A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

YAŞLIKLIK YALNIZLIK DEMEKMİŞ

Değerli okurlar, acısıyla tatlısıyla, sevinciyle hüznüyle, bitmeyen dersleriyle koskoca bir yılı daha arkamızda bıraktık. “Bir yıl daha yaşlandık” diyemeyeceğim çünkü bizim yaşlarımızda bir yıl yaşlanmak birkaç yıla bedel oluyor. Geçenlerde sosyal paylaşım sitesi Facebook’a yaşlılık yalnızlık demekmiş diye yazmıştım. “Yalnız değilsin ben buradayım mealinde” mesajlar aldım.  Sık sık görüştüğüm iki lise arkadaşım ile yedek subaylık günlerimizden bir arkadaşım telefon açarak moral veren sözler söyleyip içimi ısıttılar.  Hem mutlu oldum hem duygulandım. Evet yaşlı bir insanın temel sorunu yalnızlıktır maalesef.   Ve yalnızlık, yaşlı bir İnsanın en derin sessizliğidir.

Yalnızlık, beyindeki nöronları şekerden daha hızlı öldürüyor. Yalnızlık, beynin en hızlı yaşlandırıcısıymış. Şeker, yağ, stres hatta genetik bile bu kadar hızlı tahribat yapmıyormuş.

Yalnızlık, zannedildiği gibi bir huzur değil. Sessiz evler, sessiz akşamlar, birbirinin kopyası günler…Bunlar beyni görünmez bir çöküşe sürüklüyormuş. Sonuç; Unutkanlık ve demans

İnsan beyni, insan sesiyle canlı kalır. Sessizlik, dayanılmaz bir aşındırıcıdır diyor hekimler.

Bir yerde okumuştum, yazarını hatırlayamadım “İnsanın ömrü, öldüğünde değil unutulduğunda biter” yazıyordu.. Ekşi Sözlük gibi platformlarda “bir insan onu hatırlayan son kişi öldüğünde ölür” ifadesi yer alıyor ve kimi yorumlara göre de bu “Kızılderili sözü” olarak geçiyor. Şu Kızılderililerin ne güzel ne özlü sözleri var. Bilim insanları onlarında Türk olduklarını söylüyorlar. Dillerinde çok Türkçe sözcük var.

İngilizcede de benzer bir fikir var: “Quote Investigator” (Türkçesi, alıntı araştırmacısı demekmiş), yaygın olarak dolaşan alıntıların bildirilen kökenlerini doğrulayan bir web sitesi. Araştırmalarında, “insan iki defa ölür: ilki nefesi kesildiğinde, ikincisi tamamen unutulduğunda” ifadesi anonim / halk sözü olarak geçiyor.   En erken belgelenmiş benzer bir ifade de 1863’te Amelia B. Edwards’ın "Barbara’s History" adlı eserinde yer alıyor.

Bu söz, unutulmanın ölümden daha kalıcı bir yok oluş olduğu fikrini vurguluyor: Bir kişi fiziksel olarak ölse bile, anıldıkça, hatırlanarak “yaşamaya” devam eder. Birçok insan için teselli edici ve anlamlıdır çünkü sevdikleri birinin hatırasının, anılarının yaşatılmasıyla “ölümünün” tam anlamıyla gerçekleşmeyeceğini ifade eder. Bu, aynı zamanda sorumluluk çağrısı da olabilir: “başkalarını anmak, hatıralarını canlı tutmak, eserlerini, sözlerini yaşatmak önemli bir erdemdir.”

Sokaklar kalabalık, şehir gürültülü olsa da yaşlı birinin evinin içinde, duvarların arasına sıkışmış sessiz bir dünya var: O yaşlı insanın yalnızlığı. Toplum olarak konuşmaktan çekindiğimiz, çoğu zaman farkına bile varmadığımız bir sessizlik bu. Çünkü yaşlılık denince aklımıza çoğunlukla sağlık sorunları, ekonomik zorluklar, fiziksel yetersizlikler geliyor. Oysa hepsinden önce, hepsinden derin ve yıpratıcı olan başka bir mesele var: Yalnızlık.

Yalnızlık, yaşlı bir insanın karşısına birden çıkmıyor. Yavaş yavaş yaklaşıyor. Bir ömür boyunca biriktirdiği insanların yavaş yavaş eksilmesiyle geliyor. Önce büyükler eksiliyor, sonra dostlar ve akranlar azalıyor, çocuklar büyüyor. Oturduğumuz apartman değişiyor ve hatta oturduğumuz mahalle.  Hatta bazan şehir bile değişiyor. Zamanın ritmi başkalaşıyor. Bir bakıyorsun o eski kahkaha sesleri, kalabalık sofralar, sokak başı selamlaşmaları geride bir anı gibi kalmış. Değerli dostlarım, ben bunları aynen yaşadım, yaşıyorum.

Yaşlılık, aslında insanın ilk kez kendisiyle baş başa kaldığı sanki en uzun dönem.

Bir zamanlar koşuşturmanın içinde “biraz yalnızlık” arayan beden, şimdi kapı çalınsın diye dakikaları sayıyor. Sıcacık bir “Nasılsın?” sorusunun değeri, gençlikte fark edilmeyen büyük bir iltifat oluyor.  Bir telefonun çalması, bir misafirin gelmesi, bir çay sohbetinin kapıyı aralaması bile hayata tutunmak için büyük bir nedene dönüşüyor.

Bugün ülkemizde pek çok yaşlı insan, geniş aile kültürünün yavaş yavaş çözülmesiyle birlikte, hayatını tek başına sürdürüyor. Teknoloji onlara yetişemiyor, şehir ağırlığını omuzlarına bırakıyor. Oysa çözüm aslında göründüğünden daha basit: Bir selam, bir ziyaret, bir sandalye çekip yanına oturmak, hatta hiç konuşmadan oturmak, bir derdini dinlemek…

Daha o yaşlara gelmeyenlerin, yalnızlığı bir kader ve yaşlılığın doğal bir parçası gibi görmeleri bence işin kolayına kaçmak oluyor.  Çünkü doğru olan, onların “bakıma muhtaç” değil; aksine ilgiye muhtaç olduklarını kabul etmektir.

Unutmayalım: Bugün “yaşlı” dediğiniz insanlar, dün bu ülkeyi ayakta tutan ellerdi. Size sabrı, emeği, fedakârlığı öğretenlerdi. Şimdi onların size ihtiyacı var. Ve bir gün sizin de ihtiyacınız olacak.

Belki ilk adım basit bir cümledir: “Seni merak ettim, nasılsın?”

Ben Yozgat’ta çocukluk ve gençlik yıllarımda hep kalabalık evlerde yaşadım Dedem, anneannem, teyzelerim, dayım, hatta dedemin annesi meşhur Çerkez Gül Hanım bile hayattaydı. Bu yüzden gençlik yıllarımdan bu yana akraba, arkadaş, komşu, dost kim aklıma gelirse hemen ararım. Çünkü o anda aramaz isem unutuyorum sonra araya belki de uzun bir zaman dilimi giriyor. Beni hiç aramayanları belki de hiç aramayacak olanları da ben yine ararım. Eşim bazan serzenişte bile bulunur “o seni neden hiç aramıyor?”  Olsun derim, benim imkânım ve zamanım var, arayım bir sesini duyayım.”  Örneğin; “hiç aramıyorsun hep ben arıyorum diye sitem ettiğim kuzenim “kusuruma bakma ben telefon engelliyim” diye cevap verir. Bunu kendince bir mazeret kabul eder. Bu itirafında da ne kadar samimi bilemem. Ama ben onların seslerini duyup sağlık haberlerini alınca mutlu oluyorum, huzur buluyorum, rahatlıyorum.  

Değerli dostlar, bazı evlerin kapıları çok yavaş açılır.  Çünkü içeride kapının çalınmasını uzun zamandır bekleyen yaşlı biri vardır. Sizin adımlarınızdan sevinç duyan, bir selamla hayat bulan, bir sesle nefeslenen biri. Yaşlı bir insan için yalnızlık, öyle herkesin anladığı türden bir yalnızlık değildir. O sessizlik, duvarlarda yankılanır, saatlerde ağırlaşır, perdelerde durur.

Bir zamanlar kalabalık sofraların baş köşesine oturan insanlar. Torunlarının “Dede, bak!” diye koşarak geldiği anların kahramanları. Komşuların hâl hatır sorduğu, esnafın “Amca buyur” diye yol verdiği o tanıdık yüzler. Sofralar küçülür, siyah beyaz fotoğraflar çoğalır, konuşmalar azalır.

Hatta insan bazen kendi sesini bile yabancı bulur.

Güneşin batışı ne kadar güzel olursa olsun yalnızlık, akşamüstünün loşluğunda bir anda ortaya çıkıyor. Mesela ben, yalnız olduğumu geceleri daha çok anlıyorum. Saatler geçmek bilmiyor.

Teknoloji, modern hayatımıza hız kattı ama birbirimizi görme yeteneğimizi eksiltti. Oysa yaşlı bir insanın en çok ihtiyacı olan şey hız değil, ilgi. Teknoloji değil, insan yüzü görmek.  Pahalı hediyeler değil, hatırlandığını hissetmek.

Belki de bugünün dünyasında atabileceğiniz en küçük ama en anlamlı adım şudur: Bir yaşlıyı aramak, bir sandalye çekip yanına oturmak ve içten bir cümle, “Yalnız değilsin, ben buradayım” demek.

Yeni yılınız hayırlı, uğurlu, bereketli, sağlıklı, huzurlu olsun. Ve dilerim arayanlarınız çok olsun.

 

OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ