A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

OSMANLIDA MÜLTEZİMLİK VE ANADOLU’M

Osmanlı, her döneminde batıyı yani balkanları yani fethettikleri Avrupa ülkelerini imar etmiştir. Bunun nedeni padişah analarının ve karılarının hep yabancılardan olmalarıdır. Bu kadınlar her ne kadar Müslüman olup Arap ve Türk isimleri almışlarsa da gönülleri hep ana vatanlarında kalmış oraları imar etmekte gayret sarf etmişlerdir. Bu yüzden Anadolu hep ihmal edilmiş hep üvey evlat muamelesi görmüştür. Ana görevi padişahı ve saltanatı korumak olan yeniçeriler bile savaşlarda esir alınan devşirmelerden oluşuyordu. Buna karşılık, savaş zamanı yaşı müsait olan Türk çocukları Anadolu’dan toplanır bunlara da başıbozuk denir hep ön saflara bunlar sürülürdü. İhmal edilen Anadolu halkı bir yandan savaşlara asker yetiştirirken bir yandan da devlet ve saray harcamaları için vergi yetiştirirdi. Devlet'in her türlü ticari, zirai ve sınaî gelirleri açık artırma yoluyla ihaleye çıkarılır, böylece bu gelirlerin toplanma işi özel kişilere devredilirdi. Özelleştirilen bu gelir kaynaklarına "Mukataa", bunların tahsil işini devlet adına üstlenenlere "Mültezim", bu sisteme de "İltizam" usulü denmekteydi. Saray, bilhassa merkeze uzak eyaletlerde oradaki görevlilerin maaşlarını ve sair masraflarını bu toplanan vergiler ile öder kalanı saraya gönderilirdi. Vergi toplama işi genelde ayanlar vasıtasıyla yapılırdı. Toprakların iltizama verilmesi İstanbul'da müzayede yoluyla yapılıyordu. Bu müzayedelere taşra yöneticilerinin kapı kethüdaları katılırdı. Mukataa alan kişi İstanbul'da bir kefil gösterir, tahmini vergi gelirinin ilk taksidini "muaccele" (acele) adı altında peşin olarak yatırdıktan sonra devlet adına bölgedeki yükümlülerden mukataa konusu vergileri toplar ve öteki taksitleri bu gelir içinden ödedikten sonra kalanı kazanç olarak kendisine alıkoyardı. Servet ve saygınlık sahibi olmanın biricik yolu, mültezimlikten geçiyordu. Zayıflayan Osmanlının son yıllarında mültezimler devlet içinde devlet olmuşlardı. Savaşlarda toprak kaybeden ve gelirleri azalan saray, bir safahat içindeki bir yaşamın masraflarını karşılayamıyor mültezimler üstündeki otoritesi de gittikçe zayıflıyordu. Örneğin birinci Abdülhamit, Çapanoğullarının bilinen ilk atası Çapar Koca Ömer ağanın oğlu Ahmet Paşa’dan itibaren her dönmem bölgenin mütesellimi (1728) olan Çapanoğullarının, bölgedeki nüfuzunu kırmak için, bir yandan Süleyman Bey’in yerine iki tuğlu bir beylerbeyi tayin etmeyi düşünüyor ve o sırada İstanbul’da sarayda bulunan Süleyman Beyi ağabeyi Mustafa Paşanın yerine Yozgat’a göndermek istemiyor. Diğer yandan da Sadrazamından, “Müteveffanın karındaşı (Süleyman Bey’i kastediyor), mütesellim oldukta bize ne verir” diye araştırma yapmasını da istemekten utanmıyordu. Çünkü sarayın aşırı harcamalarından dolayı hazine sıkıntı içindeydi. Sonunda Süleyman Bey’in Hazineye 3.500 kese (bir milyon yedi yüz elli bin kuruş) taahhüt etmesi kararıyla kardeşi Mustafa bey’in bütün mallarını kendisine bırakarak yazdığı Hatt-ı Hümayunla Bozok Mutasarrıflığını Süleyman beye verir (1781). Bab-ıali, Bozok sancağını Süleyman Bey'e tevcih etmekle birlikte, onu itaatte tutmak için yukarda arz ettiğim kefil olayındaki gibi, 24 Eylül 1782'de Çapanoğlu Mustafa Bey'in oğlu Ali Rıza Bey ile hazinedar ve mühürdarı Hacı İsmail Efendi ve binbaşısı Gürünlü Mustafa Ağa'nın İstanbul'a gönderilmesini emreder. Bab-ı âli’nin kendisine karşı bir tehdit olarak yeğenini ve ağabeyinin adamlarını rehin tutacağını sezen Süleyman Bey, padişahın bu emrini yerine getirmez. Buna rağmen dürüstlükleri, vergi toplamadaki adaletleri, padişahlara sadakatleri, savaşlarda çıkardıkları asker sayısı, savaş ve kıtlık dönemlerinde tüm ordunun ve İstanbul’un et ve zahire ihtiyacını karşıladıklarından dolayı Ayn-ül Ayan (ayanların en gözdesi) diye takdir edilmişler. Çapanoğlu Ahmet Paşadan başlayarak zaman içinde Rakka’ya (Suriye) kadar bu bölgenin mütesellimiği hep Çapanoğlu Beylerine verilmiştir. Osmanlı da Gayr-i Müslimlerin malikâne sahibi olmaları menedilmişse de birçok Rum, Ermeni ve Yahudi’ye de mültezimlik verilmiştir. Bu mültezimler Türklerden daha gaddar daha zalim oldular. Köylüye aman vermiyor inim inim inletiyorlardı. Köylüden toplanan aşar vergisinin yarısı Osmanlı Hazinesi’ne giriyorsa, yarısı da Ermeni ve Rum mültezimlerin kesesine giriyordu. Arazi kullanımına karşılık toprağın verimliliği de dikkate alınarak elde edilen üründen 1/10 ile 1/50 arasında aynî “aşar/öşür” vergisi alınıyordu ama bunun dışında kalan örneğin küçük ve büyük baş hayvan sayısı, arılar, meyve, sebze, yonca ve bunun gibi mallardan alınan vergide mahsuldeki gibi kesin bir nispet olmadığından köylü mültezimlerin vergi memurunun (şahna’lar) insafına kalıyordu. Meyve vermeyen ağaçtan bile vergi alabiliyorlardı, halk ne yapacağını şaşırmıştı. Tarlasını ekse Şahna’lar gelir sorgu sual etmeden alıp götürür, dağda kalsa tehlike ve sıkıntının yanında hayvan vergisi,gerdek vergisi diye yine soyulurdu. Değerli ağabeyim Yılmaz Göksoy hocam “Yozgat’a 5 km. mesafede Tayip köyü vardı. Köyün etrafı hep armutluktu, Köylü yabani ahlât ağaçlarını aşılamış armut yapmıştı. Köye bir gittiğimde birde baktım bir tane armut ağacı yok. Sorduğumda, “vergi memurlarının bu ağaçlara bakarak tayin ettikleri vergileri ödeyemez duruma gelince hepsini kestik kurtulduk” dediler, bu yüzden memlekette meyvecilik gelişmemiştir. Kış ortasında bir hastanın canı elma çekse mendil içinde ihtimamla götürülürdü, ne zamanki mültezimlik kalktı, köylü ondan sonra meyve sebze yetiştirmeye başladı” diye anlatmıştı. Sürekli vergi artışı ile yoksullaşan köylü giderek yoksullaşıyor, zor duruma düşen köylü, tefecilere yöneliyor, borçların ödenememesi de toprağın tefeciye devredilmesi sonucunu doğuruyordu. Ayrıca, rüşvet ve bürokratik baskılar büyük ve verimli arazilerin belirli kişiler elinde toplanmasına neden olmuş ve hepsine ortak olarak “ayan” denilen yeni toprak sahipliği, toprak ağalığı ortaya çıkmıştır. Yozgat ve çevresinde Bozoklu Celal’in çıkardığı ve tarihe Celali İsyanları olarak geçen ayaklanmaların da ana nedeni adaletsiz vergilerdir. 1525 yılında Yozgat’ta meydana gelen Baba Zünnun ayaklanması da tarladan alınan 200 akça vergi yüzünden çıkmıştır 16.yy’da başlayan bu tür olaylar daha sonraki dönemlerde de artarak sürmüştür. İşte bu durum karşısında yoksul halkın dili olan âşıklar şikâyetlerini şiirlere dökmüşler, ya ezilen halkla ya da bireysel olarak baş kaldırmış, bu eylemleri sazına ve sözüne yansımıştır.

Âşık Hüseyin şöyle söyler;

Kıtlık çöktü Kırşehir'e Keskin'e
Kayseri Nevşehir Yozgat üstüne
Kimse bakmaz emmi dayı dostuna
Her birimiz bir hal olduk yar eden

Hökümet, mültezim başından savar
Çarşıya varınca zaptiye kovar
Halimi arz etsem yatırır döver
Her tarafta birden yandık yar eden

Âşık Said’de ona şöyle destek verir;

Mültezim ambara vurdu kilidi
Rüzgârlar dağıttı çıkan bulutu
Zenginlerde kurban kesmez göründü
Aman Allah derde deva yar eden

Zileli Talibi’de şöyle söylüyordu

Talibi’yim kurtulmadım çileden
Mültezimler öşür alır kileden (kile= ölçü birimi)

Sivaslı Âşık Veli ise şöyle isyan ediyordu;

Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yok biçende yok
Yiyende ortak Osmanlı

Yani şöyle söylüyordu Âşık Veli. Şalvarı yakışıksız Osmanlı, Eğeri alttan bağlanmayan Osmanlı
Ekmede yoksun, biçmede yoksun, Ama yemeye gelince ortaksın

Mültezimlerin Osmanlı halkına zulmü ve devlet baskısı, ağır vergi yükü ve eşkiyaların baskısı karşısında halk isyana zorlanmış, 13.yy’dan itibaren yer yer direnmeler ve isyanlar baş göstermiş, 13.yy’da Baba İshaklar, 15.yy’da Şeyh Bedrettinler, 16.yy ve sonrasında Şahkulu, Köroğlu, Bozoklu, Kalender Çelebi, Pir Sultan Abdal, Kozanoğlu ile vergilerde eşitliği ağlayan, adalet getiren, haksızlıkları önleyen, can ve mal güvenliği sağlayan Atçalı Kel Mehmetlerin başkaldırmalarına sebep olmuştur.

Okuduğum iki kitap; 1- Atçalı Kel ve Yağdereli Sinanoğlu Efe. 2- Çakıcı Dağdan inmiyor. Yazarları; Etem Oruç. Kitapçınızda yok ise isteme adresi; Berfin Basın Yayın ve Tic. Ltd.Şti. 0212 513 79 00 fax; 0212 512 37 20

15.07.2013
OKUR YORUMLARI
mahmut erdem
17.07.2013 12:02:00

Dilde güzel, sözde güzel, yazan özde güzel.
özün hası yiğitte olur,bizim yiğitlere selam olsun

Hasan Oktay
17.07.2013 02:15:00

Degerli Abdulkadir bey,

Yozgat tarihi derken sanki Anadolu tarihinin kendisi geliyor akillara sizin buyuk arastirma sonucu yazdiginiz bu kose yazilarindan sonra.. Ellerinize saglik.

Etem ORUÇ
15.07.2013 21:57:00

Kültürünü, tarihini iyi bilmeyen ulusların coğrafi sınırlarını düşmanları çiziyor. Çapanoğlu isyanlarını hep merak ederdim. Elinize sağlık.

Rauf Aktolga
15.07.2013 18:26:00

Soygun aynen devam ediyor. Aşırı lükslerine para yetmiyor, vasıtalı ve de vasıtasız vergilerle tüm millet soyuluyor.Dünyanın en pahalı benzin ve mazotunu boşuna almıyoruz.O zaman da soyulan ahali ses çıkaramıyordu şimdi de. Gezi olmasaydı, kimsenin ayılacağı yoktu.Anadolu isyanları gibi, bıçak kemiğe dayandı. Gezi bahane oldu. İktidar kendi kazdığı kuyuya düştü. Tüm bu yaşadıklarımıza ragmen toplumun ancak yüzde yirmisi neler olup bittiğinin farkına vardı.Büyük çoğunluk hala uyuyor. Üniversitelerin açılmasıyla tüm Türkiye uyanır.Hükümet böyle tırmandırmaya devam ederse sonbahar ile birlikte ne toma yeter ne de gaz. Bu kış çok zor geçecek...

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ