A.Kadir ÇAPANOĞLU

A'DAN Z'YE

KOLERA SALGINI VE SAĞMALCILAR, BAYRAMPAŞA, YEŞİLDİREK HATTI

Değerli okurlar, sosyal paylaşım sitesi Facebook’da Sayın Dr. Hamiyet Nagel’in  “En çabuk hastalık yayılması suyolu ile olur” aydınlatıcı ve uyarıcı yazısını okuyunca o günlere gitmiştim. Şimdi bütün dünya solunum yoluyla havadan bulaşan Korona virüsü ile boğuşuyor.

 1970 yılında İstanbul’un bir semti olan Bayrampaşa kolera salgını geçirmişti. O zaman ismi Sağmalcılar idi. İstanbul, daha önceleri de 1831, 1847-48, 1854-56, 1865 ve 1893-94 yıllarında kolera salgını geçirmiş. 1970 yılındaki hariç salgın hep dışardan gelen gemiler ya da yabancı ülke askerleri tarafından getirilmiş. Ben sonuncusunu bizzat yaşadım. Bununla ilgili kötü anılarımı aşağıda anlatacağım. 

Kolera salgını sırasında Laleli semtinde ikamet ediyor ve İş Bankasının Sağmalcılar şubesinde memur olarak görev yapıyordum. Yüksek tahsilimi yeni bitirmiş yedek subaylık görevim için sıramın gelmesini bekliyordum. Sağmalcılara giden belediye otobüsünde mümkün olduğunca az yere dokunmaya özen gösteriyordum.  O kadar isteksiz gidiyordum ki sabahın rehaveti içinde büzüldüğüm koltukta şubenin yakınındaki durakta inmeyi unutuyor şubenin önünden geçerken İş Bankası yazısını görünce acele ile oturduğum yerden kalkıyor bir sonraki durakta iniyordum.

İETT duraklarında otobüs bekleyen halk, Bayrampaşa,  Ateşalan, Bağcılar, Güngören, Çiftehavuzlar, Namık Kemal, Yavuz Sultan Selim, Davutpaşa gibi semtlere giden otobüslere sanki  içinde kolera mikrobu varmış gibi ürpererek bakıyordu.

Veznedar arkadaşımız Bilgin Bey, müşterilerin getirdiği paraları filit pompası ile ilaçladıktan sonra eline alıyordu. Bizde eve dönüşümüzde antiseptik lizollu suya elimizi batırıp dezenfekte ediyorduk. Bir sabah, üzerinde beyaz ama is içindeki  atletle şubeye gelen, döküm atölyesinde çalıştığını tahmin ettiğim eli yüzü” is karası” içindeki bir genç, hesap cüzdanını çorabının içinden çıkararak bana uzattı. Zaten tedirgin olan ben o anda kendimi tutamayarak o gence biraz da sertçe şöyle söylemiştim.  “ Burası senin çalıştığın dökümhane değil hanımların da çalıştığı bir kurum. Böyle atletle gelemezsin. Üstelikte ikinci bir saygısızlık ve hatta terbiyesizlik yapıyorsun. Hesap cüzdanını çorabının içinde getiriyorsun. Terin ile nemlenmiş cüzdanı bana uzatmaya utanmıyorsun. Biraz saygılı olun” dedim. Gence böyle biraz sert davrandığım için şube müdürü A.  Bey ile tartışmıştık. Ona şöyle söylemiştim; “ Üç kuruş para için bu gencin davranışına göz yumarsanız, gencin yaptığı terbiyesizliğe prim vermiş olursunuz.”

Bu sözümü hatırlayınca o günden bu güne bizi yönetenlerin nelere pirim verdiğini ve 1930 lardaki modern ülkemin nerelere sürüklendiği içimi acıttı.

Şubede arkadaşlık iyi idi ama müdürümüz A.  çok yaşlı ve biçare bir insandı. İkinci müdür F. bey ise işle güçle alakası olmayan akşama kadar değişik balık oltaları bağlamakla meşgul olan bir insandı. Misafir etmek zorunda kaldığı müşterileri biran evvel başından savmak için onlara çay kahve söylemez kolonya ikram eder başından savardı. Cari hesaplarda çalışan sevgili kardeşim Cengiz  Nişancı ile veznedar Bilgin Bey ve ben birinci müdür  A. Bey’in bazı yersiz ve yanlış uygulamalarına karşı çıkardık bu yüzdende yıldızımız bir türlü barışmazdı. Tam sekiz ayım bu biçare müdürle çekişme içinde geçmişti.

Kolera salgını Sağlık Bakanı Dr.Vedat Ali Özkan, İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyeleri Ord.Prof.Dr.Ekrem Şerif Egeli, Prof.Dr. Ömer Özek ve Doç.Dr.Kurtuluş Töreli 16 Ekim tarihinde ortak bir açıklama yapmıştı. “İstanbul’daki salgın 13 Ekim Salı günü saat 4’de kusma, ishal ve benzeri arazlar gösteren hastaların İstanbul Üniversitesi kliniklerine başvurması ile ortaya çıkmıştır. Bir anda Çapa Kliniğine 15, Cerrahpaşa Hastanesine 10 ve Samatya Sigorta Hastanesine 8 olmak üzere o gece hasta sayısı 30’u aşmıştır… Yapılan tedaviler neticesinde hastaların süratle iyiye doğru gittiği müşahede edilmiştir.”

Bakırköy Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi ve Sağmalcılar cezaevinde kullanılmayan toplam  150  yatak hastalık için ayrılmış

Alınan tedbirler arasında 4500 litrelik serum olduğu; 4000-7000 litre ilave edileceği; iki milyon kişilik aşı olduğu; sekiz milyon aşının stokta olduğu; Amerika Birleşik Devletleri’nden beş milyon kişilik aşı istendiği; çeşitli hastanelerden yaklaşık 1000 yatağın hastalık için boşaltıldığı belirtilmekteydi. Hastalık dört günde Çiftehavuzlar, Namık Kemal, Yavuz Sultan Selim, Davutpaşa ve Mimar Sinan Mahallelerinde yoğunlaşmıştı. Esenler Belediye Başkanına göre 1500’ün üstünde kişi evinde ve 600 kişi de hastanelerde tedavi edilmeye çalışılmaktaydı. Hastalık Esenler dışında Ateşalan, Bağcılar ve Güngören’e sıçramış, Cicoz Deresi ve kuyularla ilgili bir tedbir halen alınmamıştı. Sağmalcılar Belediyesi yedi aşı istasyonu açmış, kuyuları ve evleri dezenfekte etmek için ekip kurmuş,  ilaç ve korunmada etkili olduğu söylenen limon karaborsaya düşmüştü.

İstanbul’da okullarda aşı kampanyasına başlanmıştı. Sağmalcılar Lisesinden 340, Kılıçaslan ilkokulunda 150 öğrenci okula gelmemişti. Bir okul müdürü, “Yüznumaralar kireçlensin, temiz tutulsun diye emir veriyorlar. Su yok, nasıl temizlik yapacağız?” diye dert yanıyordu.

Ölenler camilerden büyük bir sessizlik içinde kaldırılıyordu.  Salgın  olan  evlerin  kapıları sarı  kâğıtlarla işaretlenmişti ama bu uygulama son derece yanlış  olmuştu.  Zaten insanlar da sarı kâğıtları sökmüştü. O günlerden aklımda kalan en üzücü anı, gazete muhabirinin hastanede nasılsın diye hatırını sorduğu yaşlı bir teyzenin cevabıydı. “ Nafİileyim evlat” olmuştu.

Netice de İstanbul Sağmalcılarda 1970 yılının Ekim ayında 1500'e yakın kişinin hastalandığı kolera salgınında 52 kişi bu hastalıktan vefat etmişti.

İstanbul’da yaşanılan kolera salgını, semtteki Mimar Sinan’dan kalma temiz su kanallarına yanlışlıkla kanalizasyon borularının bağlanması ve bu suyun çeşmelerden akması sonucu kısa sürede yayılan sağlık tarihimizin önemli olaylarından birisiydi. Salgın hem İstanbul’da hem de Türkiye’de önemli izler bırakmış ve sonuçlara yol açmıştır.  Koleranın hafızalardaki etkisini silmek amacıyla şubemizin Sağmalcılar ismi Bayrampaşa olarak değiştirilmiştir.

Ve bir sabah müdürümüz,  genel müdürlüğümüzün Türkiye’deki tüm şubelerine gönderdiği tamimi yüksek sesle hepimize okumuştu. Bu tamimde Sağmalcılar şubesinin isminin Bayrampaşa olarak değiştirildiği ve bu şube de görevli bizlerin (tek tek isimlerimizi okudu) Bayrampaşa şubemize tayin edildiğini yazıyordu.  Bir gece de Sağmalcılar şubesinden Bayrampaşa şubesine tayin olmuştuk... Belki de ilk defa bir tamimde bir memurun bir şubeye tayini bildiriliyordu.

Yukarda Cari hesaplarda çalışan Cengiz Beyin, veznedar Bilgin Beyin ve benim birinci müdür A. Bey ile yıldızımızın barışmadığını yazmıştım. Tamda kolera salgını günlerinde müdür A. Bey ile yaşadığım son olay biraz da bu salgın ile bağlantılıdır.

Büyükçe bir hanın giriş katı bizim şubemizdi ve bir gün hanın pis su boruları tıkandı. Üst katlardan kanalizasyona akan atık sular bizim şubenin içine damlamaya başladı. Şube çok keskin idrar kokmaya başlamıştı. O gün öyle geçti ertesi gün işe geldiğimizde kokudan içeri giremedik. Bir süre her tarafı açtık ve havalandırdık ancak dışarıda kar vardı ve çok soğuktu kapı ve pencereleri kapatmak zorunda kaldık. Şubeye gelen müşteriler içeri girince birden elleri ile ağız ve burunları kapatıyor ve bize bu kokuda nasıl çalışıyorsunuz diye soruyorlardı. Müdür,  lavabo çıkışı yanımdan geçiyordu ki ben yine dayanamadım  “ Müdür Bey, neden olaya el koyup müdahale etmiyorsunuz zaten kolera korkusu içinde çalışıyoruz” dedim. O da bir sinirle ne “yapayım Kadri (bana böyle hitap ederdi) sokağa çıkayım da adam mı vurayım” dedi. Bende “ne alakası var müdür bey açın belediyeye ye ya da Hıfsızsızsıhha’ya bir telefon, gelsinler binayı mühürlesinler” dedim. Yine aramızda kısa ama biraz daha sert  bir tartışma olmuştu. Şubemizde yemek yoktu yemeklerimiz ya evden getiriyoruz ya da dışarda bir şeyler atıştırıyorduk. Benim iki sefertasım vardı. Cennetmekân annem birine pirinç pilavı birine de hoşaf koymuştu. Kapaklarını açıp kontrol ettiğim halde sabahki sinirimle piknik tüpüne hoşafı koyup ısıtmışım.  Yemek için açınca ikinci kez kan beynime çıktı, hoşafı kaptığım gibi müşteri holüne fırlattım, “senin de şubenin de” diye başladım. Çok korktu döveceğim sandı ve dışarı kaçtı. Sonra bir şey olmamış gibi geldi kabinine oturdu. Ben de işime dalmıştım ki onun bağırması ile başımı kaldırıp baktım.  Bana doğru bakarak” bende bu kolu kesip atacağım” dedi paltosunu giyip çıktı gitti. İkinci müdür F. Beye “bu adam nereye gitti “diye sordum.  “Bölge müdürlüğüne seni şikâyete gitmiştir, buradan giden kurtuluyor “dedi…

Nitekim saat 17.00 sularında geldi ve bana “Kadri Bey,  yarın sabah bölge müdürlüğüne gidceksiniz ve Orhan Bey’i göreceksiniz” dedi. Görünen oydu ki artık ipler kopmuştu “oraya da gideriz” dedim. O akşam iş çıkışı arkadaşlarımla vedalaştım.

Ertesi günü Kabataş’taki İstanbul bölge müdürlüğüne gittim. Bölge Müdürü Orhan Uzay Bey çok sevilen, çok takdir edilen, çok başarılı, çok beyefendi bir insandı. 2015 yılında kaybettik. Allah gani gani rahmet eylesin. Beni dinledi ve “Anladım çok sıkıntılı dönemler geçirmişsin seni evine yakın bir şubeye vereceğim” dedi. Hâlbuki ben oraya istifamı vermek amacıyla gitmiştim. Öyle söyleyince kendisine otorize kredili müşterilerin (Genel müdürlükten alınan yetki ile büyük kredi verilen özel müşteriler)isimlerini vererek bu müşterilerden müdür hakkında bilgi alabilirsiniz dedim. Müşterilerin isimlerini not aldı ve “Seni hem de evine yakın Yeşildirek şubesine verdim, haydi bakalım hayırlı olsun” dedi.

Yeşildirek şubesi evime yürüyüş mesafesindeydi. Kapalıçarşının içinden geçip 10 dakikada şubeye varıyordum.

Yeşildirek şubesinde çalışmaya başladığım günlerde yine camia içinde sevilen ve takdir edilen Galatasaray Kulübü üyesi müdürümüz Fikret Bey bir telefon konuşması yaparken sesi gittikçe yükselmeye ve karşısındakini terslemeye başladı ve” Sizin benim memurum değil bankanın memuru A. Bey” diyerek telefonu kapattı. Hemen anladım ve kibarca af edersiniz müdür bey,  telefondaki kişi Bayrampaşa şubesi müdürü A. Bey miydi diye sordum. “O da kibarca “Sen otur işine bak” dedikten sonra şefimize “Ben bölgeye gidiyorum” diyerek paltosunu giyip erkenden çıktı. Eski müdürüm A. Bey Fikret Bey’e maaşını benden alıyor sizde çalışıyor demiş. Şube müdürleri her yılsonun da şubeye kazandırdıkları mevduat dikkate alınarak jestiyon çeki adı altında yüklüce bir ikramiye alırlar. Ben maşımı onun şubesinden aldığım için şubenin gideri artıyor müdür beyin ikramiyesi düşüyordu.

Şefimizin dediğine göre Fikret Bey bölge müdürümüz Orhan Bey’e bu çocuğun bir suçu yok, bu adam çocuğu tahrik ediyor demiş.

Birkaç gün sonra şefimiz,  A. Bey’in Kasımpaşa şubesi müdürlüğüne tayin olduğunu söyledi. Ertesi gün yârim gün için izin istedim ve Kasımpaşa şubesine ziyaretine gittim. Beni hiçbir şey olmamış gibi karşıladı. Dedim ki Bayrampaşa da herkesin içinde bana “Bende bu kolu kesip atarım demiştiniz evet kesip attınız. Bildiğiniz gibi Orhan Bey beni evime yürüme mesafesindeki Yeşildirek şubesine tayin etti netice de ben bir memurum orası burası bir şey ifade etmez ama siz bir müdürsünüz, sizinki biraz tenzili rütbe olmuş, Bayrampaşa gibi birinci sınıf büyük bir şubeden Kasımpaşa gibi bir şubeye.  Hayırlı olsun” dedim ve çıktım. Yeşildirek şubesine döndüğümde şefimiz gülümseyerek “İçin soğudu mu” diye sordu. Hem de nasıl diye cevapladım.

İşte İstanbul’un yaşadığı kolera salgınından belleğimde saklanan acı hatıralar.

BİRDE İÇİMİZİ ISITAN GÜZEL BİR HABER

Yozgat'ta Emniyet teşkilatından bekçi olarak emekli olan 70 yaşındaki Sayın Veysel Ülker, son 4 yıldır dağ dağ, tepe tepe gezerek doğada kendiliğinden büyüyen Ahlat ağaçlarına meyve fidanları aşılıyormuş.  “Ben Emniyetten Bekçi olarak emekli oldum. Vefat eden Annemin, babamın ve milletin hayrı için Ahlat ağaçlarına Armut aşılıyorum. Geçtiğimiz yıllarda farklı fidanlar aşılıyordum, bu yıl ise Armut fidanları aşılıyorum. Bugüne kadar yaklaşık 300 Ahlat ağacında aşılama yaptım.  Milletimin bu ağaçlarda yetişecek meyvelerden yiyerek istifade etmesini istiyorum. Bu bana büyük bir mutluluk veriyor. Ağaçları tek tek ziyaret edip bakımlarını yapıyor, bir evlat gibi onları kokluyorum. Aşıladığım ağaçların meyve verdiğini görünce Dünyanın en mutlu insanı oluyorum ”diyor. Ellerine sağlık bekçi baba, yüreğine sağlık. Senin gibi insanlar topluma umut veriyor. Sevgi ve saygılarımı iletiyorum.

OKUR YORUMLARI
ABDULKADİR ÇAPANOĞLU
16.03.2020 08:33:20

Değerli Albayım, kişinin içinde bulunduğu durumu anlatan çok güzel atasözlerimiz var. Ateş düştüğü yeri yakar gibi ya da Hoca Nasrettin’in “bana damdan düşen birini bulun” dediği gibi. Meşum Korono salgını başlayınca ben de 1970 yılında yaşadığım Kolera salgını hatırladım. İstanbul’da yaşayan herkes, ben de koleraya yakalanır mıyım acaba diye korkuyordu ama biz daha çok korkuyorduk çünkü merkezindeydik. Beterin beteri varmış meğer. Saygılarımla. Elektrik piyasasının duayeni değerli dostum Arto Kalaycıoğlu, Değerli yorumlarınla beni motive ediyorsun. Karaköy Piyasasının günlük telaşesi içinde zaman ayırıp yazdığın için çok teşekkür ederim. Sevgilerimle.

Em. Kur. Alb. Alim Gürerk
13.03.2020 20:46:15

Sayın Çapanoğlu, Sağmalcılar/Bayrampaşa anılarınızı, diğer yazılarınızda olduğu gibi yine ilgi ve beğeni ile okudum. Teşekkür ederim. Ancak başka bir konuyu paylaşmama izin verin lütfen. Bu soruyu ancak sizin gibi entelektüel düzeyi yüksek, geleceği görebilen ve ufuk açıcı görüşlü bilge kişiler yanıtlayabilir. Soru: Bu Corona Virüsü, Çin ve ABD. arasında süre gelen ''Dünya Hakimiyeti Mücadelesi''nin bir başka boyutu olabilir mi? Diğer boyutları vardı. Ekonomik, siyasi vb. Askeri stratejide bir deyim vardır. ''Kesin sonuç almaya yönelik taarruz'' Bu mudur acaba? Savaşı kendi lehine sonlandıracak son darbeyi vurmak'' Ne dersiniz? Selam ve saygılarımla

Alim Gürerk E.Kurmay Albay
13.03.2020 17:13:30

Sayın Çapanoğlu, Bu bir yorum değildir. Aynı olayı anlatan bir yazıya rastladım. Paylaşmak istedim. Saygılarımla, .SAĞMALCILAR' dan BAYRAMPAŞA' ya... Sadece 50 sene önce...Yaşandı ve bitti... Sağmalcılar İsminin Bayrampaşa Olarak Değişmesine Neden Olan 1970 Kolera Salgını... O yıllarda İstanbul'un Sağmalcılar semti gecekondulaşmanın en çarpıcı örneklerinden biriydi. semtteki mimar sinan'dan kalma temiz su kanallarına yanlışlıkla pis su kanallarının bağlanması ve bu suyun çeşmelerden akması sonucu 1890 larda istanbul'da görülen büyük kolera salgınından sonraki en büyük kolera salgını yaşandı .alınan önlemlerin çok sıkı tutulması ile salgın sağmalcılar dışına fazla taşmadan önlendi. o kış devamlı şehir suyunu kaynattığımızı çiğ sebze meyve yemediğimizi tüm yemeklerin içine sirke koyduğumuzu hatırlıyorum. bir de okulda bir kişinin karnı ağrıyor diye tüm okul apar topar hastaneye götürülüşümüzü. o zamanki sağlık bakanlığı bu hastalık kolera değildir koleranın hafifidir diyerek "vibrio cholerae eltor" adı ile anmış kolera diyenlere vatan haini muamelesi yapmıştı. buna sebepse ülkeye uluslarası karantina önlemlerinin uygulanması korkusu yaşanmasıydı. neyse korkulan olmadı. salgının verdiği zayiatın sayısını tam hatırlayamadım ama aklımda kaldığına göre elli kişi civarındadır.salgının sebebi çarpık kentleşmenin bir sonucu olmasına karşın devrin başbakanı takdir i ilahi olarak yorumlamış salgın geçtikten sonra da sağmalcıların kötü şöhretini silmek için adı bayrampaşa olarak değiştirilmişti. ( ALINTI )

ARTO KAZANCIOĞLU
13.03.2020 11:24:37

HER SATIRI İNSANI UZAKLARA ESKİ YILLARA GÖTÜRÜYOR.ORJİNAL BELGESEL.BÜYÜK UĞRAŞ VEREREK YAZILAN BELGESEL.EN BÜYÜK KAYNAK YAŞAMI 70 YAŞINI GEÇEN KİŞİ MEYDAN LAROUSSE ANSİKLOPEDİSİNDEN DAHA ÇOK BİGİ KAYNAĞI.ELİNİZE SAĞLIK TÜM YAZILARINIZI BÜYÜK BİR ZEVKLE OKUYORUM.SONSUZ TEŞEKKÜRLER.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ