A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

ŞEYHÜLİSLAM YAHYÂ EFENDİ

Mescitte riya pişeler itsün ko riyayı
Meyhaneye gel ne riya var, ne mürai

Bırakın yalancılar mescitte yalan söylesin
Meyhaneye gel. Ne yalan var ne ikiyüzlülük.

Bu mısraların sahibi, Osmanlı devletinin yirmi yedinci şeyhülislâmı Yahya Efendi dir (1554-1644). Osmanlı şeyhülislâmlarının en değerlilerinden sayılır. Babası Ankaralı Şeyhülislâm Bayramzade Zekeriyyâ Efendi dir (öl. 1593). İlk eğitimini aile içinde görür. Abdülcebbârzâde Derviş Mehmet Efendi gibi devrin büyük ulema¬sından ders görerek yetişmiştir. Genç yaşında Atik Ali Paşa (1586), Haseki Sul¬tan (1589) ve Sahn medreselerinde müderrisliklerde bulunmuş, Üsküdar Valide Medresesi’ndeki müderrisliğinden sonra Halep (1595) ve bir yıl sonra da Şam kadısı olarak atanmıştır. Mısır, Edirne ve Bursa’da da kadılıklarda bulunarak ni¬hayet 1603 tarihinde İstanbul kadılığına getirilmiştir. Bir yıl kadar sonra bu va¬zifesinden azledilerek aynı yıl içinde önce Anadolu ve ardından da üç kere Ru¬meli kazaskerliğine getirilir (1604, 1609, 1617). Şeyhülislâmlığa atanmasından (1622) bir yıl sonra, Sadra¬zam Kemankeş Kara Mustafa Paşa’ya rüşvetçilikte ileri gittiğini ima etmesi üzerine paşa ile arası açılmış, paşanın Sultan IV. Murat’a Yahya Efendi aleyhinde yalanlar düzmesi üzerine azledilmiştir. Yerine getirilen Esad Efendi’nin vefatı üzerine (1625) ikinci olarak şeyhülislâmlığa getirilir, 7 yıl kadar daha bu makamda kalır. Son olarak, Ahî-zade’nin katli üzerine (1634) tekrar bu makam’a getirilmiş ve ölene kadar da bu makam da kalmıştır (1644). Toplam meşihat hizmeti 20 yıla yakındır. Çok doğru ve faziletli bir zât idi. Ömrünü, iyiliği öğretmek kötülükten sakındırmakla geçirdi. Âlim, faziletli, edîb, şâir bir zattı. Şiirlerinde Nef’î’yi ve üslupta Şâir Bâkî’yi andırırdı. Zamanının çoğunu Sultan Dördüncü Murat Han ile geçirirdi. Padişah kendisine; “Baba” diye hitab ederdi. Gerek sultanlar yanında gerekse halk arasında pek rağbet ve hürmet gördü. Vefatında bütün İstanbul halkı dükkânlarını kapayarak cenazesine iştirak etti. Kaynaklar onu herkesçe sevilen, zarif, hoşsohbet, güleç yüzlü, latifeci yük¬sek ahlâklı ve mütevazı bir kişiliğe sahip olarak tarif ederler.

Tarihçi Na’îmânın anlattığı şu hadise onun hoşgörülü kişiliğini aksettirmesi bakımından ilginç ve önemlidir. Bir gün Fatih Camii’nde zamanın sofu vaizlerinden Hurşit Çavuş bir gün kür¬süde vaaz sırasında Şeyhülislâm Yahya Efendinin o günlerde nazmettiği “Mescitte riyakârlar bırak riya ede görsünler, sen meyhaneye gel. Çünkü meyhanede ne riya vardır ne de riyacı” anlamındaki; “Mescidde riyâ-pîşeler itsün ko riyayı, Meyhaneye gel kim ne riyâ var ne mürai beytini kastederek “Ey cemaat! Her kim bu beyti okursa kâfir olur. Çünkü bu be¬yit apaçık bir küfürdür.” Diyerek densizlik edince, cemaatin bir kısmı Hurşit Çavuş’a öfkelenerek, zamanın şeyhülislâ¬mını sen nasıl küfürle itham edersin diyerek ayağa kalkar¬lar. Herkes büyük bir otoriteyi elinde bulunduran şeyhülislâm tarafından, kendi¬ni bilmez vaizin cezalandırılmasını beklerken, ilim, vakar ve ta¬hammül sahibi kişiliğe sahip olan Yahya Efendi hiçbir karşılık göstermemiş ve belki de softanın anlamakta zorluk çektiği mananın kendisine anlatılmasını ye¬terli görmüştür. Osmanlı da böyle değerli din adamları vardı. Daha sonraları menfaatleri icabı ve ikbal hırsı ile çocuk yaşta padişahların ve şehzadelerin en sonunda da Atatürk’ün idamı için fetva veren Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi gibi Şeyhülislam Arnavut Abdülrahim Hoca gibi din adamları da çıktı. Birinci İbrahim, katline ferman veren Şeyhülislam Arnavut Abdülrahim Hoca’ya “Sen nasıl böyle bir fetva verirsin? Seni ben Şeyhülislam eylemedim mi? Ah, sarığı boynuna dolanası koca deyyus.” Diye bağırınca Şeyhülislam başını sallayarak, Allah adını ağzına almaktan utanmadan ,“Beni sen değil, Cenabı Allah, bu makama getirdi” diye cevap verebilmiştir.

Yahya Efendi, İstanbul’da vefat eder. Bütün İstanbul halkı dükkânlarını kapatarak cenazesize iştirak ederler. Cenaze namazı Fatih Camii’nde kılınır. Aziz cenazesi İstanbul halkının elleri üzerinde götürülerek babasının Çarşamba’daki türbesine defnolunur. Yol genişletme çalışmaları sırasında yapılan istimlâklerde Zekeriyyâ Efendi ile Yahya Efendi’nin mezarları da yıkılıp yola katılır. Halk şeyhülislâmların mezarlarından çıkan kemik parçalarını hürmetle toplayıp, yolun karşı tarafındaki Kovacı Dede’nin mezarının yanı başına defnederler. Bu sebeple baba oğul bu çok değerli ve yüksek ahlaklı iki şeyhülislâmın mezarlarından bugün bir iz dahi kalmamıştır. Allahın rahmeti üzerlerine olsun.

07.02.2013
OKUR YORUMLARI
Kadir Ahmet Danıska
10.02.2013 14:51:00

yine tarihdeki önemli şahsiyetler ve ders alınacak hikayeleri
Böyle saygıdeger zatları keşke günümüze kadar taşıyabilsek ama günümüzde böyle kişileri mumla bile bulamaz olduk
derin bilgi ve kültürünüzü bizimle paylaştığınız için tesekkür ederiz,saygılarımla

ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
08.02.2013 22:33:00

Değerli Suzan Hanımefendi, uzun yorumunuz ve önemli tespitleriniz için tekrar teşekkür ederim. Devlete hainliği belgelerle tescilli kişilere iade-i itibar yarışında, bazı dostlar neden sizde iade-i itibar talebinde bulunmuyorsunuz demişlerdi. Onlara ailecek şöyle cevap vermiştik. “Kimseden itibar talebinde bulunmaya ihtiyacımız yok, Bozok yaylasının ailemize duyduğu sevgi bize yeterde artar bile.” Geçmişten gelen bu sevgiye layık olabilirsek ne mutlu bize. Saygılarımı sunuyorum.
Not; Gerektiğinde mail adresimden de mesaj gönderebilirsiz

SUZAN
08.02.2013 00:47:00

Sayın Çapanoğlu;Yorumlarıma sizin değiminizle"azarlama kokusu" sinmiş ise yerden göğe kadar sizden özür dilerim.Sizin gibi değerli bir insanı, büyüğümüzü, atamızı azarlamak ne haddimize... Sizde bilirsiniz ki Bozkırın bağrında pamuk yetişmez. Bende bozkırda yetişmiş bir insan olarak yetiştiğim toprakların kimyasını almışım. Karekterime yansıyan sert mizaç, haliyle kırık uçlu kalemime de yansımış olabilir. Bu bakımdan size yönelik, üzüntü yaratacak hiç bir niyet haddim değildir. Saygıda kusurum olmuşsa af ola.

Amacım şudur ki;Kendi topraklarımda yetişen, var olan ve memlekti için birşeyler yapmaya çalışan değerli şahsiyetleri nacizane desteklemek, hatta biraz ısındıklarını farkettiğim anda yorumlarımla körükleyerek, ışık saçacak alevlerini açağa çıkarmalarını sağlamaktır.

Elbette ki ÇAPANOĞULU hakkındaki yazı dizinizi merakla okuyor, geçmişimiz hakkında bilgi almaya çalışıyorum.Ben istiyorum ki; bu değerli yazılar sayfalarda kalmasın görselleştirilsin.Tarih, hatalarıyla ve başarılarıyla tarihtir.İnsanda günah ve sevaplarıyla insandır.Benim dedemin dedesini yada babasını Çapanoğlu isyanından sonra saat kulesi dibinde darağacında asmışlar.Asıldı diye; yada, o günkü adalet suçlu bulduğu için dedemi suçlayamam. Asanlarıda suçlayamam.Çünkü o günkü şartlarda insanların kendilerini ifade edecek veya olayların gidiş çizgisini tesbit edecek kadar zamanları yoktu. O insanlar,kendi doğrularına göre yaşamaya çalışmışlar. İnandıkları doğruları savunmuşlar. Onların doğrusu başkasına eğri gelebilir. Hem o zamanlar bu kadar iletişim kolaylığı olmadığından yurdun dört yanında ne olup bitiyor bilinemiyordu. Okur yazar sayısı parmakla gösterilecek kadar azdı. Asırların halifesini bir kalemde silecek biri çıkmış... Bir anda bunu kabullenmek elbette kolay değil. Haliyle kendi kurdukları düzeni, alıştığı hayat tarzını korumaya çalışıyorlardı.O insanların da tek gayesi vatanını-milletini korumak, uğrunda can vererek düşmana teslim olmamaktı. Atatürk Samsun'a giderek millete milletin ahvalini anlatmıştı.Yozgat'a gelerek anlatmış olsaydı belki bazı olaylar olmayacaktı. Elbette bu günkü başbakanlar gibi özel uçakları da yoktu ki millete kendilerini ifade etmek için bir günde yurdu dolaşsınlar.
Bazı köşe yazarlarımız Yozgat'ın geri kalmışlığını Atatürk'ün ceza verdiğine dayandırıyor. Bu çok cahilce bir düşünce.Canını hiçe sayarak vatan uğruna çephelerde ömür harcayan bir lider, nasıl olurda can verdiği vatan toprağının bir karışına ceza keser...? Geri kalmışlığın sebebi, Yozgat halkının bir birine güvensizliği ve uyuşukluğundan... İçinde yaşattığı farklı kültürleri ayrıştırmasından demeyi kimsenin kalemi yazmaya cesaret edemiyor.

Bir Yozgatlı olarak geçmişimle, atalarımla, atalarımın bağlı bulunduğu "ÇAPANOĞLU BEYLİĞİ" ile gurur duyuyorum.O insanların yiğitliği, vatan severliği nesillerine aktarılmış olmasaydı, bu gün YOZGAT'daki şehitlik bu kadar dolmazdı.Yine Bozok yaylasının yiğitleri asil bir kan taşımasaydı memleketimiz düşman ayağı değmemiş bir bozkır olarak anılmazdı...
ÇAPANOĞLU bu topraklarda ebedi kalacak en az iki anıt bıraktı. Yüz yıldır gelip geçenler ne bıraktı? Bırakılanlarıda koruyamadılar. "ÇAPANOĞLU camii" gibi bir mabedi, bir anıtı yaptıran, yapılmasına vesile olan bir lider hakkında, ciltler dolusu kitaplar yazılmalı.
Sayın Hocam; Biz özümüze,sözümüze, kültürümüze sahip çıkmalıyız. Göğsümüzü gere gere herkese tanıtmalıyız. Ancak o zaman tanınacağımızı düşünüyorum. Ve YOZGAT lı olduğum için geçmişiyle ve geleceği ile gurur duyuyorum.
Siz güçlü bir kaleme sahipsiniz.Tarihimiz hakkındaki bilgi birikiminizi elbette bize aktarmaya çalışıyorsunuz.Dilerim ki bu yazdıklarınız görselleştirilerek Türk halkının evlerine aktarılır. ÇAPANOĞLU kimmiş? Neler yapmış? Nasıl yaşamış? Nasıl bir deha zekaya sahipmiş? Ayaklanmadaki niyeti neymiş? Bu sorular doğru açılardan bakılarak anlatacağınıza ve anlattığınıza güvendiğim için sizden arz ediyorum ki Sadece Yozgat gazetesini gözucuyla okuyan Yozgat'lıların aklında az buçuk kalan bir yazı olarak, yada raflarda tozlanan kitaplar arasında kalmasına,geçmiş atamızın bir kaç sözle tanınmasına gönlüm razı gelmiyor. Siz yazı serinizi tamamlayıp, bizleri aydınlatmaya gayret gösteriniz. Elbet evlatlarımızdan biri çıkıp birgün yazdıklarınızı senaryolaştırarak, film şeritlerinde canlandıracaktır. O zaman anlayacaklar Yozgat Türkiye'nin neresinde? Nasıl bir kültüre sahip?Nerden gelmiş, nereye gidiyor? İnşallah bu gidiş bir şekilde değiştirilir. Beyinlere kazınan "cezalıyız" fikri silinir.
Bu arada Yozgat'lı damarım tuttu. Yukardaki eserinizi unuttum sanmayınız.
"Bırakın yalancılar mescitte yalan söylesin
Meyhaneye gel. Ne yalan var ne ikiyüzlülük."
Ne doğru söylemiş Yahya Efendi Hz leri. İçen insan kendini unutmak için içer. Sarhoş olup kendinden geçer. İçinde ne varsa dışına o sızar. Ne yılan kalır içinde,ne de yalan kalır dilinde.
Alimin eylemini her adem anlasaydı, alem yarı aydınlık yarı karanlık(gece gündüz) olmazdı; diye düşündürdü beni yazınız.
Kaleminiz Her daim var olsun. Saygılar.. Hürmetler..

Adınız ve Soyadınız
07.02.2013 20:48:00

Abdulkadir Abi kalemine ve eline Sağlık Akman ailesinden Selam ve Saygılar.

ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
07.02.2013 11:38:00

Değerli Suzan Hanımefendi, biraz azarlama kokusu da olan sitemlerinizde yerden göğe kadar haklısınız. Ancak sizin olmasını arzu ettiğiniz kadar iddialı olmamakla birlikte Sayın Osman Hakan Kiracı dostun tavsiyesi ile 9. göbekten torunu olmakla gurur duyduğum Çapanoğulları ve onların kurduğu Yozgat şehri hakkında yazmaya başlamış idim. Ne zaman biteceği belli olmayan uzun bir hikâye olacağını tahmin ediyorum. Yazılarım arasında epeyce uzun olan ve gazetede iki tam sayfa yayınlanan Çapanoğlu hadisesi bir isyan mıdır yazımı bilmem okuma fırsatınız oldu mu? Yozgat gazetesindeki köşemde sık sık Çapanoğulları hakkında yazarsam okuyucuyu sıkar mıyım acaba endişesi ile değişik konular da bir şeyler karalamaya çalışıyorum. Uyarınızı dikkate alarak okuyucunun beğeneceğini umduğum bazılarını buradan yayınlayacağım. Her türlü eleştirinizi çekinmeden yazmanızı istirham eder saygılarımı sunarım.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ