23.03.2009 tarihinde yapılan bu sohbette, Abdülkadir Çapanoğlu soruyor Edip Bilgin Çapanoğlu anlatıyor.
Kılıç Ali’nin Akdağmadeni’ndeki davranışlarını anlatırken beceriksiz ve basiretsiz demiştim. Bu tespit sadece benim tespitim değil. Maden’den Genel Kurmaya şöyle bir telgraf çekiyor. “Yıldızeli ve Zile ayaklanmasının bastırılmasında ihmal gösterilmiş ve geç kalınmıştır. Bütün kaza halkı hükümeti zayıf, asileri kuvvetli görüyor. Bu nedenle Yozgat’tan hareketim sırasında bana katılmaya söz vermiş olan mebuslarla, din adamları vazgeçmişlerdir. Kuvvetim burada tutunmaya müsait değildir.” Daha sonra Asilerle yaptığı çarpışmada yenilince de, Çerkez Ethem’e şöyle bir telgraf çekiyor. “Efendim, müfrezemin ihaneti yüzünden Boğazlıyan’daki çatışma sırasında bozuldum. Ancak birkaç yakın arkadaşımla Kayseri ye gelebildim. Gerek süvari müfrezem, gerek Boğazlıyan’da bulunan piyade taburu bütünüyle bozuldu. Bir bölümü ayaklanıcılara katıldı. Boğazlıyan ayaklanıcıların eline düşmüş bulunuyor”.İşte böyle telgraflar çekiyor. Tarihçiler bu telgraflara bakarak, onun için şöyle diyorlar. “Kılıç Ali, kiminin altmış, kiminin seksen kişi dediği müfrezesi ile dağlarda eşkıya takibi yapmak istemiyordu, bir bahane ile bir an önce Ankara’ya gidip bir milletvekili olarak rahatça yaşamak istiyordu. Bu yüzden Akdağmadeni’nden böyle panik telgrafları çekti”. Nitekim Çerkez Ethem de ona şöyle aşağılayıcı bir telgrafla cevap veriyor. “Üzüntü verici bir bozgun. Fakat ben bu gibi rezaletlerden bıktım. Elinizdeki top ve tüfeklerle sopalı ayaklanıcıları silahlandırıyor, şımartıyorsunuz. Şimdi size ne gibi bir emir vereyim? Bunun için doğruca Ankara’ya git”. Başımıza bunca felaketin gelmesine sebep olan Kılıç Ali bu işte.
Biraz evvel Bahri Bey(Tatlıoğlu), Mustafa Kemal ile daha önceden tanışıyorlarmış dedim ya, onunla ilgili bir başka olayı da aklıma gelmişken anlatayım. Mustafa Kemal, Padişah Vahdettin’in ordu müfettişi olarak Samsuna tayin ettiği padişah iradesini cebine koyunca, İngilizler bundan pirelenirler ve Mustafa Kemal’in Samsuna gitmesine mani olmaya çalışırlar. Bilirsin, birkaç defa annesinin ve kız kardeşinin oturduğu Beşiktaş Akaretlerdeki evi İngiliz askerleri basmışlar. Evde bulsalar bir bahane ile tutuklayıp İstanbul’dan ayrılmasına engel olacaklar. Babaannem Şahinde Hanım(Çapanoğlu),ağabeyi Akdağlı Bahri Bey’in Mustafa Kemal ile Samsuna gitmeden önce İstanbul’da görüştüklerini, Samatya da oturan bir Ermeni ahbabının evinde misafir ettiğini, Samsuna giderken de yarım teneke altın verdiğini birkaç defa konu geçtiğinde söylemişti. Ancak ben bunu aile içinde öğünme şeklinde değerlendirir ve doğrusu pek inanmazdım. İstanbul’da üniversiteye geldiğim 1958 yılı Eylül veya Ekim ayında Amcam Azmi Çapanoğlu, Baysal ağabeyimi ve beni görmeye İstanbul’a geldi. Amcam Sirkecide bir otelde kalıyordu. Ağabeyimle birlikte yanında gittik. Lobiden Akdağmadeni’ndeki babam Hadi Çapanoğlu ile telefon görüşmesi yapmaya çalışıyordu. Bilirsiniz o devirde telefonla uzak bir yerle görüşmek çok zordu. Hatlar sık sık kesilir ve yeniden bağlantı kurulmaya çalışılırdı. Ayrıca görüşürken yüksek sesle nerdeyse bağırarak ancak iletişim kurulurdu. Amcam konuşurken merdivenlerden bir beyefendi iniyordu durdu, bekledi. Pos bıyıklı köstekli saati olan, yaşlıca ve şık giyimli eski bir İstanbul beyefendisi görünümünde idi. Amcamın konuşması bitince yanına geldi , “Akdağmadeni dediğinizi duydum, oralı mısınız’’ dedi. Amcam onaylayınca; “Akdağlı çok eski bir dostum vardı sorsam tanır mısınız acaba” dedi. Amcamda “sorun belki tanırım” dedi. “Bahri Beyi soracaktım yaşıyor mu, sağ mı, çok merak ediyorum” deyince amcam güldü. Beyefendi “niçin gülüyorsunuz” deyince, amcam, “Bahri Bey benim dayım olur” dedi. Beyefendi konuşmak için bizi lobide bir masaya davet etti. Amcam dayısının 1957 de vefat ettiğini söyleyince çok üzüldü. Bahri Bey ile ilgili anılarından bahsederken, benimde az önce bahsettiğim, Mustafa Kemal’i Samatya da misafir etmesi ve altın verme işini aynen babaannemin anlattığı gibi kendiliğinden bize anlattı. Beyefendi anlattı biz heyecanla dinledik. O zaman babaannemin anlattıklarının gerçek olduğuna inandım ve içim burkuldu. Tarihçiler Bahri Bey için şöyle yazmışlar. Bahri bey İstanbul’dan sonra Anadolu’ya geçti, Sivas Kongresine katıldı ve ilk Meclise milletvekili seçildi. Neyi var neyi yoksa kurtuluş savaşı için harcadı. Yaşananlara baktığımızda da hakikaten öyle olmuş. Çapanoğlu Celal Bey de milli mücadelenin başlarında saathane meydanında milli mücadeleyi destekleyen muhteşem bir miting tertipler. Halkı ateşleyici güzel bir konuşma yapar ve Keskinli Rıza Bey vasıtası ile Mustafa Kemal’e ilk ağızda teslim edilmek üzere bir kese altın ile saygı ve selamlarını yollar. Ama sonra olaylar nasıl bu hale gelir izahı mümkün değil. Bu anlattığım olaylar aile büyükleri arasında da bir masal gibi sık sık anlatılırdı bizde o zamanlar daha genciz tabi, bunların bir kaydı kuydu yok mu diye sormak aklımıza gelmezdi. Ne büyük gaflet. Mesela rahmetli Muhlis Bey amcaya o sırada Hindistan da bulunan akrabamız Çapanoğlu Muhsin Bey’den bir mektup geldiği, Muhlis Bey’in Milli Emniyetin bir oyunu olabilir korkusu ile cevap vermediği söylenirdi. Bu mektupta ne yazıyordu, sonra mektup ne oldu çok merak etmişimdir.
A.Ç.-Evet, böyle aydınlanamayan çok konu var. Bu başkaldırıdan sonra da aile çok büyük maddi ve manevi sıkıntılar çekmiş. Büyük bir variyetten sonra birden bire her şeylerini kaybetmişler ve büyük bir yoklukla karşı karşıya kalmışlar. Mesela büyük dayım Nafiz Haşmet Terken, uzunca bir süre bir eşekle köy köy dolaşıp çerçilik yapmış. Gerçi sonra Rusya’da, Romanya’da ve İran’ da konsolosluk yaparak ülkemizi temsil etti ama gençlik yılları çok zahmetli geçmiş.
E.B.Ç.- Evet maalesef çok sıkıntı çekilmiş. Çapanoğlu hadisesi bittikten sonra da aile çok sıkıntılara göğüs gerdi. Konaklar yakılıp, yıkılıp, yağmalandıktan gayri Ziraat Bankasından alınmış görünen Elli bin lira da kuruşuna kadar aileye ödetildi. Buda işin tuzu biberi oldu. Mesela ben bizzat yaşadığım bir olayı anlatayım. Padişah Üçüncü Selim’ in kurmak istediği ilk düzenli askeri birlik olan Nizamı Cedit’i Osmanlı imparatorluğunda ilk hazırlayanlar Çapanoğullarıdır. Çapanoğulları III. Selim’in tahttan indirilip yerine II. Mahmut’un tahta çıkarılması sırasında Alemdar Mustafa Paşa tarafından yardıma çağrılınca (Süleyman Bey zamanı) onbin süvari, beş bin piyade den müteşekkil hazırladıkları düzenli birliklerle İstanbul’a geldiklerinde, padişah için yapılan resmigeçide katılırlar. Bu düzenli birlikler II. Mahmut’un çok hoşuna gider ve dedemizi huzuruna çağırtır. Askerlerinin önünde yürüyen Çapanoğlu Süleyman Bey, huzura kaftanla değil yol kıyafeti ile girmek zorunda kalır. “Huzura yol kıyafeti ile geldiği için bağışlanmasını, Padişaha ve Devlete hizmet için var oldukları’’ mealindeki sözleri padişahın çok hoşuna gider ve Rus Çarının kendisine hediye ettiği kürkü Süleyman Bey’e giydirir. Süleyman Bey bu kürkü ölene kadar gururla taşımış, ölürken de tabutuma örtün diye vasiyet etmiş ve öyle yapılmış. Bu kürkün üzerinde düğme yerine iki adet elmaslarla işlenmiş çiçek varmış. Bu düğmelerden bir tanesi bizim aileye kadar geldi. Gümüş zemin üzerinde çok yapraklı bir çiçek idi. Yaprakları elmaslarla bezenmişti, çiçek kısmının ortasında bir büyük elmas etrafında papatya gibi elmas taşlar vardı. Bunun etrafında yine buna benzer, ortada bir taş etrafında yine taşlar. Böyle kaç tane idi unuttum. Geceleri ışıkta pırıl pırıl olurdu. O yıllarda bizim aile, yani babam Hadi Çapanoğlu, Amcam Azmi Çapanoğlu ve ikisi üniversite de olmak üzere okuyan altı çocuklu bir aile. Babam Hadi Bey öğretmendi, amcam Azmi bey ticaretle uğraşıyordu.1960 ihtilalından sonra banka kredileri kesilince ekonomik olarak çok sıkıntıya düştük. Tarlalarımızı yok pahasına sattık yine yetmedi. Yukarda bahsettiğim elmas iğneyi satmak zorunda kaldık. Ben İstanbul’da Tıbbiyede öğrenci idim. İğneyi önce Topkapı Müze müdürüne götürdük müze satın alırsa hiç olmazsa müzede sergilenir diye düşünmüştük. Müze Müdürü, soyadını Şahsuvaroğlu gibi hatırlıyorum, iğneyi görür görmez hangi devrin eseri olduğunu bildi ve bunu müzeye kazandırmayı çok istediğini ancak alımları durdurduklarını söyledi. Bize, bunu piyasada satarsak, tahmin edemeyeceğimiz kadar düşük bir fiyata almak isteyeceklerini söyledi. Yurt dışında kıymetinin çok daha iyi anlaşılacağını ve çok daha iyi para edeceğini söyledi. Böyle bir imkânımız olmadığından düğmeyi hemşerimiz olan bir tüccarla Kapalıçarşı’ya götürdük ve ilk gittiğimiz kuyumcu, Topkapı müze müdürünün söylediği değerin çok çok altında bir fiyat verdi. Ona vermeyip başka birine gittik, meğer böyle kıymetli işlerde aralarında haberleşirlermiş. İkinci gittiğimiz yer daha öncekinden de düşük bir fiyat verdi, ona da satmadık. Üçüncü gittiğimiz yer ise daha düşük bir fiyat verdi ve her gittiğimiz yerde fiyatın sürekli düşeceğini söyledi. İçimiz sızlayarak düğmeyi gittiğimiz üçüncü mücevherciye sattık ve Kapalıçarşı’dan içimiz buruk ayrıldık. O sattığımız aile yadigârı aklıma geldikçe hâlâ içim sızlar ve çok üzülürüm. Çok şükür ailemizin yaşayan fertleri hem çok iyi mevkilere geldiler hem de çok iyi ekonomik durumlara kavuştular. O yıllarda o sıkıntılara düşülmeseydi bugün bu elmas düğmeleri ya Topkapı müzesine ya da geçen yıl gidip gezdiğimiz Yozgat müzesine seve seve bağışlar gelecek nesillere bir aile yadigârı olarak bırakırdık. Çok yazık oldu. Maddi değerinden çok manevi değeri vardı.
A.Ç.-Bu sohbetimizle sizi tekrar maziye götürüp belki biraz üzdük ama geçmişte yaşanan bu olaylar unutulmasın ve kaybolmasın istedik. Çok teşekkür ederiz.
E.B.Ç.-Bende Çapanoğlu ailesi adına teşekkür ederim.
(Bitti)
ABDÜLKADİR ÇAPANOĞLU
23.03.2009
Yazarın notu; Değerli ağabeyim Edip Bilgin Çapanoğlu, bu hasbıhal gazetede yayımlanırken, amcası merhum Azmi Çapanoğlu’nun, Çapanoğlu olayları ile ilgili ses kayıtlarının kopyasını bana hediye etmek lütfunda bulundu. Minnetle teşekkürlerimi arz ederim.
06.08.2012
Kılıç Ali’nin Akdağmadeni’ndeki davranışlarını anlatırken beceriksiz ve basiretsiz demiştim. Bu tespit sadece benim tespitim değil. Maden’den Genel Kurmaya şöyle bir telgraf çekiyor. “Yıldızeli ve Zile ayaklanmasının bastırılmasında ihmal gösterilmiş ve geç kalınmıştır. Bütün kaza halkı hükümeti zayıf, asileri kuvvetli görüyor. Bu nedenle Yozgat’tan hareketim sırasında bana katılmaya söz vermiş olan mebuslarla, din adamları vazgeçmişlerdir. Kuvvetim burada tutunmaya müsait değildir.” Daha sonra Asilerle yaptığı çarpışmada yenilince de, Çerkez Ethem’e şöyle bir telgraf çekiyor. “Efendim, müfrezemin ihaneti yüzünden Boğazlıyan’daki çatışma sırasında bozuldum. Ancak birkaç yakın arkadaşımla Kayseri ye gelebildim. Gerek süvari müfrezem, gerek Boğazlıyan’da bulunan piyade taburu bütünüyle bozuldu. Bir bölümü ayaklanıcılara katıldı. Boğazlıyan ayaklanıcıların eline düşmüş bulunuyor”.İşte böyle telgraflar çekiyor. Tarihçiler bu telgraflara bakarak, onun için şöyle diyorlar. “Kılıç Ali, kiminin altmış, kiminin seksen kişi dediği müfrezesi ile dağlarda eşkıya takibi yapmak istemiyordu, bir bahane ile bir an önce Ankara’ya gidip bir milletvekili olarak rahatça yaşamak istiyordu. Bu yüzden Akdağmadeni’nden böyle panik telgrafları çekti”. Nitekim Çerkez Ethem de ona şöyle aşağılayıcı bir telgrafla cevap veriyor. “Üzüntü verici bir bozgun. Fakat ben bu gibi rezaletlerden bıktım. Elinizdeki top ve tüfeklerle sopalı ayaklanıcıları silahlandırıyor, şımartıyorsunuz. Şimdi size ne gibi bir emir vereyim? Bunun için doğruca Ankara’ya git”. Başımıza bunca felaketin gelmesine sebep olan Kılıç Ali bu işte.
Biraz evvel Bahri Bey(Tatlıoğlu), Mustafa Kemal ile daha önceden tanışıyorlarmış dedim ya, onunla ilgili bir başka olayı da aklıma gelmişken anlatayım. Mustafa Kemal, Padişah Vahdettin’in ordu müfettişi olarak Samsuna tayin ettiği padişah iradesini cebine koyunca, İngilizler bundan pirelenirler ve Mustafa Kemal’in Samsuna gitmesine mani olmaya çalışırlar. Bilirsin, birkaç defa annesinin ve kız kardeşinin oturduğu Beşiktaş Akaretlerdeki evi İngiliz askerleri basmışlar. Evde bulsalar bir bahane ile tutuklayıp İstanbul’dan ayrılmasına engel olacaklar. Babaannem Şahinde Hanım(Çapanoğlu),ağabeyi Akdağlı Bahri Bey’in Mustafa Kemal ile Samsuna gitmeden önce İstanbul’da görüştüklerini, Samatya da oturan bir Ermeni ahbabının evinde misafir ettiğini, Samsuna giderken de yarım teneke altın verdiğini birkaç defa konu geçtiğinde söylemişti. Ancak ben bunu aile içinde öğünme şeklinde değerlendirir ve doğrusu pek inanmazdım. İstanbul’da üniversiteye geldiğim 1958 yılı Eylül veya Ekim ayında Amcam Azmi Çapanoğlu, Baysal ağabeyimi ve beni görmeye İstanbul’a geldi. Amcam Sirkecide bir otelde kalıyordu. Ağabeyimle birlikte yanında gittik. Lobiden Akdağmadeni’ndeki babam Hadi Çapanoğlu ile telefon görüşmesi yapmaya çalışıyordu. Bilirsiniz o devirde telefonla uzak bir yerle görüşmek çok zordu. Hatlar sık sık kesilir ve yeniden bağlantı kurulmaya çalışılırdı. Ayrıca görüşürken yüksek sesle nerdeyse bağırarak ancak iletişim kurulurdu. Amcam konuşurken merdivenlerden bir beyefendi iniyordu durdu, bekledi. Pos bıyıklı köstekli saati olan, yaşlıca ve şık giyimli eski bir İstanbul beyefendisi görünümünde idi. Amcamın konuşması bitince yanına geldi , “Akdağmadeni dediğinizi duydum, oralı mısınız’’ dedi. Amcam onaylayınca; “Akdağlı çok eski bir dostum vardı sorsam tanır mısınız acaba” dedi. Amcamda “sorun belki tanırım” dedi. “Bahri Beyi soracaktım yaşıyor mu, sağ mı, çok merak ediyorum” deyince amcam güldü. Beyefendi “niçin gülüyorsunuz” deyince, amcam, “Bahri Bey benim dayım olur” dedi. Beyefendi konuşmak için bizi lobide bir masaya davet etti. Amcam dayısının 1957 de vefat ettiğini söyleyince çok üzüldü. Bahri Bey ile ilgili anılarından bahsederken, benimde az önce bahsettiğim, Mustafa Kemal’i Samatya da misafir etmesi ve altın verme işini aynen babaannemin anlattığı gibi kendiliğinden bize anlattı. Beyefendi anlattı biz heyecanla dinledik. O zaman babaannemin anlattıklarının gerçek olduğuna inandım ve içim burkuldu. Tarihçiler Bahri Bey için şöyle yazmışlar. Bahri bey İstanbul’dan sonra Anadolu’ya geçti, Sivas Kongresine katıldı ve ilk Meclise milletvekili seçildi. Neyi var neyi yoksa kurtuluş savaşı için harcadı. Yaşananlara baktığımızda da hakikaten öyle olmuş. Çapanoğlu Celal Bey de milli mücadelenin başlarında saathane meydanında milli mücadeleyi destekleyen muhteşem bir miting tertipler. Halkı ateşleyici güzel bir konuşma yapar ve Keskinli Rıza Bey vasıtası ile Mustafa Kemal’e ilk ağızda teslim edilmek üzere bir kese altın ile saygı ve selamlarını yollar. Ama sonra olaylar nasıl bu hale gelir izahı mümkün değil. Bu anlattığım olaylar aile büyükleri arasında da bir masal gibi sık sık anlatılırdı bizde o zamanlar daha genciz tabi, bunların bir kaydı kuydu yok mu diye sormak aklımıza gelmezdi. Ne büyük gaflet. Mesela rahmetli Muhlis Bey amcaya o sırada Hindistan da bulunan akrabamız Çapanoğlu Muhsin Bey’den bir mektup geldiği, Muhlis Bey’in Milli Emniyetin bir oyunu olabilir korkusu ile cevap vermediği söylenirdi. Bu mektupta ne yazıyordu, sonra mektup ne oldu çok merak etmişimdir.
A.Ç.-Evet, böyle aydınlanamayan çok konu var. Bu başkaldırıdan sonra da aile çok büyük maddi ve manevi sıkıntılar çekmiş. Büyük bir variyetten sonra birden bire her şeylerini kaybetmişler ve büyük bir yoklukla karşı karşıya kalmışlar. Mesela büyük dayım Nafiz Haşmet Terken, uzunca bir süre bir eşekle köy köy dolaşıp çerçilik yapmış. Gerçi sonra Rusya’da, Romanya’da ve İran’ da konsolosluk yaparak ülkemizi temsil etti ama gençlik yılları çok zahmetli geçmiş.
E.B.Ç.- Evet maalesef çok sıkıntı çekilmiş. Çapanoğlu hadisesi bittikten sonra da aile çok sıkıntılara göğüs gerdi. Konaklar yakılıp, yıkılıp, yağmalandıktan gayri Ziraat Bankasından alınmış görünen Elli bin lira da kuruşuna kadar aileye ödetildi. Buda işin tuzu biberi oldu. Mesela ben bizzat yaşadığım bir olayı anlatayım. Padişah Üçüncü Selim’ in kurmak istediği ilk düzenli askeri birlik olan Nizamı Cedit’i Osmanlı imparatorluğunda ilk hazırlayanlar Çapanoğullarıdır. Çapanoğulları III. Selim’in tahttan indirilip yerine II. Mahmut’un tahta çıkarılması sırasında Alemdar Mustafa Paşa tarafından yardıma çağrılınca (Süleyman Bey zamanı) onbin süvari, beş bin piyade den müteşekkil hazırladıkları düzenli birliklerle İstanbul’a geldiklerinde, padişah için yapılan resmigeçide katılırlar. Bu düzenli birlikler II. Mahmut’un çok hoşuna gider ve dedemizi huzuruna çağırtır. Askerlerinin önünde yürüyen Çapanoğlu Süleyman Bey, huzura kaftanla değil yol kıyafeti ile girmek zorunda kalır. “Huzura yol kıyafeti ile geldiği için bağışlanmasını, Padişaha ve Devlete hizmet için var oldukları’’ mealindeki sözleri padişahın çok hoşuna gider ve Rus Çarının kendisine hediye ettiği kürkü Süleyman Bey’e giydirir. Süleyman Bey bu kürkü ölene kadar gururla taşımış, ölürken de tabutuma örtün diye vasiyet etmiş ve öyle yapılmış. Bu kürkün üzerinde düğme yerine iki adet elmaslarla işlenmiş çiçek varmış. Bu düğmelerden bir tanesi bizim aileye kadar geldi. Gümüş zemin üzerinde çok yapraklı bir çiçek idi. Yaprakları elmaslarla bezenmişti, çiçek kısmının ortasında bir büyük elmas etrafında papatya gibi elmas taşlar vardı. Bunun etrafında yine buna benzer, ortada bir taş etrafında yine taşlar. Böyle kaç tane idi unuttum. Geceleri ışıkta pırıl pırıl olurdu. O yıllarda bizim aile, yani babam Hadi Çapanoğlu, Amcam Azmi Çapanoğlu ve ikisi üniversite de olmak üzere okuyan altı çocuklu bir aile. Babam Hadi Bey öğretmendi, amcam Azmi bey ticaretle uğraşıyordu.1960 ihtilalından sonra banka kredileri kesilince ekonomik olarak çok sıkıntıya düştük. Tarlalarımızı yok pahasına sattık yine yetmedi. Yukarda bahsettiğim elmas iğneyi satmak zorunda kaldık. Ben İstanbul’da Tıbbiyede öğrenci idim. İğneyi önce Topkapı Müze müdürüne götürdük müze satın alırsa hiç olmazsa müzede sergilenir diye düşünmüştük. Müze Müdürü, soyadını Şahsuvaroğlu gibi hatırlıyorum, iğneyi görür görmez hangi devrin eseri olduğunu bildi ve bunu müzeye kazandırmayı çok istediğini ancak alımları durdurduklarını söyledi. Bize, bunu piyasada satarsak, tahmin edemeyeceğimiz kadar düşük bir fiyata almak isteyeceklerini söyledi. Yurt dışında kıymetinin çok daha iyi anlaşılacağını ve çok daha iyi para edeceğini söyledi. Böyle bir imkânımız olmadığından düğmeyi hemşerimiz olan bir tüccarla Kapalıçarşı’ya götürdük ve ilk gittiğimiz kuyumcu, Topkapı müze müdürünün söylediği değerin çok çok altında bir fiyat verdi. Ona vermeyip başka birine gittik, meğer böyle kıymetli işlerde aralarında haberleşirlermiş. İkinci gittiğimiz yer daha öncekinden de düşük bir fiyat verdi, ona da satmadık. Üçüncü gittiğimiz yer ise daha düşük bir fiyat verdi ve her gittiğimiz yerde fiyatın sürekli düşeceğini söyledi. İçimiz sızlayarak düğmeyi gittiğimiz üçüncü mücevherciye sattık ve Kapalıçarşı’dan içimiz buruk ayrıldık. O sattığımız aile yadigârı aklıma geldikçe hâlâ içim sızlar ve çok üzülürüm. Çok şükür ailemizin yaşayan fertleri hem çok iyi mevkilere geldiler hem de çok iyi ekonomik durumlara kavuştular. O yıllarda o sıkıntılara düşülmeseydi bugün bu elmas düğmeleri ya Topkapı müzesine ya da geçen yıl gidip gezdiğimiz Yozgat müzesine seve seve bağışlar gelecek nesillere bir aile yadigârı olarak bırakırdık. Çok yazık oldu. Maddi değerinden çok manevi değeri vardı.
A.Ç.-Bu sohbetimizle sizi tekrar maziye götürüp belki biraz üzdük ama geçmişte yaşanan bu olaylar unutulmasın ve kaybolmasın istedik. Çok teşekkür ederiz.
E.B.Ç.-Bende Çapanoğlu ailesi adına teşekkür ederim.
(Bitti)
ABDÜLKADİR ÇAPANOĞLU
23.03.2009
Yazarın notu; Değerli ağabeyim Edip Bilgin Çapanoğlu, bu hasbıhal gazetede yayımlanırken, amcası merhum Azmi Çapanoğlu’nun, Çapanoğlu olayları ile ilgili ses kayıtlarının kopyasını bana hediye etmek lütfunda bulundu. Minnetle teşekkürlerimi arz ederim.
06.08.2012
06.08.2012
OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ
mahmut erdem
06.08.2012 10:38:00Geleck kuşaklara bırakılacak güzel bir yazı dizini
teşekürler zihninize ve kaleminize kuvet.