Rivayet olunur ki İmam Şamil mücahitlerin moralini bozuyor diye şiir yazmayı yasaklamış, yardımcıları, “Ey İmam, şiir nasıl yasaklanır?” demişler. İmam Şamil; “Sahte şairler benim korkumdan yazamazlar, gerçek şairler ise bana rağmen yazarlar” demiş.
Şiir her şeye rağmen yazılır. Ama hangi şiir? Meğer bütün şiirler yazıldı. “Bütün güzel şiirler yazıldı, bize yazacak bir şey bırakmadılar.” Elimiz böğrümüzde bekleyecek miyiz? Biz de onların yazmadığı şiirleri yazmalıyız. Tabii, şiir sitelerine gönderilen yüzde doksanı hastalıklı sözleri kastetmiyorum.
Herkesin kendi çağını yaşaması kuralsa, herkes de kendi çağının şiirini yazmalı. İstenmeyen bir evlat gibi şiiri kendi hayatından kovan bir toplumun yürek yapısı nasıl olur? Bu çağın insanına bu çağın anlayışıyla, bu çağın şiiriyle hitab etmek nasıl olacak? Kalbini duygulardan temizleyerek onun yerine kalbe yakışmayan, işe yaramaz bir sürü şey koyan günümüz insanının içine bir damla şiir iksiri atılacaksa, bu iksirin hakiki bir iksir olması gerekir. İksir de zaten vazifesini bihakkın yapar.
Öncelikle, kendine şair diyen kişinin içindeki rafineri ham duyguları inceltmeye yetecek ölçüde mi? Uçak benzini gibi en ince olanı şair nasıl bulacak? Elbette rafineriyi sürekli çalışır vaziyette tutarak. Bundan çalakalem yazmayı kastetmiyorum. Şiiri sürekli içinde yaşayarak, yaşatarak, rafineriyi faal tutup, uçak benzinini bulabilecektir.
Öyle gelişigüzel söylenen her söz şiir olsaydı, ortada şiir diye bir varlık olmazdı. Şiir varlık mıdır? Zannım o ki varlıktır. Ucu şairin kalbine bağlı, bir kalp bağıyla ondan beslenen canlı bir varlık gibi büyüyen ve gelişen varlık. Gün yüzüne çıktığında artık bir şahsiyeti vardır. Hakkında ileri geri söz söylenebilecek nevi şahsına münhasır bir varlık.
Bu varlığın dili, dini, ideolojisi olmamalı ama rengi ve kokusu olmalı. O sade bir varlık olarak karşımıza çıkmalı. Her türlü aidiyetten uzak, yalın, şeffaf, benzerlerinden kolayca ayırt edilebilecek bir varlık.
Eşref saatlerinde insanın duygularına tercüman olacak o sihirli sözleri söylemek kolay mı? Zannım o ki şairin yüreği peygamber yüreği gibi tertemizdir. Ondan doğan sözler de o derece temizdir. Kolay mı kalp ağrılarını, sükut ve hayallerini, acılarını ifşa etmek? Aczini itiraf etmek, birine yalvarmak, bir şey istemek…
Şiir severin ezberlemeye mecbur kalacağı şiirleri yazmak… Eşref saatlerinde okuyacağı, kendine bir çeşit psikoterapi yapacağı şiirleri yazmak… Belirli gün ve haftalar için yazılmış, lazım olduğunda kitaptan okunan şiirleri değil, her an dilimizin altında duran veciz, sihirli sözleri yazmak.
Nasıl olacak? Bu çağda kimse şaire “dolu” içirmeyeceğine göre… Kaabiliyet, eğitim, öğretim ve en önemlisi emek. İlhamı göz ardı etmiyorum ama sürekli ilhamı beklersek daha çok bekleriz. İlham, içimizde yazılan şiirin doğacağı andır herhalde. Tabii uğurlu, tuhaf bir an…
Ustalar bizden önce neler yapmışlar? Şair, şiir çeşmesinden ne kadar çok su alırsa kendi şiir suyu da o kadar orijinal olur. Gerekli emeği harcadığında kendinin de bir şiir çeşmesi olur kim bilir? Dinleyenlerin “falanın şiiri” diyebileceği, kendinin olan, kendi şiir tarlasının ürünü, yüreğinin kokusunu, rengini taşıyan bir çiçeği…
Eğer varsa bir şiir ülkesi, oraya nasıl gidilecek? Bizden öncekilerin ayak izlerini görecek gözümüz var mı? Onların bu yolda dağa taşa sinmiş seslerini duyacak kulağımız. Mesela Fuzulî’nin “gök kubbeye attığı ve hâlâ çınlayan çığlığını” duyabilecek şair kulağı… Her nasılsa vardığımız şiir ülkesinde çiçeklerin hangisi sahici, hangisi naylon, ayırt edecek kabiliyetimizin varlığı da ayrı bir mesele.
Zaman kalburunun gözleri çok iri. Her şair, her şiir kalburun üstünde kalamıyor. Yeni şeyler söylediğimizi zannediyoruz ama yeninin ölçüsü ne? Bu zaman kalburundan elenmiyorsak, demek ki yeni şeyler söylemişiz.
Bir ressam eşyaya bakarken nasıl gölgeyi ve ışığı aynı anda, yerli yerince görüyorsa şair de sözü yerli yerince söyler. O duygular “öyle” söylenmesi gerektiği için “o” kelimelerle “öyle” söylenmiştir. Ne eksik, ne fazla. “Ben güzele güzel demem güzel benim olmayınca…”
Bir anlatım aracı olan dile saygı, şairin gözetmesi gereken konu olmalıdır. Dile ait olmayan “yadırgı” kelimeleri kullanırken şairin içi sızlamalı. O saygı olmazsa herhalde şairdeki olması gereken kuyumcu hassasiyeti de ortadan kalkıyor. Dili, dilin ifade imkanlarını bir yerden bir yere getirmeli. “Ben şiirimi yazarım, bana ne dilden.” demek ne anlama gelir?
Mısraların kanatlarına istiab haddini aşacak imgeler, çağrışımlar yükleyerek, onu bırakın uçmayı, yerinden kalkamaz hale getirmenin sebebi nedir? Dile gerekli hassasiyeti göstermemektir.
Her şiir bir iddiada bulunur, tema ve ses olarak. Varlığıyla dili ve şiiri bir yerden bir yere götürme iddiasındadır. Şiir, bunu yaptığı ölçüde şiirdir. Ya da değildir…
Hediyelik :
KALBİM
Ah kalbim!
Ağlamak istiyorsan akşamı bekle
Sesine bir avuç yıldız uyansın
Sevdanı
Hüzün oyalı bir mendile sar
Serseri bir kuyruklu yıldızın
Peşine takılıp giden
Kırk belikli sevgiliye gönder
Bilsin ki
Gelmeyeceğini bile bile
Hâlâ onu bekliyorsun