Sözü yormadan birkaç dakikanızı almaya; zihninize, kalbinize kelimelerimle misafir olmaya geldim.
Güze kavuştuk.
Derler ki eylül; hüznün, ayrılığın, hasretin ayıdır. Nereden baktığınıza göre değişen bir tespit…
Uğurladığı her şey ile beraber insan yeniyi de karşılayandır. Yazın çıktığı kapıdan güz girer, tatili uğurladığınız anda eve dönüş başlar, tek mevsimlik arkadaşlarınızla vedalaşırsınız ama üç mevsimi birden omuzladığınız ömürlük dostlarınızla yeniden buluşmanın vaktidir. Demek ki eylül yalnız hasretin değil vuslatın da, bitişlerin değil başlangıçların da mevsimidir.
Eylül, kelime anlamı itibarıyla Süryanicede hasat mevsimi demektir.
İşte en güzel buluşma.
İşte sen “son” sanırken aslında bir taze bahar… Bize yalan söylediler. Eylül başlı başına; aşkıyla sevdasıyla, şiiriyle şarkısıyla ön’süz son’suz bir bahar…
Ne ektiysen kucak kucak onu biçtiğin bereket mevsimi…
Toprağa, bağa, bahçeye ve en önemlisi bir kalbe ne ektiyseniz buyurunuz misliyle mukabele görmeye.
Hasat mevsiminin vefasına gönülden inanırım.
Toprağın vefasına inanırım.
İnsan toprağa ektiğini fazla fazla geri alıyor. Oradan aldığını kendine iş ediyor, aş ediyor, ekmeğine katık, koluna bilezik, boynuna gerdanlık ediyor da; kalp toprağına ektiğiniz, gözünüz gibi baktığınız tohumların aynı vefa ile karşılık vermediğini görünce dünya başınıza yıkılıyor. İnsan tam oracıkta tabiattan gayrısından umudunu kesip “Benim sadık yârim kara topraktır” diyen Âşık Veysel oluveriyor.
Oysa “gönül tarımı”, herkes üzerine düşeni yaptığında insanı her iki cihanda aziz ve bahtiyar kılacak kudrete sahip. Kalbe emek vermenin adını “gönül tarımı” koydum ben. Çünkü gönül de insanın kendi toprağından müteşekkil.
Kalp de, basıp geçtiğimiz toprak kadar vefalı, sadakatli olursa; vakti geldiğinde yeryüzünün en tatlı meyvelerini, en bereketli ürünlerini hasat etmeniz mümkün olur. Bu çerçeveden bakınca; gönül tarımı, dünyanın düzenini değiştirmeye kendinizden başlamanız için sunulmuş en büyük imkândır. Fakat tarumar edecekseniz, kimsenin gönül toprağını boş yere incitmeyiniz.
***
İnsanın toprağına ümit, hayal, muhabbet ve daha bir sürü şey ektiği bir başka yer de memleketi ya da aidiyet duyduğu herhangi bir şehirdir.
Yeni doğan bebeğin göbek bağını bile toprağa gömen Anadolu insanı; aslında istikbale dair ümidini, hayalini ekiyordur oraya. Kırk yılı var ben de nice duygular, hayaller, fikirler sırladım memleketimin toprağına. Küçücük bir çocukken bahçede uzanıp göğü seyrederek kurduğum hayaller; bulutların bağrında yağmur olup yeniden toprağa düştüler.
Bugün de sizin buhardan müteşekkil sandığınız yağmurlar; belki bir kalpten tecelli eden duyguların geri dönüşüdür, bilemezsiniz.
Islandığınız yağmurlara dikkat edin.
Gelelim memlekete ektiğimiz diğer tohumlara… Ben o topraklara en çok kelime ektim, cümle deriyorum şimdi… Bu benim için kabul olunmuş duadır diyebiliriz. Fakat bununla beraber isterdim ki başka rüyalarımız da hayat bulsun. Çocukken; biz büyüdükçe memleketimin de büyüyeceğini zannederdim. Yanılmışım. Gelişen yalnızca inşaat sektörü oldu. Irmaklar kurudu. Köylerin benzi soldu, sokakların boynu büküldü. Her gün biraz daha köklensin diye ümit ettiğimiz memleketimizin gittikçe öksüzleşen hikâyesini yazmaya artık takatim yetmiyor.
Doğduğum yere sevgimin ve sadakatimin kaynağı babamdır.
Yerköy’ün ihyası, babamın yarım kalmış rüyası, hayali, muradıdır.
Umulur ki o muradın liyakatli ellerde hayat bulması da başka bir hasat mevsiminin nasibi olsun.
Bereketli Eylüller, güzel ihtimaller dilerim.
Osman
18.10.2023 07:05:25Yine çok güzel şiir tadında güzel bir yazı kalpten yazılmış kalbe dokunan ağzınıza sağlık avusturyadan selamlar