Yozgat’ın kim bilir hangi köylerinden getirilmişlerdi. Ben kendimi bildim bileli Cennetmekân dedemin evinde evlatlık idiler. Fukara Anadolu köylerinde bakılamayacak kadar çok çocuk yapılınca ya da anası ölünce istenmeyen çocuklar şehirli ailelere evlatlık yani besleme verilirlerdi. Böyle sürü sepet çocuk yapılınca pek değeri de olmazdı zaten. Mütevekkil Anadolu köylüsü bir çocuğu öldüğünde pek fazla üzülmez “altı üstü bir teneke suya bakar” derdi. Kastettiği şeyde gusül abdestiydi. Büyüğünü çocuğu olmayan bir doktor hanım daha bebekken bir köyden alıyor. Bir gece karnını doyurup uyutup eşi ile sinemaya gidiyorlar. Bir süre sonra bebek uyanıp mızırdanmaya, ilgi olmayınca da ağlamaya başlıyor. Ağlama sesi kesilmeyince komşular merak edip yardımcı olmak için kapısını çalıyorlar ki evde kimse yok. Onlar kapıda çaresiz bekleşirken bebek içerde ağlamaya devam ediyor. Sonunda Polis Dayiresi’nden (o zaman öyle denirdi) yardım istiyorlar. Polisler, gecenin bir vakti çağırdıkları çilingire kapıyı açtırıyor komşularla birlikte içeri giriyorlar. Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş bebeği komşulardan birinin evine götürüyorlar. Karnı doyurulan bebek susup uykuya dalınca bir tutanakla komşuya bırakıp gidiyorlar. Bir şeyden haberi olmayan doktor hanım eve gelip çocuğu bulamayınca panikliyor ve heyecanla sokağa fırlayınca komşuların haberi oluyor ve olan biteni kendisine anlatıyorlar. Bu olay ertesi gün Yozgat’ta günün konusu oluyor. Bebeğe bakamayacağını anlayan doktor hanım bebeği verecek bir aile arıyor. İki evlenmiş kızı, evde evlenme çağında bir kızı ve bir oğlu olan Cennetmekân anneannem olayı duyunca dedeme bile sormadan bu sahipsiz bebeği alıp eve getiriyor. Bu bebek ilkokul çağına gelene kadar bakılıp büyütülüyor. Yaşı geldiğinde de okula gönderiliyor. Benimle hemen hemen aynı yaşta olan bu kız, evde artık yumuş tutmaya (ufak tefek getir götür işleri) başlıyor. Birkaç yıl sonra savcı olan eşi genç yaşta vefat eden büyük teyzem de Yozgat’a gelip aynı bahçe içinde ama ayrı bir ev olan ve duvarları tavan altı resimleri ile süslü selamlık kısmına yerleşiyor. Çocuğu olmayan teyzeme de yine köylerden birinden kimsesiz küçük bir kız çocuğu getirilip bırakılıyor. Bu da yaşı gelince ilkokula gönderiliyor. Okul bitince kendinden önce gelen kız gibi o da yavaş yavaş yumuş tutmaya başlıyor. Tabi acılı hayatları da. Biz iki erkek kardeş yaz tatillerimizi geçirdiğimiz bu kocaman evde bu iki kız ile kardeş gibi birlikte büyüdük. Ama biz anası babası olan, büyükleri tarafından sevilen korunan iki kardeş, onlar ise sahipsiz, korumasız günlük yaşamları büyüklerin insafına kalmış iki kanadı kırık yavru kuş. Yaşları büyüdükçe yapılması istenen yumuşlarda büyüdü. Cennetmekân anneannem sabahları saat 05.00 de kalkardı. Çünkü Yozgat sığırına katılacak hayvanlar sabah erkenden sağılacak sütü alınıp sığır sürüsü geçerken sığıra katılacaklardı. Bu iş bitene kadar uyumalarına müsaade vardı ama anneannem şimdi normal bir apartmanın salonundan daha büyükçe ve içinde iki adet tandırı olan mutfak kısmına geldiğinde kızlarda orada olmak zorundaydılar. Günün işleri başlıyordu. Sağılan sütler kaynatıldıktan sonra tavana asılı yayığa konur kızlardan birisi sütün içindeki yağ ayrılana kadar bu yayığı ileri geri usulünce sallardı. Bu sallama herhalde bir saatten fazla sürerdi. Ben onların bu haline içten içe üzülür çoğu zaman benim içinde bir eğlence olsun diye yayığın öbür başına geçer birlikte sallardık. Diğer kız önce bifendi (beyefendi) diye hitap ettikleri dedemin sabah kahvesini pişirir ondan sonra kahvaltı masasının hazırlanmasında yardım ederdi. Evde mutlaka ya Dayılı köyünden hatırlı kişiler ya da Ankara’dan akrabalar olurdu. Kahvaltı masası kaldırılıp her şey yerine yerleştikten sonra günün iş bölümü başlar bu da çoğu zaman iki kız arasında büyüklerin fark edemediği ancak bizim fark ettiğimiz sessiz bir kavgaya sebep olurdu. Bu kavga ahırı kim küreyecek kavgası idi. Hayvanlar gittikten sonra onların dışkıları kürekle güzelce temizlenip özün kenarındaki alt avluya biriktirilirdi. Bu dışkılar daha sonra içine saman katılarak çiğnenir artık eskiyip yırtılan bir kalbur kasnağı kalıp olarak kullanılarak içine basılıp yan yana bahçeye serilir kurumaya bırakılırdı. Kalori değeri çok yüksek olan ve Tezek dediğimiz bu yakacak malzemeleri hem kış yakacağı olarak ve hem de tandırda yemek pişirmek için kullanılır fazlası da ihtiyaç sahibi komşulara verilirdi. Bu çiğneme ve kalbura basma işini yeteri kadar dışkı biriktiğinde köyden çağrılan iki azap yapardı. Sanırım ilkokul son sınıfta idim ahırdaki hayvanlara dirlik vermediği için arka avludaki dut ağacına bağlanan koç’un leblebilerinin süpürülmediğini gören büyükannem (dedemin annesi) Çerkez Gül Hanım(bkz. Daha önce yayınlanan Hüsnü Efendi ağıtı ve dayımın malları yazılarım) o sırada orada bulunmak talihsizliğine uğrayan büyük kıza çıkıştı. O da “annem başka bir yumuş söyledi şimdi onu yapacağım” deyince “bu ne biçim cevap” diyerek kızı saçlarından tutup silkeledi. Olayı gören anneannem “el kadar çocuktan ne istiyorsunuz” diyerek karşı çıkınca Kâbe’den getirdiği bastonunu anneanneme doğru kaldırıp “hımm” yaptı. Saç çekme olayı zaten beni yeteri kadar incitmişti anneanneme yapılan bu hareket daha da ağırıma gitti. Bastonu elinden çekip bende ona “hımm” yapmıştım. Evin içme ve buna mümasil ihtiyaçları için gereken su arka avludaki kuyudan çıkrıkla çekilirdi. Anneannem hariç hepimiz bunu yapardık ama en çok da kızlar tabi. Tabanı kapak taşları ile kaplı orta avlunun her gün yıkanması, bu avlunun iki yanı boyunca ekilmiş rengârenk yıldız çiçeklerinin sulanması, helâdaki ibriğin devamlı dolu tutulması ve başka temizlik işleri de öz’ün üstündeki köprübaşında bu gün hâlâ akan pınardan taşınan su ile yapılırdı. Bu kadar işin arasında gündüz eve hanım misafirler gelmiş ve herkesin keyfi yerinde ise teyzem “hadi acik iki fırlanın da içimiz şenlensin, nasıldı o türkünün adı diye sorup onları gaza getirir ikisi birden “kunduralım” diye cevap verir karşılıklı dönerek oynarlardı.

Altın yüzük var benim/ Parmağıma dar benim/ Şu Yozgat’ın içinde kunduralım/Bir sevdiğim var benim döndürelim/ Motur geliyo motur/ Patır patır ediyo/ Kızın sevdiği oğlan kunduralım/ İstanbul’da okuyo döndürelim/ Sarı saçım ördüler/ Bölük bölük böldüler/ Benim suçum ne idi kunduralım / Bir kötüye verdiler döndürelim.

Biz dedemin özel faytonunun durduğu dış avluda komşu çocukları ile oynarken iki kız ve başka komşu kızlar ve kadınlar su taşımak için ortasına ağaç çakılan gaz tenekeleri ellerinde pınardan su doldurma sırasında idiler. Ne olduğunu bilmediğimiz bir ağız dalaşı başladı ve bitti. Biraz sonra küçük kız, özün karşı tarafında biraz daha yukarda oturan ve elindeki iki teneke su ile evine gitmekte olan kendisi de besleme daha büyük bir kıza “bi daha geldiğinde sıramızı kapta göreyim donuz(domuz) sıracalı diye bağırdı. O da elindeki tenekeleri bırakıp “kız, kel besleme, gâvur’un dölü, oraya gelirsem ayağımın altına alırım saçını başını yolarım” diye bağırdı. Büyük kız küçük kıza “sus cevap verme” dedikten sonra karşıdaki kıza “yörü git Çatağ’ın iti. Hele bi dahaki sefer karşıma çık da görüyüm. Topçu’da durmuş da Divanlı’ya ürüyo” (havlıyor) Allah’ın zürefası (Zürafa) dedi. Çatak, Yozgat’ta bir mahalle, Topçu ve Divanlı birbirine yakın iki köy. Sonra hırsını alamayıp kendi kendine söylendi. “Kel beslemeymiş, sanki gendi peri padişahının kızı da. Baba yiyesice, yüzünde babalar çıkar inşallah.” Kadınların araya girip sakinleştirmesiyle olay yatıştı. Evdeki hanımların kabul gününe gittiği bir gün küçük kız ile birlikte orta avlu ile alt avluyu ayıran duvarda oturuyoruz. Ben Tom Miks okuyorum o da tığ ile el oyası yapıyor. Birden “abi benim gözümün biri gormüyomuş” dedi. “Nasıl görmüyormuş” dedim. “ Vallaha, bak aha şu gozümü kapayınca her taraf kapkaranlık oluyo.” Mideme sanki kızgın bir demir saplandı. Ağlarım korkusu ile birkaç dakika bir şey söyleyemedim. “ Teyzemin haberi var mı dediğimde “ Yok, annem üzülmesin diye söylemedim” dedi. “Peki, görmüyorsun da bu danteli nasıl örüyorsun” dedim. Gülerek “ne biliyim ben, örüyom işte” dedi. Ev halkına ben söyledim. İnanamadılar, kontrol ettiler herkes çok üzüldü ama elden ne gelir. Yine Ankara’dan akrabaların geldiği bir gün onlar yufka yiyemezler Yozgat’ın meşhur parmak çöreği diye bilinen ekmeğinden ikram edelim düşüncesiyle küçük kızı çarşıya gönderirler. Yolda Memduhe hala diye bilenen yaşlı bir hanımı pencerede görünce iki elini sallayarak Memduha halaaaa diye bağırmış. Oda benimle alay etti diyerek teyzeme şikâyet etmiş. Teyzem bir güzel azarlıyormuş ki kızcağız olayın nasıl olduğunu anlatmış. Memduhe teyze uzun yıllar anneannemlere komşu çok büyük bir evde otururdu. Sonra sebebini bilmediğim bir şey oldu ve Memduhe teyze fırının yanında küçük bir eve taşındı. Küçük kız uzun süre görmediği Memduhe teyzeyi pencerede görünce çok seviniyor. O sırada başka bir yöne bakmakta olan Memduhe teyzenin dikkatini çekmek için iki elini birden kaldırıp çocukça bir sevgi ile bağırıyor. Teyzem işin doğrusunu öğrenince kızcağızı kaptığı gibi Memduhe teyzeye götürüp olanı biteni anlatıyor. Memduhe teyze çok üzülüyor, benim o gün canım çok sıkkındı. Bu kız da böyle yapınca alay ediyor sandım, bu kız şimdi öteki tarafta benden davacı olursa ben ne ederim, kusura bakma yavrım deyip içerdeki odadan büyükçe bir para getirip onun için harcanmasını rica ediyor. Teyzem o para ile iki kıza elbise ve ayakkabı alıyor. Küçük kız yürürken biraz sağa sola sallanarak yürürdü. Yıllar sonra bir muayene de iki kalça kemiğinin de doğuştan çıkık olduğu anlaşılmış, iki tarafa sallanarak yürümesi bundanmış. İki kız da belli yaşlara geldiklerinde komşuların tavsiyeleri ile hiç tanımadıkları kişilerle evlendirildiler. Nüfus cüzdanlarındaki asıl isimlerini evlenme işleri yapılırken öğrendiler. Bende onlarla birlikte öğrendim. Boylarınca çocukları oldu. Onlara Üniversite tahsilleri yaptırıp evlendirdiler, torun sahibi oldular. Birinin kocası kanserden öbürününki kalpten genç yaşta vefat etti. Yıllar sonra büyük kızın iki ağabeyi bir kız kardeşleri olduğunu öğrenip onu görmeye geldiler. Çekingen bir karşılaşma, şaşkın bakışlar ve nasılsın sorusundan ileri gitmeyen bakışmalar. Sonunda bilgili anneannem yine devreye girip “hadi kızım ağabeylerinle çıkın münasip bir yerde oturun, hasret giderin” diyerek yol gösterdi. Çıkmadan önce bir kenara çekip “bir pastaneye gidin oturun bir şeyler yiyin tanışın, yarın tekrar buluşmak için anlaşın” deyip eline para verdi. Teyze’me gelince vefatından önceki son iki yıl yatağa mahkûm oldu. Çocuğu olmadığından İstanbul’da oturduğu evi kendine bakan küçük kızın üstüne yapmasını önerdim. Önce aman kardeşlerim duymasın dediyse de sonra akli dengesi yerinde diye rapor alıp daireyi kızın üstüne yaptı ve kısa bir süre sonra da vefat etti. Anneannem bize nasılsa kızlara da kendi evlatlarıymış gibi davrandı. Ne, yaz gelip Dayılı köyüne gittiklerinde ne de, güz gelip Yozgat’a geldiklerinde onları kimseye ezdirmedi. Beslenmelerinde ve giyimlerinde kimseden geri koymadı. Gündüz ki koşuşturmada yorulup bitkin düşen kızlar gece bir köşede yere oturup yumuş beklerlerken başları önlerine düşmeye başlayınca ev halkı bir istekte bulunmasın diye “ne oturuyorsunuz hadi gidin yatın” deyip onları gönderirdi. Altmışlı yaşları bitirdiğim bu günlerimde bazı geceler nedense uykuya dalmadan önce, Yüce Rabbimin Kuran-ı kerimde buyurduğu “biz bazılarınızı bazılarınıza üstün yarattık” ayeti beynimi kemirir durur.

***
Yazarın notu; Bu yazımı değerli yorumları ile beni motive eden okurum Sayın Suzan Hanımefendi’ye ithaf ediyorum.

27.08.2013
OKUR YORUMLARI
mahmut erdem
28.08.2013 16:10:00

selam hocam şu günlerde yazınız bir ilaç tedavisigibi geliyor insana okudukca düşünmek gerekli diye soruyorum kendime şimdilerde neden bu insanlarımız bu halde olamıyorlar diye düşünmeden edemiyor insansağlıcakla kalınız kalem ve beyin üretiminize kuvvet.

SUZAN
27.08.2013 17:15:00

Öncelikle Sılamın Altın kalpli,inci mercan kalemli, yüce gönüllü; Sayın Çapanoğlu'na Selam eder, sonsuz hürmetlerimi bildirerek teşekkürlerimi arz ederim.

Sayın Hocam, son yazınızı okuduktan sonra, her gün sayfanıza uğrayıp "kâleminizde çağlayan pınarlardan Güneydoğu(Suriye,Mısır)nun ateşinde yanıp kavrulan ruhumu serinletmek için (bana göre) abuhayat damlaları ararken yeni bir yazınızla karşılaştım.Beynimde kurguladığım günün işlerini geri plana bırakarak yeni yazınızı bir nefeste okudum. Yine geçmişe bir yolculuk yaptım ve hayalimde sılamın anıları canlandı.Sizin yaşadıklarınızı bire bir yaşamadım fakat,çocukluğumda halâ bu insanlar yaşıyor oldukları için bu tür anıları kendilerinden "hayat yorumları" olarak dinlediğim olmuştur.Şu an İzmir de yaşıyorum. Bende sizler gibi çocukluğumun geçtiği yerleri, mekanları özlüyorum.zaman zaman memleketimi ziyaret ediyorum fakat; Derenin bitişiğindeki şehrin özü,simgesi Çağanoğulları'ndan geriye kalan ne bahçeli ev... Ne de gizli-saklı kaçamak yaparak su ve çamurlar içinde oynadığımız, şehri ikiye bölen o dereden eser var.Hatta geçmişten birşeyler anımsatan insanlar bile kalmamış.Bu nedenledir ki sizin yazılarınızda sılamın özlemlerini gideriyorum.

Yazınızı okuyup, yine ruhumun doyuma ulaştığını hissetmeye başlamıştım ki son satırda, bu yazı bana ithafan yazdığınızı belitmişsiniz.İşte tam burayı okuduğumda geçmiş yolculuğundan öyle bir dönüş yaptım ki sevincimden attığım çığlığı tüm mahalleli duymuştur.Yaşamım boyunca aldığım en değerli, en kutsal, en paha biçilmez, en muhteşem hediyeyi bana lâyık gördüğünüz için size sonsuz teşekkür eder hürmetlerimi sunarım.Sizin gibi bir üstatdan böyle bir armağan almak beni çok onurlandırdı. Rabbim de sizi her iki cihanda onurlandırsın İnşallah.Beyninizi kemiren "Bazılarınızı bazılarınızdan üstün yarattık" Ayeti cevabını vermiş oldu.Allah siz yazarlara; nurlu gönüller, altın uçlu kalemler "İhsan" eylemiş ki, bizlerin ruhunu doyura, yolunu aytınlatasınız diye.Kimine mal vermiş, yoksulu, yetimi gözetsin diye.Kimini yetim bırakmış, sabrıyla sabaha erişsini bile.Sabaha erenleri erdirenlere ne mutlu.Günümüzde analı babalı çocuklar ne durumlara düşüyor (madde bağımlısı,haydut, hırsız,...bazıları "sokak çocukları" adını verdiğimiz hallerdeler)Tüm bunların sorumlusu toplumdaki insanlarımızın sorumsuzluğu, duyarsızlığı değilmidir? Geçmişte kalan değerlerimiz,sorumluluk duygumuz günümüze taşınamadı.Altmışlı nesiller iyi bir köprü vazifesi olarak doksanlara değerlerimizi ne yazık ki ulaştıramadığımızdandır.Tek ümidim odur ki, halâ var olan sizlerin, kör gezen kuşaklara göz olmanız, karanlık dünyalarını aydınlatmanızdır.Okuduğumuz bu yazınızda öyle çok incelik, ve öylesine kişilik gelişimi işlenmiş ki;görene, alana, alıp uygulayana ne mutlu.

Konup göçtüğümüz bu dünyada asıl maksat, hoş bir seda bırakmaktır. Bırakamıyorsakda bırakacak olanı desteklemek insani bir vazifedir diye düşünüyorum.

Beni bu kadar onurlandırdığınız için tekrar teşekkür eder saygılar ve hürmetler sunarım.Dilerim ki,eserleriniz ebedi yaşasın ve yaşatılsın. Geriden gelenlerin ruhunu doyurup,yolunu aydınlatsın

Allah'a emanet olunuz.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ