1950 li yıllarda idi. Sanırım 1953-54 yıllarından birisi olacak 7-8 yaşındayım. Ankara da Numune hastanesinin karşısında üçgen avlusu olan bir evde oturuyorduk. Ben ve kardeşim Haluk, Anafartalar caddesindeki Atatürk ilkokulunda okuyor oradan evimize yürüyerek gidip geliyorduk. O zaman böyle servis araçları filan yoktu salına salına Samanpazarı’na oradan da yokuş aşağı Talatpaşa Caddesi 17 numaraya yol boyunca şakalaşarak gider gelirdik. Yolumuzun üstünde bir pastane vardı. Büyükçe bir tabelası ve üstünde de fok dondurması diye de bir reklamı vardı. O tabelaya baktıkça canımız çekerdi. Bedeli 15 kuruştu ama o zaman kimde 15 kuruş vardı ki. Bir kiloluk ekmek 35 kuruş Hürriyet Gazetesi 15 kuruştu. Okul çantalarımız kontrplaktan idi. Yolumuzun üzerinde korkulukları kalın betondan bir merdiven vardı. Çantamızı korkuluğun üzerine koyar bizde üstüne oturur kızak gibi kayardık. Ama o kadar yolu yürümek bazen zorumuza da giderdi. Sonraki yıllarda Niğde lisesinde okurken, okuldaki elliye yakın arkadaşımız 5 kilometre uzaktaki Fertek nahiyesinden yürüyerek gelir giderlerdi. Kışın soğuğu bir taraftan yolda kurtla kuşla karşılaşma tehlikesi bir yandan birbirlerinden ayrılmadan ve yüzleri soğuktan kıpkırmızı bir şekilde gelirlerdi. Okul paydos olunca biz evimize gelir hemen yemeğimizi yerdik, onlar bir saat yolda olurlardı hem de aç karnına. Bu yüzden Fertek’in okuyanı, büyük mevkilere çıkanı çoktur. Ankara da oyun yerimiz hastanenin üst tarafındaki çok büyük bir arsa idi. Kardeşim ve komşu evlerden birkaç arkadaşımızla oynarken birden pervaneli bir uçak sesi oldu. Yük ve yolcu taşıyan uçakların hepsi o zamanlar pervaneli idi. Bir bilgi; pervaneli uçaklar jet motorlulara göre daha yavaş uçarlarsa da daha kısa pistlerden kalkıp inebilirler. Uçak sesinin geldiği yöne bakınca gökten küçük küçük paraşütler yağdığını gördük. O tarihte rahmetli Eczacı Necip Akar İstanbul Mecidiyeköy de kurduğu fabrikasında Gripin, Radyolin diş macunu, Puro tuvalet sabunu ve Fay temizleme tozu üretiyormuş. Tanıtım amacıyla kâğıt peçetelerin dört köşesine bağladıkları ipliğin ucuna şimdi otellerin banyolarına konan aynı zamanda otelin ismini de taşıyan küçük sabunların benzeri bir puro sabunu bağlamışlar, uçaktan bırakıyorlar. Bu paraşütlerden kapmak için başımız yukarda koşarken kaç kere düştük. Ağzımız burnumuz üstümüz başımız toz toprak içinde kaldı ama kimin umurunda. Kardeşim, ben ve diğer çocuklar ikişer üçer adet yakaladık ve eve getirdik. Hem sabunlar hem de uçlarına bağlandığı kâğıt peçeteler çok huşumuza gitti. Kâğıttan peçeteyi ilk defa görüyorduk. Hepsini itina ile katlayıp yıllarca sakladık. Keşke daha uzun süre saklasaymışız, büyük bir hatıra olurdu. Okullar tatil olunca annemle birlikte Yozgat’a dedem Ceritzade Şükrü efendinin Mutafoğlu mahallesinde köprünün başındaki evine gelir daha sonra da bir süreliğine o sırada köyde olan dedemin yanına Dayılı köyüne giderdik. Orada köy meydanında çocuklar varsa onlarla, yoksa dam başında kardeşimle dama filan oynardık. Dedemin evi iki katlı idi. Bitişiğinde de üzeri toprak damlı ahır vardı. Bizim orda olduğumuz zamanlar ahırın üzerinde evin duvarına yaslanmış ekin sapları yığılı olurdu. Bir gün evin damına çıktığımızda kardeşim sapların üzerine atlayınca kaydırak gibi aşağı doğru kaydı. Bu oyun çok hoşumuza gitti. Ev halkı kendi işi ile meşgulken gizlice dama çıkıp oradan sapların üstüne atlar kayardık. Bir seferinde o kadar hızlı kaydım ki damın kenarına kadar geldim neredeyse aşağı düşecektim. Böyle bir oyun sırasında bir askeri savaş uçağı geçince aklıma Ankara da uçaktan atılan paraşütler geldi. Kardeşime gel paraşüt yapalım dedim. Önce büyük sofra bezini kimseye sezdirmeden alıp dam başına koyduk. Sonra ip aramaya başladık. Ahırda ve merdiven altında bulduğumuz kalın ipleri saklayarak dam başına taşıdık. İçinden uygun kalınlıkta olanların bir ucunu sofra bezinin 4 köşesine, bir ucunu da belime bağladık. Damın kenarına geldik. Kardeşim sofra bezinin iki köşesinden tuttu. Kollarının yettiği kadarı ile açıp öylece bekledi bende kendimi damdan aşağı bırakacağım ama korktum. İpleri çözdük, aşağı inip yumuşak bir şeyler aramaya başladık. Harar denilen kalın ve büyük çuvalları bulduk. Onları kimseye sezdirmeden teker teker dışarı taşımamız epey zaman aldı. Bir yatak gibi güzelce üst üste düzleyip tekrar dama çıktık. Bizim bu faaliyetimizi fark eden birkaç çocukta merakla bizi izlemeye başladılar. İpleri tekrar belime bağladık, kardeşim sofra bezini yine aynı şekilde tuttu. Korku ile karışık bir besmele çekip kendimi bıraktım. Bir büyük taş gibi çok hızlı ve çok kötü düştüm. Ayak bileğim ve mabadım çok ağrıdı. Güç bela ayağa kalktım, bizi seyreden çocuklar katıla katıla gülüyorlar. Yukarı baktım kardeşim de gülüyor. Paraşütüm açılmamıştı, bir hata yapmıştım ama neydi. Sofra bezimi küçük gelmişti yoksa kardeşim mi tutmayı bilememişti anlayamadım. Bir deneme daha yapsam hatayı bulabilirdim belki ama her yanım öyle ağrıdı ki ikinci bir denemeye cesaret edemedim.

28.01.2013
OKUR YORUMLARI
Suzan
06.02.2013 19:50:00

Sayın Çapanoğlu; Damdan paraşütle atlamak bir yana, uçaktan paraşütsüz de atlasanız aşağıdaki yoruma cevap almadığım sürece yazılarınızı okumamaya karar aldım...:)Fakaaaaat anılara olan ilgim ve kalemizin uslup zenginliğine dayanamayıp bu kararı bozmak zorunda kaldım.
Yaşam bir deneyimden ibaret değilmidir?Her düşüş; nasıl kalkılması gerektiğini öğettiği gibi, düşmemek için ise düşüşe sebep olan hatayı tesbit etmek içindir.İnsan yaşadığı olayları sorgulamalıdır diye düşünüyorum.
Keşke şimdiki çocuklarda da az çok çevrelerinde gördükleri olaylar hakkında birazcık deney merakı uyanmış olsa.Sorunun cevabını er yada geç bulabilirler.Bulamasalar bile ilerde anlatacakları bir anıları olur.

Kaleminiz var olsun saygılar...

SUZAN


Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ