Değerli okuyucular, bir taraftan şehir şebeke suyu ile damaca suyuna gelen büyük zamlar bir taraftan da deniz kenarında oldukları halde sahil şehirlerimizde her sitenin hatta yazlık villaların bile bahçelerindeki yüzme havuzları rahmetli imam ve müftü Turan Dursun’unKulleteyn isimli kitabını aklıma getirdi. Kitabı yıllar önce okumuştum, tesirinde kaldığım için de hiç unutmamıştım.

"Kulleteyn", "İki kulle" (yaklaşık 13 ton) su demek. Durağan bir suyun temiz ("tahir") sayılabilmesi için Şafii mezhebine göre bu kadar olması yeterliydi. Daha az olamazdı. Bu kadar oldu mu, içinde ne bulunursa bulunsun "pisliklerle dolu bile olsa"temiz" di artık. Doluydu zaten. İlk görüşte bataklık bile sayılabilirdi.... Ama mademki “Şeriat” temiz demişti, temizdi. Şeriat neye pis diyorsa pis olan da oydu...

Kitaptan kısa bir alıntı paylaşayım:

Sıradan bir gündü.

Namaz hazırlığı. Abdest gerekti. "Temizlik". Ama başka türlüsü. Temel amaç "günahlardan arınmak". Üşüşmüşlerdi dörtgen "Kulleteyn’in çevresine. "Taharet" ve "abdest" için. Kimi yatakta, kollar sıvalı. Kimi kulleteyn’in çevresinde bir yer bulma çabasında, dolaşmakta. Kimi yerini bulmuş olmanın rahatlığı içinde kıçını açıp çökmüş; kimi çömelmiş. Bacaklar arasındakiler salkım saçak.

Hava da sıcak mı sıcak. "Vay bâboooül"

Kıçlarını açanlar taharetçiler kesiminde. Biraz sonra, bir kulleteyne, bir bacak arasına gidip gelen eller, başlattığı şapır şupurları tam bir cümbüşe dönüştürecekti. Hem de ne cümbüş! İşte başlamıştı bile...

Bacaklardakilerin tümü, çoğu çuldan çaputtan, yamalı ya da yırtıkları sallanan şalvarımsı şeyler, tek tük de olsa kimi şanslılarda bulunan akı gitmiş donlar ne varsa sıyrılmıştı aşağıya. Cömertçe sıyrılmıştı. "Mallar meydandaydı hep. Bacaklar arasındaki "takımlar", genellikle kara, kıllı kokusu çevresine yayılır biçimde terli.

"Üçlü takımlar, çalışırken, oturup kalkarken, sıcakta ve çileli yaşamda bacakların arasından, bir süre için de olsa kurtulup özgürlüğüne kavuşmuş olmanın keyfiyle sarkmış; bulabildiği havayı soluyordu. Özgürlük ne güzel şeydi. Yıkanma, serinleme. "Ohhh... "

Takımlar yıkanıyordu da yıkanıyordu. Ovula ovula, şapur şapur. Kirler değilse bile terler gidiyordu. Kulleteynin suyunun kirli, "fırtıklı" (sümüklü) oluşuna aldıran yoktu. Hiç de olmamıştı zaten. Olsaydı çok yadırganırdı. Her namaz öncesinin doyulmaz keyfi yaşanıyordu.

"Taharet", büyük mutluluk. Şapur Şupurlar konuşmalara, derinden gelen "oh'lara, mırıldanmalara, "dua"lara, bağrışmalara karışıyordu.  Bir kendine gelme, bir yenilenme oluyordu her "taharet"te.

Kulleteynin ayrılmazları durumundaki kadın, çoluk çocuklar birlikte paylaşılan bu

durum, yaşamın can damarlanandandı. Ve işte Husso. Tozuyla, toprağıyla, çerçöplü, saman dolu, iri miiri gövdesiyle. Bir insan azmanı. Kimine göre "Ürkünç", kimine göreyse "hazâ erkek"! Bacaklarındakilerini öylesine sıyırmıştı ki, takımları hemen tümüyle meydanda.

Bir gürültü patırtı da abdest alanlar kesiminde. Yüzlere çarpılan suların sesleri, kıçlara çarpılanlarınkiyle yarışıyordu. Ayrıca konuşmalar, kırık dökük Arapça dua mırıldanmaları, ağıza buruna su çekmeler, boğaz çalkalamaları, boğaz ayıklamaları ve gürültülü sümkürmeler, kulleteynin içindekileri hedef alan tükürmeler. Tümünden çıkan sesler birbirini tamamlıyor; namaz hazırlığını yansıttığı için de "kutsallık" kazanıyordu.

Seydo da oradaydı. Abdest alacaklar arasında. Sağ elini soktu. “Şeriatın” su dediği sıvının yüzündekileri o yana bu yana itti. Abdest suyu yeri açmaktı çabası. Ama itilenler, hızla geri geliyor ve hemen eski durumunu alıyordu.

Avuçla "su" alacak ölçüde yer avuçladığı şeyle suratını yıkadı. Bir daha, bir daha. Bir avuç da ağzına götürdü. Avurtlarını doldurup boşalttı. Boğazından çıkardıkları, avuçladığı yerdekilere eklenmişti. Sünneti tam yerine getirmek için boğazını iyice ayıklayarak, üç kez yapmıştı bu işi. Her işi üç kez yapmak gerekliydi. Burnuna da alıp boşalttı, Sümkürdü. Fırt eden "fırtık"lar (sümükler), fırlayıp kulleteyndeki yerini alıyordu. Ustalıkla yapılıyordu bu da. Abdest alma yerinden avuçladıkça çevreye itilenler aman vermediği için her yıkama işini çabuk yapmaya

çalışıyordu. Seydo, yine de sünneti yerine getirmekte titizdi, eksik bir şey bırakmıyordu. Bi avuç da yüzüne alıp çarptı. İki eliyle yüzünden sıyırdığı kirli suları emerek ağzında topladı ve fırlattı. Yine ustalıkla, yine kulleteyne. Abdestinin öteki işlerini de yerine getirdikten sonra doğruldu.

Birkaç adım ötede Kartallı Köyü Camii. Ve camiin,  çoğunu (molla) adaylarının oluşturduğu cemaati. Her namaz vaktinde görüntü aynı olur. İnandıkları "kader"leri gibi. Namaza hazırlanıp gelmişler, söyleşmekteler.  Genellikle din üstüne, "Ahiret" Üstüne.

Kulleteyn - Küllükler - Cami.  Kartallı Köyü'nün olmazsa olmazlarının önemlilerinden. Buralar ve buradakiler, kendine özgü bir dünya. Başka dünyalar pek bilinmediği için istekler, düşler sınırlı,  insanlar kendi içinde mutlu, kendi içinde mutsuz. Uçsuz bucaksız bu topraklarda, karınca yuvaları gibi yerlerine gömülü öteki köylerdekiler de öyle. En az sekiz ayları kışta geçen bu dünyalarda dedeler, nineler nasıl yaşamışlar, nasıl gelip gitmişlerse torunları da öyle yaşamakta. Dünyalarının değişmesi için de bir neden yok.

Kulleteyn, Şeyh, ağa ve molla üçlüsünün eliyle Doğu Anadolu insanlarına "kader" olarak örülmüş yaşamdan bir kesit. İnsanlara yeniden giydirilmek istenen “Şeriat'ın”nasıl bir ilkellik olduğunu çarpıcı bir biçimde ortaya koyan bir yapıt.

OKUR YORUMLARI
Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ