Dinimiz, insanoğlunun dünya yalnızlığını giderip mutlu ve huzurlu kılmak, insan neslinin devam ve saflığını muhafaza etmek için aile kurumuna büyük önem vermiştir. Ailenin nasıl kurulup devam ettirileceği konusunda da kendi aralarından seçilen peygamberleri insanlar için öncü ve en güzel örnekler olarak takdim etmiştir. Bu sebeple, inancı ve düşüncesi ne olursa olsun, insan nesli Hz. Adem (a.s.)’dan günümüze büyük oranda, hep bir aile ortamında var devam edegelmiştir. Bununla beraber aile kurumu, günümüzde maruz kaldığı kadar tarihin hiçbir devresinde, böylesi büyük küresel bir saldırı ve dejenere etme operasyonuna da maruz kalmamıştır. Zira Dünya ya ekonomik, siyasal ve teknolojik olarak yön verenler, bugün adeta top yekün aile kurumunu hedef olarak seçmişler ve bu kurumu ayakta tutan ana damarları bir bir koparma mücadelesi içine girmişlerdir. Bunu temin içinde önce insanları birbirine sımsıkı bağlayan ve manevi bünyelerini besleyen inanç ve inancın gereği olan dini görünürlüğü değersizleştirme ve kitleleri bunlardan uzaklaştırmakla işe başlamışlardır. Devamı olarak aynı saldırı, bu değerlerin korunup yaşatıldığı ve nesilden nesile aktarılmasına vasıtalık eden aile kurumuna yönelmiştir. Benzeri mücadele eş güdümlü olarak, insanın maddi bünyesini besleyen yiyeceklerin saf ve doğallığının bozulup sun’ileştirilmesi şeklinde yürütülmüştür. Bu durum tam da yüce Kitabımızın işaret buyurduğu şu hakikatin tecellisi gibidir: “O (ifsat ehli) gücü eline geçirir geçirmez yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve zürrüyeti kökünden kurutmaya koşar. Allah fesadı sevmez.” (Bakara, 205)
Bugün insanlığın muhatap olduğu en doğru, tahrif edilememiş ve insanlığa söyleyecek sözü olan yegane din İslam’dır. Bu sebeple tahrif çalışmaları başta olmak üzere, en büyük mücadele ve kavga da İslam ve onun alemleri üzerinde verilmiş ve verilmektedir. İbadetler başta olmak üzere dinin sosyal hayattaki görünürlüğü ile mücadele anlamında; namaz, oruç, başörtüsü, giyim, kuşam gibi İslam’ın görünür alemlerine yapılan saldırılar, bunlardan sadece bir kaçıdır. Diğer taraftan eşitlik kavramı arkasına gizlenerek, dinimizin fıtratın gereği olarak, bir erkek ve bir kadın arasında kurulmasını emrettiği ailenin, LGBT diye harflerle kodlanarak normalleştirilmeye çalışılan aynı cinsiyetler arasındaki sapkın birliktelik (kadın kadına ve erkek erkeğe evlilik), ve evlenmenin yaratılışta insanın alt kategorisinde yer alan diğer canlılara taşıma gayretleri, insan neslinin devamı başta olmak üzere aile kurumunun temeline konulmuş birer dinamit durumundadır. Bu aynı zamanda insanın saygınlığını yok eden, çirkin ve sapkın bir amelden başka bir şey de değildir. Bu güç odaklarının bahsi geçen mücadelede kullandıkları en etkin ve sihirli değnekleri de sosyal medya mecraları ve teknolojidir. Her yaş, statü ve makamdan insanı bir kanalından irtibatlayıp bağımlı hale getirdikleri bu paylaşım mecraları, insanların can cana ve yan yana yapmaktan imtina edecekleri bir çok çirkinliği, camdan cama yani camın arkasına gizlenerek pervasız ve sorumsuzca yapma fırsat ve imkanı vermiştir. Bir çok körpe zihin ve beyin bu mecralarda kirlenip heba olmaktadır. Bu ifsat ehlinin paylaşanlar dışında sadece kendilerinin görüp kontrol ettikleri bu paylaşımlar; küresel hedef ve menfaatleri söz konusu olduğunda kendileri tarafından paylaşıma sokulan çirkin birer şantaj silahına da dönüşmüş durumdadır. Aynı zamanda bu sosyal paylaşım mecraları nefsine yenik düşmüş kitlelerin en mahrem yerlerini gösterdikleri, en büyük yalan ve en çirkin sözlerini söyledikleri, kitleleri manüpüle ettikleri ve aynı zamanda da en insani taraflarını kurban ettikleri birer mezbahaya dönüşmüştür. Bugün duyarlı Müslümanlar olarak bizlerin, bu sihri bozmak için elimizdeki en etkin aracımız; dini ve milli değerlerimizden beslenen aile yuvamız ve o yuva etrafında şekillenen akraba, eş dost, komşu ve yaranlarımızla kuracağımız göz göze, yan yana ve cana cana ilişkilerimizdir. Daha geniş manada tüm din kardeşlerimizle kuracağımız kardeşlik köprüsüdür. Camların arkasına gizlenen göz, söz ve suretlere değil, aynı mekan ve ortamı teneffüs ettiğimiz yeri geldiğinde sevinçlerimizi, yeri geldiğinde de dertlerimizi paylaştığımız dostlarımıza zaman ayırmak ve onlarla sıkı bağlar kurmaktan geçmektedir.


