Sene 1957, Bütün derslerden tekrar imtihan olarak İlkokulu bitirdim. Bu konuda çok şanssızmışız. İlkokul, ortaokul ve liseyi bitirirken bütün derslerden imtihan olurduk. Bizden sonra kaldırıldı. Yıl içinde alınan karne notları sınıf geçmek için yeterli sayıldı. Her yıl olduğu gibi o yazda tatilimizi Yozgat’ta geçiriyoruz. Rahmetli Cennetmekân babaannem Esma Çapanoğlu bir taraftan bana kahvaltılık bir şeyler hazırlıyor bir taraftan da “Mustafa Sagir gibi anam bunlar”, diye kendi kendine söyleniyordu. Babaannemin canını sıkanlar kimdi. Akrabamıydı, komşulardan birimiydi merak ettim. Kim bu Mustafa Sagir diye sordum.”Boş ver sen şimdi kahvaltını yap kurban olduğum ben sonra sana hain Mustafa Sagir’i anlatırım” deyince daha da meraklandım. Şimdi Bağkur bloklarının olduğu bahçemizin içindeki Yozgat’ın ilk betonarme evi olan ve yan yana iki daireden müteşekkil evimizde babaannemin tarafındayım. Mutfaktaki kahvaltım bitince oturma odasına geçtik. Babaannem çok okuyan okuduğunu da unutmayan, okuyacak bir şey bulamaz ise bizim ders kitaplarımızı okuyan en çok da kimyaya meraklı bir hanım idi. Benim ilk Kuran-ı Kerimim ondan hatıra kalan Ömer Rıza Doğrul’un “Tanrı Buyruğu” tercüme ve tefsiridir.(Esma Hanım hakkında bkz. Daha önceki yazım; Bir zamanların Yozgat’ı(3)Esma Hanım). Mavi sigara tabakasından bir sigara çıkarıp yaktı. Mustafa Sagir’e benzettiği kişi veya kişiler kimdi onu söylemeden ”Şimdi anlatayım sana hain Mustafa Sagir kimmiş” dedi. Sigarasından bir nefes çekip devam etti. “Hindistanlı bir adammış. İngilizler daha 10 yaşında iken bu adamı alıp İngiltere’ye götürmüşler orada casus olarak yetiştirmişler. İyice yetiştikten sonra İstanbul’a göndermişler. Neüçün gönderiyorlar? Atatürk’ü öldürmek içün. Bereket versin ki Atatürk daha görür görmez adamın casus olduğunu anlıyor, bu adamı takip edin diyor da ne kadar tehlikeli bir adam olduğu ortaya çıkıyor. Sonra hakikaten casus olduğu tespit ediliyor mahkeme edip asıyorlar.” Çocuk yaşımda Atatürk’ü öldürmek isteyen bir adamın var olduğunu ilk defa duyuyorum. Ne zaman Atatürk’e yapılmak istenen suikastlar gündeme gelse benim aklıma hep Mustafa Sagir gelir. Kimdir Bu Mustafa Sagir, niçin Atatürk’ü öldürmek ister tarihe birlikte bir göz atalım. 25 Ağustos 1918 tarihinde Osmanlı devleti "Darul Hikmeti'l İslamiye" adlı bir teşkilat kurmuş. Büyük Şair Mehmet Akif Bey, bu teşkilatta önce başkâtip sonra da üye olmuş. Osmanlı'nın son Şeyhülislamı Mustafa Sabri ve Said Nursi de üyeler arasındaymış. Mehmet Akif bu teşkilatta görevli iken, Türk’ün İstiklal mücadelesi başlar. Akif Bey, bunun üzerine Anadolu'ya geçer. Teşkilat üyeleri, Mehmet Akif Bey’i izinsiz Anadolu'ya geçtiği için 3 Mayıs 1920'de görev ve üyelikten azlederler. Oda 23 Ocak 1920'de Balıkesir Zağanos Paşa Camisi'nde milli mücadeleyi destekleyen bir konuşma yaptıktan sonra tekrar İstanbul'a döner. Döndükten bir süre sonra Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara'ya gelmesi hususunda şifreli bir davet alır. Bunun üzerine Eşref Edip'e şöyle söyler; "Artık burada duracak zaman değil, gidip çalışmak lazım. Bizim tarafımızdan halkı tenvire ihtiyaç varmış. Çağırıyorlar. Mutlaka gitmeliyiz. Ben yarın Ankara'ya hareket ediyorum. Sen de derginin (Sebilürreşad) işlerini derle topla, klişelerini al, arkamdan gel. Meşihattakilerle (Şeyhülislamlık) temas et, Harekâtı Milliye aleyhinde bir halt etmesinler." Padişah Vahdettin, o günlerde Şeyhülislam olan Haydarızade İbrahim Efendiden Anadolu'da başlatılan milli mücadele aleyhine fetva vermesini istemişse de reddeder. Daha sonra üzerine çok gelinince de istifa eder. Ama yerine gelen hain Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi 11 Nisan 1920 tarihinde milli mücadeleye katılanlar ile Atatürk’ün öldürülmesi için fetva verir. Dürrizade, 1920 yılında Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından kurulan hükümette Şeyhülislam ilan edildi. Milli Mücadale'ye katılan Mustafa Kemal ve diğer Kuvayı Milliye'ciler hakkında ölüm fetvasını Mustafa Sabri Efendi yazdı, Dürrizade Abdullah Efendi Şeyhülislam olarak onadı, Sadrazam Damat Ferid Paşa imzaladı, Sultan Vahdettin yürürlüğe koydu. Dürrizade Kurtuluş Savaşı sonrasında ülke düşman işgalinden kurtarılınca önce Rodos adasına gitti oradan da Hicaz Kralı olan Şerif Hüseyin'e sığındı. 1923 yılında Hicaz'da öldü. Bu arada İngiliz casusu Hintli İslamcı Mustafa Sagir,1921 yılı başında İstanbul Şehzadebaşı'na gelip "Türk-Hint Uhuvvet-i İslamiye Cemiyeti"ni (Türk-Hint İslam Kardeşliği Cemiyeti) kurar. Milli mücadeleyi destekler görünerek Ankara'ya sızmak ve Atatürk'ü öldürmekle görevli İngiliz casusudur. Milli mücadele destekçisi olan Karakol Cemiyeti'ne dahi sızarak muhtelif eylemlere katılır. Hatta şüphe çekmesin diye İngilizlerce 17 gün süreyle tutuklanır. Karakol Cemiyeti kendi adamları olduğu düşüncesiyle tutuklu olduğu yerden kaçırıp Ankara'ya getirirler. Ankara'da Müslüman bir ülkeye mensup olması ve önemli bir misyona sahip bulunması dolayısıyla büyük ilgi görür. Çünkü onun milli mücadeleye destek veren Hint Müslümanlarının temsilcisi olduğu sanılmaktadır. İstanbul’da Mustafa Kemal’le yalnız yaptığı bir görüşme sonrası yanından çıktıktan sonra odaya giren Kılıç Ali Mustafa Kemalin kaşlarının çatık ve düşünceli olduğunu görür. Bu halinin sebebini sorduğunda Mustafa Kemal, “dikkatli olalım bu adam mükemmel bir casus” diye cevap verir ve izlenmesini ister. Mustafa Sagir'in İngiliz casusu olduğunu Mehmet Akif Bey ortaya çıkarır ve Atatürk'e haber verir. Yukarda bahsi geçen Ömer Rıza Doğrul Bey de Mehmet Akif’in damadıdır. Mustafa Sagir, Akif'in Taceddin Mahallesi'ndeki evine gelip gitmekte, mektuplaşma adresi olarak bu evi kullanmaktadır. Bu adrese Hindistan'dan, İstanbul'dan, Mısır'dan o kadar çok mektup gelmektedir ki, bu mektuplar Mehmet Akif'i Mustafa Sagir hakkında şüpheye sevk eder. Bir gün Mustafa Sagir'e İstanbul'dan büyük bir zarf gelir. Kazara ucu yırtılan zarfı, zaten şüpheleri iyice artan Mehmet Akif Bey yırtarak açar. Zarfın içinde çok sayıda kâğıt vardır ama bomboştur. Sadece İstanbul'da havaların yağmurlu gittiğinden bahsetmekte, Mustafa Sagir'e başarı dilemektedir. Zarfın içinden çıkan sayfalar o günün şartlarında laboratuarlarda tahlil edilir. Casusların kullandığı görünmez kimyevi mürekkeple yazılmış şifreli dokümanlardır hepsi. Mustafa Sagir, Kütahya milletvekili Cevdet Izrap (Atatürk’ün Yozgat’a ikinci gelişinde de Yozgat Milli Eğitim Müdürüdür), Elazığ milletvekili Hüseyin, Cebelibereket milletvekili İhsan ve Gaziantep milletvekili Kılıç Ali Bey'lerden oluşan İstiklal mahkemesi üyelerince yargılanıp 23 Mayıs 1921 tarih ve 583 tarihli kararı ile idama mahkûm edilir. 24 Mayıs günü Ankara'da Bugünkü Ulus Meydanında idam edilir. Atatürk’ün hayatına kasteden büyük bir tehlike yine Atatürk’ün ve Mehmet Akif Bey’in dikkati sayesinde böyle yok edilir. Bu olay bana Ankara da yaşadığım başka bir idam olayını hatırlattı. 14 Mayıs 1950 seçiminde bir kere daha kazanan Demokrat Parti, iktidara mutlak sahip olmak için bir taraftan çok uluslu şirketlerle bir taraftan da gerici cephelerle ittifak içinde idi. Türk-İslam sentezi yeni bir cihad açmıştı, Hükümet işine gelmeyenleri komünistlikle suçluyor hedef yapıyordu. Zamanın kudretli Ankara valisi Nevzat Tandoğan “Komünizm gelecekse onu da biz getiririz” diyordu. Yurtseverler ve ülkede yaşayan azınlıklar bu cihadın hedefleri olmuştu. Vatanını seven yazarlar, bilim adamları, gazeteciler, üniversite öğrencileri bu cihada kurban ediliyordu. Bunlardan birisi de Hayati Karaşahin adında yarı meczup bir kişi idi. 17 Haziran 1951 günü polis, Sovyetler Birliği Ankara Büyükelçiliği önünde bir paket bulur. Bu pakette “Türk Ordusunun Sahra Topçusunun Sevk ve Idaresine Ait Talimname” adlı bir kitap olduğu anlaşılır. Eski bir içişleri bürokratı olan HayatÌ Karaşahin’in adı casus olarak ortaya atılır. Suçu, Atatürk Bulvarı üstündeki Sovyet sefaretinin bahçesine ‘‘devletin gizli askeri belge ve bilgileri’’ni atmak. Ankara Ulus Meydanı’nda aleni satılan bu kitap, Karaşahin’i suçlamak için devlet sırrı kapsamında görülmektedir. Cadı kazanı kaynamaya başlamıştır. 12 Ağustos 1953’te, Karaşahin, casusluktan idama mahkûm edilir. 6 Nisan 1955’te, TBMM idam hükmünü onaylar. Görüşmeler sırasında Konya Milletvekili Halil Özyörük komünizm üzerine nutuk çekerken, Zonguldak Milletvekili Cemal Kıpçak “asalım bu adamı ve asacağızda” diyerek bol alkış toplamıştır. Karaşahin, Ankara Samanpazarı’nda kalabalık bir halk topluluğu önünde asıldı. Milliyet Gazetesi’nin haberine göre, Karaşahin kalabalığın önünde görevlilere şöyle bağırmıştı; “Her yerde satılan bir kitap için beni asıyorsunuz. Kitabın gizli bir tarafı yoktur. Hakkımda söylenenlerin hepsi masaldır. Keyfi adam asıyorsunuz.” Ve 14 Nisan 1955 gecesi sabaha karşı casusluk suçundan idam edildi. Karaşahin’in cebinden 3 lira çıkar. Ailesine yük olmasın diye cenaze masraflarının, altın dişleri sökülerek karşılanmasını istemişti. Vasiyeti gereği önce idam edilir sonra altın dişleri polis gözetiminde söktürülür. Kızına bakması için şarkıcı Hamiyet Yüceses'e de bir mektup bırakmıştı. İşte iki idam kararı. Birisi, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk’ü öldürmek isteyen bir İngiliz casusunun idamı, diğeri bir partinin iktidarda kalabilmek için suni bir Komünizm tehlikesi yaratarak halka korku salmak maksadıyla yaptığı bir idam. Demokrat Parti Hükümetinin başbakanı Adnan Menderes 1951–1960 yılları arasında 43 kişinin idam kararına imza atmış ve hepsi de idam edilmişti. Adnan Menderes başına gelenleri yaşadıktan ve idam edildikten sonra, mümkün olsaydı da yeniden hayata dönebilseydi, acaba idam cezası hakkında nasıl bir tavır alırdı? Hâlbuki artık sallanmaya başlayan bir iktidarın Başbakanı olan Adnan Menderes, 6 Eylül 1958 de "İdam sehpalarında can verenlerden ders alsalar ya…" diyerek muhalefeti yani CHP’yi ve dolayısıyla İsmet Paşayı astırmakla tehdit etmişti. Ertesi günü CHP Genel Başkanı İnönü, sanki geleceği okumuş gibi "Sehpalar kurulursa nasıl işleyeceğini kimse bilemez" diyerek başbakana cevap vermişti. Bu idamların en dramatik olanı, casusluk suçundan idam edilen Hayati Karaşahin’in idamıdır. İnfazı, Ankara Samanpazarı'nda halka açık olarak yapıldı. Biz oraya 200-250 metre mesafede Talatpaşa Bulvarı 17 numaralı evde oturuyorduk. Komşular toplanıp seyre giderken bize de uğradılar. Rahmetli babam Muammer Çapanoğlu istemedi. “Zavallı insanoğlu kendi ölümünü unutup başkasının ölümünü seyre gidiyor demişti.”

20.05.2013
OKUR YORUMLARI
Latif Gürler
25.05.2013 11:40:00

Saygi deger A.Kadir Capanoglu,

Kösenizi büyük bir zevkle okuyan ve mutluluk duyan.
Memleket hasretini biraz olsun gideren okuyucunuzum.
Sizlere derin duygu ve saygilarimi iletir,kalem tutan
Elinizi öpmek isterim.
Saglikli ve huzurlu bir ömür dilegi ile.Saygilar

Mehlika Filiz Ulusoy
21.05.2013 07:27:00

Abdülkadir Bey
Çok güzel ve aydınlatıcı bir yazı. Sağ olun. Ben de idamların yapıldığı o yerin önünden geçerek Ankara Kız Lisesi'ne giderdim. Orada, boynunda yafta ile kefen gibi beyaz bir giysi içinde asılmış kişileri uzaktan gördüm. Annem, o kominizm korkusu döneminde, çalıştığı bankadaki genç bir memurun,kendini bankanın penceresinden atarak intihar ettiğini üzülerek anlatmıştı. Bir kere cadı avı başlamasın, çorap söküğü gibi gider. Bir cadıya işkence edilir 10 cadı ortaya çıkar. Kısa zamanda o 10 cadıdan 100 cadı bulunur. Bu iş böyle sürer. Genç adam koministlikle suçlandığını, sıranın kendisine geleceğini düşünmüş olsa gerek. Muhtemelen bu olay sizin anlattığınız asılma dönemine rastlıyor. Bu ülke çok acılar yaşadı, hala da yaşıyor. Dilerim çocuklarımız güzel günler görür.
Saygılarımla

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ