Esra GAYRETLİ

MEMLEKET HİKÂYELERİ

BOZKIRA VEFA..

“Biz, kavruk bozkırın çocukları; türkü dinler, yâr sever ve bu topraklar için ölürüz. Bin yıllık hikâyemizin hülâsası budur.” diyor yazar.
Su katılmamış, dupduru bir hakîkat.
Buyuz biz, bu kadarız. Anlaşılması kolay, düz, dolambaçsız..
Soluklanmayı bir kez olsun aklına getirmemiş ama gölgesine her geleni buyur etmiş kalender bozkır çocuklarıyız.
Kem sözü olan geri dursun.
Bizi doğuran, doyuran bu topraklar adına konuşma hakkı en çok bizimdir.
Bozkırın dili olsa idi şüphesiz o da bu hakkı bize verirdi. Dili olsa kendi konuşurdu derseniz, hata edersiniz. Bozkır mahcuptur, konuşmaz. Gürültüyü sevmez, kendini övmez, hak istemez, İddiacı değil, geçim ehlidir. Hastalıktan inim inim inlese de “Beni doktora götürün” diyemeyen insan gibidir. Derdine dermanı kendi bulur, kendi yarasını kendi sarar.
Her kafadan milyonlarca sesin çıktığı, renklerin birbirine karıştığı bu kaba saba çağda, bozkır ancak kadrini bilenin umurunda ve umalım ki duasındadır.
Ve şimdi derdimiz bozkırın, Anadolu’nun ihmal edilmişliği, unutulmuşluğudur.
Şairin; “Ellerin yurdunda çiçek açarken/Bizim ile kar yağıyor gardaşım” dediği o iller, bizim iller.
Kaderimizin merkezi, kederimizin merkezine dönüşüyor. Kahırlı, kederli türküler eşliğinde seyrediyoruz.
Oysa memleketi binlerce yıldır hem kalbinde hem sırtında taşıyan Anadolu’nun hakkı baş üstünde taşınmak..
Bu topraklara yalnızca göbek bağıyla değil, yürek bağıyla bağlı olanlar dışında bu meseleyi dert edinen kimseler olduğunu sanmıyorum. Anadolu’nun bu “hasta olup ilaç istememe” inadı korkarım yarın koca bir çığ olup üstümüze düşecek ve hepimiz o yükün altında kalacağız.
Öte yandan sesi çıkmıyor diye, ilgiden, ihyadan yana fakir davranılan Anadolu’nun vefa ve sadakatine böyle bir muameleyle karşılık vermek, nereden baksanız vicdanları yaralıyor.
Eğer gelişmişlik sandığımız; metropollerden küçük Anadolu kasabalarına bulaşan inşaatçılık faaliyetleri ise; o, göğe doğru yükselen bina çirkinliğinden başka bir şey katmıyor hayatımıza. Başımızın göğe ermesi, tam olarak böyle bir şey değil.
Elbette şehirleri yeniden inşa edeceğiz. Köprüler, yollar yapacağız. Bunlar olmazsa bir şehrin, yörenin mâmur kılındığını kim iddia edebilir? Fakat bir yandan da yönümüzü bütün samimiyetimizle toprağa dönmenin, onun bizden ne istediğine kulak vermenin zamanı gelmedi mi?
Yoksun ve yorgun kasabaların gönlünü kazanmanın..?
Boyası dökülmüş evlerin penceresinden dünyayı seyreden kırmızı yanaklı çocuklara borçluyuz.
Büyükşehirlerde okula giderken trafiğin esir aldığı, servislerde saatlerce boynu yana düşerek uyuyan çocuklara borçluyuz.
Dersaadet’in saadeti, Anadolu’nun saadetinden geçiyor.
Susuz köylerin, kurumuş ağaçların, tarım ilaçlarıyla zehirlenmiş toprakların, bahtı kara, benzi soluk insanların diyarı olmasın Anadolu.
İtibarına, şanına yaraşır biçimde bayındır kılınacağı günler yakın olsun.
Çünkü Anadolu’nun tahtı, Türkiye’nin bahtıdır. Anadolu, Türkiye’nin boynuna asılı muskadır.
Anadolu mahzunsa, Türkiye’nin yüzü gülmez. Bozkırın boynu bükükse işimiz rast gitmez.
Güçlü Türkiye ideali, Anadolu’nun tozlu yollarından geçer. İki duasından biri “Allah, devlete zeval vermesin” olan vefalı bozkırlıların yorgun gönlünü şâd eylemek boyun borcudur. Türkiye’nin arkasındaki yıkılmaz dağ, işte bu vefadır. Onu hızla tüketmek değil, pamuklara sarmak gerekir. Vaktidir..


08.07.2019
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ