A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

YOZGATIN SIĞIRI

Değerli okurlar, 2018 yılı ekim ayında bu başlıkla bir anı yazısı yayınlamıştım. Bu yazımda, benim çocukluk hatta ilk gençlik yıllarımdan anılarımdan kalan bir sosyal olayı bizden genç kuşaklara becerebildiğim kadarı ile anlatmak istemiştim.

 Yazım yayınlandıktan sonra başta değerli hocam Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak, kıymetli bir Çapanoğlu torunu olan Sayın Olcay Akkent Hanımefendi ve Sayın Mefkure Sonüstün Hanımefendilerden gençlik anılarını tazelediğim konusunda beni yüreklendiren yorumlar aldım. Bu yorumları okuyunca “keşke biraz daha uzun anlatsaymışım” diye hayıflandım. Ve yeniden geçtim klavyenin başına.

Değerli okurlar, sığır denilince inek, öküz, camız (bulunduğumuz  diğer şehirlerde manda, kömüş, combay diye de anılırdı) gibi büyükbaş hayvanlar akla gelir. Ama benim çocukluğumda Yozgat’ın sığırı denince, bir toz bulutu içinde Yozgat’ı bir baştan bir başa geçen yüzlerce inek, öküz ve camızlardan oluşmuş sel gibi akan büyükbaş hayvan sürüsü akla gelir.

Cennetmekân babamın memuriyeti dolayısıyla 1950li, 60lı, 70li yıllarda Yozgat’a yakın Amasya, Niğde, Dinar vs. gibi İç Anadolu’nun il ve ilçelerinde bulunmuştuk. Yozgat’ta her akşamüzeri yaşadığımız bu muhteşem sığır olayı bunların hiçbirinde yoktu. Her akşamüzeri dedim çünkü sabahın erinde giderken biz çocuklar uykuda olurduk.

Yozgat’ın çiftçilikle iştigal eden bazı büyük ailelerinin yakın köylerde büyük arazileri vardı. Bazı köylerin tamamı, bazılarının yarısı ve bir kısmı bu ailelerin mülkiyetindeydi. Bu ailelerin köylerde küçük ve büyük baş hayvanları da vardı. Ama köylerde arazisi olsun olmasın her ailenin Yozgat’ta büyük bahçeli evleri hatta konakları vardı. Bu büyük bahçeli evlerin bir köşesinde mutlaka tavuklar için yapılmış bir kümes ve atların ve büyükbaş hayvanların barındırıldığı ahırları olurdu. Köylerden bir getirisi olmayan şehirli ailelerin de ahırlarında en azından sağmalık bir adet ineği ya da camızı olurdu. Bunlardan elde edilen süt ve mamulleri, çocukları ya da torunları beslerdi.

Dedem Ceritzade Şükrü Efendinin Mutafoğlu mahallesindeki köprünün başında bugün duvarından acı pınarın aktığı evinin ahırında da bir tanesi mutlaka camız olmak şartı ile birkaç büyükbaş hayvanı olurdu. Ahırımız biraz büyükceydi (sonra ev oldu) çünkü dedemin özel faytonu içinde bir çift at bulunurdu. (Bkz.  https://www.yozgatgazetesi.com/a-kadir-capanoglu/atlar-parlayinca-81875.html) Dayılı köyünde iki katlı evi, binek olarak kullandığı atını koymak için küçük bir ahırı ve tarlaları vardı ama köyde büyük baş hayvan beslenmezdi. Büyükbaş havyalar Yozgat’taydı.

Gelinlerinin (bizim eşlerimiz) hayran oldukları anneannem Leyla Cerit Hanımefendi, sabah 05.00 de kalkar, yardımcısı iki genç kız ile ahırdaki hayvanları sağar onları bir saat sonra geçecek sığır sürüsüne yetiştirirdi. Anneannem Yozgat’ta kalabalık bir evin yöneticisiydi ama aslında en ağır işçisiydi. Kayınvalidesi, Çapanoğulları Hadisesinin, ilk idam edilen suçsuzu Ceritzade Hüsnü Efendinin annesi Çerkez Gül Hanımdı ve evin asıl büyükhanımı oydu.

Yaz boyunca Dayılı Köyünün Hanım ağası, kış boyunca da Yozgat hanımlarının kabul günlerinin hanımefendisiydi. Yanında çalışanları ile birlikte at üstünde bir köy dönüşünde, faytonla bir kabul gününe giden vali beyin hanımı ile karşılaşır.  Beni böyle görmesin düşüncesiyle başını öbür yama çevirmiş. Sonra bir kabul gününde karşılaştıklarında vali beyin hanımının “Leyla Hanım size hayranım maşallah” takdiri ile yakalandığını anladığını gülerek anlatırdı. Her işin üstesinden gelmeye programlanmış Yozgat’ın o zamanki çalışkan ve becerikli hanımları böyleydiler. Sabah ezanından yatsı ezanına kadar bir o yana bir bu yana çabalar, çabalardılar.

Yozgat’ın bu erken ve sessiz saatinde şehrin dört ayrı bölgesinde sığırlar ücretli çobanların “hooo, bürrrrr” çığırışlarıyla toplanıp yola koyulurlardı. Yenicami mahallesi ve civarının sığırı Jandarma kışlasının olduğu tepeye doğru Atçayırına, Çamlığın altına doğru giderdi. Eskipazar mahallesinin hayvanları Pandelli bölgesine şimdiki Kayseri yoluna Topçu tarafına doğru götürülürdü. Şekerpınar, Çatak, Köseoğlu, Mutafoğlu mahallesi civarı Kırıklı tarafına, at yarışlarının yapıldığı yerlere doğru sürülürdü.  Bu tarafa giden sığır sanki bütün Yozgat’ın sığırına denk gibiydi. Nohutlu tarafının malları da Kirazlı Gölet’i tarafına doğru sürülürdü.   

Kirazlı deyince aklıma geldi; bizim komşumuz Sütçü Hocalar aynı zamanda kasaplıkta yaptıklarından kendilerinin bir hayli malları vardı ve bunları şehrin sığırına vermezlerdi. Çünkü 1960 yıllarda çoban parası mal başına 5 liraydı. Sütçü Hoca, güneşin batmasına yakın Atçayırına saldıkları malları getirmesi için oğlunu o yannıya gönderir. Orada bulunan iri çoban köpekleri saldırırlar. O da büyüklerinden duyduğu bir taktiği uygulamak için hemen yere oturur bekler ama köpekler etrafından ayrılmazlar. Tuğla ocağında çalışanlar gelip onu köpeklerden kurtarırlar ama Sütçü Hocaya da haber gönderirler “Hoca Efendi, bir daha gel mallarını kendin topla.” 

1964 yılı yazında bu Kirazlı tarafından daha önce de olduğu gibi yine büyük bir sel geldi. Bu sele de kapılıp giden epey bir hayvan olmuştu. Sütçü Hocalar kasaplık hayvanlarını kurtarsalar da camızlarından biri sele kapılır cezaevinin oraya kadar sürüklenir. Camızlar iri cüsseleriyle yüzmeyi bilirler.  Cezaevindeki jandarma erleri boynuzlarına ip bağlayarak camızı kurtarırlar ama sütçü hocanın 200 kadar kıl keçisi su dolan ağılda boğulmaktan kurtulamadılar.

Şeker Pınara yani Kırıklıya, kuzey batıya otlamaya götürülen sürü, yüzlerce büyükbaş hayvan, sokaklardan sel gibi akarak gelirdi bugünde suyu akan acı pınarın duvarının olduğu evimizin oraya. Sığır sürüsü daha Ali Efendi Camisinin oralardayken sesi bize kadar gelirdi. Koçulunun fırının oraya gelince bizde hayvanları ahırdan çıkarır sürü önümüzden geçerken içine katardık. Katardık derken, koca bir kışı ahırda geçiren zavallı hayvanlar büyük bir keyifle arkadaşlarına katılırlardı.

Bu sığır sürüsünün geçişi epey bir zaman sürerdi. Çünkü dört mahalleden toplanıp gelen en büyük sürüydü. Tüm hayvan sayısını sorarsanız şimdi tahmin etmem çok zor ama şöyle tarif edebilirim, bir kere, iki yüzden fazladır ama üç yüz kadar da olabilir miydi diye düşünürüm. Şimdi düşündüğünüz sayıyı dört ile çarpın, bu kadar ayağın kurak geçen yaz günleri nasıl bir toz kaldırdığını hayal edebilirsiniz. Bu toz birde akşam dönüşünde tekrarlanırdı tabi.

Şimdi lütfen Amerikan kovboy filmlerinde kovboy denilen atlı çobanların yönettiği sürüleri gözünüzde canlandırın. Bizim sığır sürüsünün başında bir çoban, tabi yaya olarak. Sürünün boyunca iki yanında yine birkaç çoban ve sonda bir çoban tabi ellerinde asaları ve yanlarında kangal ya da karabaş köpekleri ve eşekleri ile. Sığır sürüsüne o zamanki Yozgat’ın ancak iki fayton yan yana geçecek genişlikteki sokaklarında akarken yakalanırsanız yiğitlik taslamanın zamanı değildir. Hemen en yakındaki evin sokak kapısı kuytuluğuna sığınmanız şarttır. Yoksa vücudunuza ciddi hasarlar alabilirsiniz hatta ölebilirsiniz de.

Sığır araziye dağılıp otlamaya başlayınca köpekler de gölge buldukları yerlerde şekerleme yaparlardı. Onların asıl görevi akşamüzeri sürüyü toplamaktı. Göz alabildiğince uzaklara dağılan hayvanları o kadar kısa sürede toplarlar ki şaşar kalırsınız. Bu muhteşem olayı bizzat yaşamak gerekir. Sığırda camız sayısı yok denecek kadar az olurdu. Neden derseniz uysal ineklere nazaran biraz asabi olan camızlar bir bahane ile hemen vuruşmak için vaziyet alırlardı. Eğer önlenemez ise kıran kırana bir döğüş olurdu ki birbirine çarpan boynuzlardan kıvılcım çıkardı.

 Camızlar sulak yerleri severler bilhassa dere kenarlarını ki karnını doyurunca suya girsin yatsın. Çünkü vücutlarında kıl çok az olduğundan sıcağa gelemezler. Hele derenin kenarında söğüt varsa gel keyfim gel, hemen söğüdün altına yatarlar. Türküdeki manda yuva yapmış söğüt dalına deyişi de buradan gelir.

 Rahmetli dayım Yaşar Cerit, Çorum panayırından alnında ak hilali olan iri bir camız almıştı. Öbür hayvanlara dirlik vermiyor diye çobanlar sığıra almadılar hayvan ahırda kaldı. Sütünü de helkenin yarısına kadar sağdırıyor sonra bir tekme ile döküyormuş. Anneannem bu hayvan bir maraza çıkaracak diye satılmasını istedi. Sonunda dayım bir kasapla anlaşmış, “camız biraz deli ahırda teslim ederim” demiş. Kasapta “o benim işim o işin kolayı var” demiş.  Kasabın getirdiği bir camız ile bizim camızı boynuzlarından birbirine bağlayıp ahırın kapısını açtılar. Açılması ile bizim camız öbür camızı yelerde sürükleyerek ahırdan çıktılar. Kesilmesi için doğruca mezbahaya götürmüşlerdi. İki camız ancak bir hayvanın geçebileceği kapıdan aynı anda nasıl çıktılar hâlâ aklım almaz.

Bu yüzlerce hayvan henüz betona teslim olmamış Yozgat’ın çevresindeki otlaklarda doyurulduktan sonra güneşin batmasına yakın tekrar şehrin içine doğru sürülürdü.

Kuzenim Halit Çapanoğlu (Çapanoğulları hadisesi sonucu Amasya da idam edilen Çapanoğlu Halit Beyin torunu) şöyle anlatmıştı:  Babaannen Esma Hanımefendinin babası Hayrullah Efendi (Avni Doğan’ın (1892-1965) babası) son Osmanlı meclis-i mebusanında milletvekiliyken Yozgat’ın batısında büyük araziler satın almış. O vakitler hiçbir şekilde kullanılmayan bu arazilerde Yozgat sığırının otlatılmasına izin vermiş.

Akşamüzeri sığırın Yozgat’a dönüşü de muhteşem olurdu. Hele bir de çobanın eşeğindeki heybenin bir gözünde yeni doğmuş buzağı varsa.

 Sığır daha dönmeden kurabiyeci Kel Hasan içinde saç örgülü kurabiyeler olan arabası ile gelir bizde para almak için eve koşardık. Cennet mekân anneannem ve teyzelerim bazıları saç örgüsü bazıları S harfi şeklinde şekerlemeler yapar Koçulunun fırınında pişirtilirdi ama kel Hasan’ın kurabiyeleri daha tatlı gelirdi bize.  

 Sürü daha Şeker Pınarındayken bunu hisseden ahırlardaki buzağılar, malaklar (manda yavrusu) anne özlemi ile bağırmaya başlarlardı. Bizde yola çıkar sığırın gelmesini beklerdik. Sürü evlerin önünden geçerken o evin hayvanı sürüden ayrılır önce açık olan avlu kapısından sonra da yine açık olan ahır kapısından yorgun adımlarla salına salına içeri girerdi. Bağlı olan buzağı ya da malaklar bir yandan aç midelerinin uyarısı bir yandan analarına kavuşmanın sevinci ile yerlerinde duramazlardı. 

 Ve hava artık kararmaya başladığı halde hala eve girmek istemeyen bizlere annelerimiz bir yandan kendiliklerinden ahıra giren inekleri misal verir bir yandan da “hadi artık sokaklar mühürlendi” diye bizi kandırmaya çalışırlardı.

 Unutmadan söyleyeyim çobanların bir kazancı daha vardı. Akşama kadar dışkılayan hayvanların dışkılarını ki buna “mayıs” denir, beraberlerindeki eşeklere yükleyip getirirler, biriktirdikleri bu mayıs’ı tezek yaparak kış yakacak ihtiyaçlarını hazırlarlardı.

Bu günkü Yozgat’ı sual ederseniz? Sütü, yumurtayı marketten alıyor.

 Kaynak: Rahmetli komşumuz Sütçü Hocanın torunu Mehmet Sütçü ile sohbetimiz)

OKUR YORUMLARI
Sibel Oktay
26.06.2021 19:02:11

Bizler Yozgat'ın dışında büyüyen ama kökleri Yozgat yada Bozok olan diğer torunlar, o günleri sadece anne babalarımızdan dinlerdik. Dünya güzeli mavişimiz anneannem (Leyla Cerit) her zaman muhteşem bir hanımefendiydi. O koca evler ve çalışanlar başka nasıl idare edilebilirdi ki? Annem manda sütüne bayılırdı, demek ondanmış. Birde kızının adı S ile başlasın hayalindeymiş ki kurabiyeler S olmuş gibi tuhaf ama geçmişe özlemli çıkarımlar yaptım. Çok teşekkürler bize geçmişle iletişim olanağı verdiğiniz için.

TEOMAN MANACIOĞLU
23.06.2021 03:42:08

Abdulkadir abi harika bunların birçok karesi sanki gözlerimden akıp gitti. O güzel temiz insanlar, yerler artık yok. Sizin gibi değerli gazeteciler aktarırsa yazarsa bilinecekler. Harika bir yazı teşekkür ederim.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ