerle takas ettiğimiz bu ifadenin yavaş yavaş yok oluşunu, kederle seyrediyorum.
Sevdiklerimize kimi şatafatlı kimi sadecik kartpostallar göndermek için çok tatlı bahaneler bulduğumuz o gitti gelmez günlere özlemle, yeni bir bayram sevincinin birbirine karıştığı günlerdeyiz.
Başladığımız yere dönersek, topraklarında hala söğüt ağacı yeşeren memleketimde yine bir bayramı idrak edecek olmanın saadetini küçümseyemem.
Mektup, kartpostal yazma adetini geri getirmeye gücüm yetmez belki ama bayramınızı gönülden kutlar, büyüklerimin ellerinden ve sevdiklerimin gözlerinden öperim.
10.08.2019
10.08.2019
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
osman
15.08.2019 14:33:00tesadüfen birkaç yazınızı okumuştum ondan sonra yazılarınızı takip etmeye okumaya çalışıyorum akıcı samimi içten anlatımlarınız çok güzel yaşamış olduğunuz veya hayal ettiklerinizi çok güzel yazıyorsunuz güzel cümleler yazıyım diye bir gayretiniz yok zaten yazdığınız her şey çok güzel selamlar yazılarınızın devam etmesi dileğiyle ...