A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

SAMİZDAT’DAN AMİSTAD’A

Bu yazı değerli ve cesur yazar Soner Yalçının kitabı ile ilgili bir tanıtım veya yorum yazısı sanılmasın. Ama kısaca değinip başka bir şey anlatmak istedim. Yazar, Silivri Cezaevi'nde yazdığı yeni Kitabı’nın ismini “Samizdat koymuş. Kitabın başlığını neden “Samizdat” koyduğunu şöyle açıklıyor:”Olağanüstü dönemlerde, baskıdan-sansürden kaçabilmek için kitaplar, tüm tehlikeler göze alınarak gizlice yazılıp, gizlice basılıp, gizlice dağıtılır. Ruslar bu tür kitaplara “Samizdat” adını koydu ve bu isim evrensel hale geldi. Elinizdeki “Samizdat” zor koşullarda “doğdu.” Samizdat yayımlanınca Silivri zindanında başıma ne gelecek hiç bilmiyorum. Bildiğim, cezaevi insanı hep test eder; ama insanın ruhundaki soyluluk düşmesini önler, insan haline gelmek için felaketlerle didik didik edilmek gerekir. “Kim acısının üstüne çıkarsa, o yükselecektir,” der Hyperion... Soner Yalçın kitabın sonunda, kendisine yapılan vebalı muamelesinden de bahsediyor..."Tamam, Hürriyet yazarı olduğumdan bahsetmeyin; tamam, haberlerde adımı bile geçirmeyin; tamam, beni yok sayın; tamam, haber bile vermeyen bir hoyratlıkla maaşımı kesin, işsiz bırakın, sahip çıkmayın, hepsi kabul. Ama işte, insan bir nezaket bekliyor. “Soner Yalçın bizi anlar” demelerini bekledim. Hayır, yok, umursamıyorlar bile. Demek ki zamanla birlikte yaşayan bir ölü olmayı seçtiler; daha yüce bir yaşam uğruna zamanın dışına çıkmayı beceremiyorlar. Ne diyebilirim ki... Ve fakat: Tüm bu tavır, cemaatçi çevrenin beni “vebalı” göstermesine katkı sağlıyordu. Öyle ya, demek ki bir “mikropluk” vardı bende! Gazetesinin, yayınevinin sahip çıkmadığı biriyim ben. Hitler ölüm kamplarının duvarına şu yazıyı astırmıştı: “insanlara çamurmuş gibi davranın, gerçekten çamur olurlar.” Hayır!..İnsani niteliklerimi kaybetmediğimi göstermem, gerçekte nelerin olduğunu tüm çıplaklığıyla anlatmam lazımdı. Suskunluğa, unutuluşa mahkûm edilmeyi kabul edemezdim. Tıpkı Stefan Zweig gibi; “Kitap yazmamın nedeni biraz alışılmadık olmakla birlikte hayli etkili bir duyguydu: utanç.”Başkaları için Silivri zindanında utanmaktan ben de usandım artık... Afrika atasözüdür;”Aslanlar kendi, tarihçilerine kavuşuncaya kadar tarihler avcıları övecektir.”Ben “aslanların tarihçisi-gazetecisi olmaya çalışıyorum. İşte bu cümle bana Amistad filminin avukatlarını ve duruşmalarda ki zenci kölelerin çaresizliklerini hatırlattı.
Sinemalarda oynadığında iki kere acı ve ibretle izlediğim, bir kere de TV. de izlediğim filminin hikayesi de şöyle; Film 1839 yılında Amerika da görülen gerçek bir dava olan Amistad davasını anlatır. La Amistad,(Türkçesi dostluk) 1839 yılında Afrika’dan ABD’ye köle sevkiyatı yapan ve bu konuda sabıkalı bir İspanyol gemisinin adıdır. Film, Afrika da, başlarına gelecek felaketten haberi olmadan günlük yaşantıları içindeki zenci bir kabilenin sürek avına çıkmış avcılar gibi köle tacirleri tarafından vahşice yakalanıp boyunlarına zincir takılarak tutsak edilmeleri ile başlar. Tutsak edilen zenciler gemiye getirilip, hayvan sürüleri gibi ambarlara kapatılırlar. Daha güçlü olanları da yine ayaklarından zincir ile birbirlerine bağlanarak forsa olarak, küreklere oturtulurlar. Bu kaçak köle ticareti yapan gemi açık denizde devriye görevi yapan askeri bir gemiye rastladığında gemi personeli kürek başındaki bu kölelerden birkaç tanesini hemen denize iterler. Onların ağırlığı ile ayaklarından birbirlerine bağlanan kölelerde birbiri peşine denizin dibini boylarlar. Amistad, böylece masum bir ticaret gemisi gibi görünür. Sonra döner yine aynı işi yapmaya devam eder. Amistad Küba sularına geldiğinde Afrikalı köleler elbette nerede olduklarını bilemeden, ansızın büyük bir isyan başlatırlar. Cinque adlı bir kölenin önderliğinde silahlanarak geminin kontrolünü ele geçirirler. Tek istekleri vatanları olan Afrika’ya geri dönebilmektir. Gemide 53 tane Afrikalı köle bulunmaktadır. Zenciler, canlarını kurtarmak ve yeniden hür olabilmek için mürettebatından iki kişi hariç tamamını öldürürler. Artık Afrika’ya dönmek için bir şansları vardır ama mürettebattan sağ kalan son iki kişinin onları doğru yere doğru götürdüklerine inanmaktan başka şansları da yoktur. Ancak, sağ kalanlardan geminin hain ve cani İspanyol seyir memuru onlara oyun oynar. Tek istekleri Afrika ya dönmek olan zencileri Amerika'ya doğru götürür. Karşılaştıkları Amerikan Bahriyesi gemisi tarafından tekrar ele geçirilip esir alınarak Amerika'ya götürülürler. Gemi mürettebatını öldürmekten ve açık denizde korsanlık yapmaktan mahkemeye çıkarılırlar. Çok kötü yerlerde ve çok kötü şartlar içinde duruşma günlerini bekleyen köleler. Duruşmalara da boyunlarından ve bileklerinden birbirlerine zincirlenmiş bir sıra halinde getirilir ve öyle tutulurlar. Amerika'da ucuz köle çalıştırmak isteyen onun için de bu düzeni savunan zengin, toprak sahibi aileler ile buna karşı çıkan eyaletler arası tartışmaların yoğunlaştığı o günlerde bu mahkemenin kamuoyunda duyulması, halk arasında büyük ilgi uyandırır ve mahkeme birden en önemli konulardan biri haline gelir. Köylerinden silah zoruyla kaçırılıp köle halinde satılmak üzere Amerika'ya getirilen zencilerin hikâyeleri hem mahkemede hem de halk arasında tartışmaları yoğunlaştırır. Lisan bilmeyen, başlarına gelenleri anlatamayan bu insanların davası, yalancı şahitlerin de katılmasıyla ve bu işten çıkarı olan İspanya ve İngiltere’nin de katılımıyla uluslar arası bir dava haline gelir. Hatta İspanya kraliçesi 2.İsabella, gemi ile içindekilerin kendisine ait olduğunu iddia eder ve Amerika’dan kölelerin en ağır şekilde cezalandırılmasını ister. Cesur bir avukatın ve arkadaşının hiçbir ücret talep etmeden savunmayı üstlenmesi, köle ticaretini ve gemilerde yaşanan vahşeti anlatan bir kaptanın da açıklamaları sonucu, çok uzun süren bu dava zencilerin lehine sonuçlanır. Köle avı sırasında bir birlerini kaybeden Cinque eşine ve çocuğuna kavuşur.

Yazarın notu; Bu film 1998'de, 4 Oscar ve Altın Küre dahil sayısız ödül kazanmıştır. Seyretme fırsatınız olmamışsa lütfen CD. sini bulup izleyiniz. Titanik filminden sonra beni çok etkileyen tüylerimin diken diken olmasına sebep olan ikinci film idi.

16.04.2012
OKUR YORUMLARI
Mehlika Filiz Ulusoy
25.04.2012 10:51:00

Abdülkadir Bey

Umarım ülkemde kitapların Samizdat'sız yayımlandığı günleri de görürüm.Gençken ev hanımı komşumuzdan alarak okuduğum ve sonra iade ettiğim Mikhail Sholokhov'un Durgun Don adlı dört ciltlik kitabı beni çok etkilemişti. O sırada 1970 darbesini yaşadık. Bu hanım, bu kitabı sobada yakacağını, istersem bana verebileceğini ancak, kitap bende bulunursa kendisinden aldığımı kimseye söylemememi istedi. Ben de kitabı güzelce sararak, kömürlükteki kömürleri iyice deştim ve paketi oraya gömdüm. Oysa hala o kitapta ne sakınca var anlamış değilim.
Yazmanın ve okumanın hala Samizdat'lı olduğu ülkem, yazma ve okuma yasaklı olursa nasıl aydınlanır. Namık Kemal'i de Magosa zindanlarında üç yıl çürütmüşlerdi. Adı geçtiği anda, onu aydınlık ve güzel yüzü ile hemen hatırlamamızı engelleyebildiler mi?

Saygılarımla

Günseli
22.04.2012 16:08:00

Bu yazınız üzerine hemen bi kitapcıya gidip eseri aldım.okumaya başladım.size de teşekkür bir görev kabul edip bu maili yolladım.saygılarımla..

Sibel Manacioglu Oktay
16.04.2012 18:12:00

Benim de cok etkilendigim bir filmdi.Cok guzel ozetlemissiniz.Tarihin donusumlerine gore degerlendirmeler de degisiyor olabilir.Bunu farkedebilmek acisindan da tavsiye ederim.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ