Geçen gün İstanbul’un Galatasaray semtindeki sahaflarda Muaveneti Milliye adlı bir kitabı ararken, Turan Dursun’un “Kulleteyn” isimli kitabı gözüme çarptı. İsim enteresan geldi biraz karıştırdım ilgimi çekti. İkinci el bir kitap olduğundan fiyatı da 5 lira olunca aldım. Kulleteyn “iki kulle” yani yaklaşık 13 ton su demekmiş. Durgun bir suyun temiz yani “tahir” sayılabilmesi için şafi mezhebine göre bu kadar olması yeterli imiş. Daha az olamazmış. Bu suda banyo yapılabilirmiş. Bu kadarcık suyla bir köyün halkı yıkanırmış. Büyük, küçük bir köy halkının tamamının yıkandığı topu topu 13 ton civarındaki suyun ne hale geldiğini tahmin etmek zor değil (kitapta anlatılanları mideniz kaldırmaz diye buraya almadım). Kitap, mahrumiyet ve dini taassup baskısı altındaki Anadolu’nun bir zamanlarını anlatıyordu. Kitabı okurken elimde olmadan üzüldüm, hem de çok. Anadolu’nun bir köşesinde bu çaresizlik yaşanırken diğer köşelerindeki hamam sefaları aklıma geldi. Güzel Anadolu’m, doğusu, batısı, ortası ile bir tezatlar ülkesi.

Biz çocukken Yozgat Hamamları pek safalı idi. Hamama gidenler pikniğe gidermiş gibi hazırlanırlardı. Akraba, hısımların hanımları günler önceden sözleşirler, hamamcıyı da haberdar ederler, içinde parıl parıl parlayan gümüş hamam takımlarının olduğu bohçalar, büyük bir özenle hazırlanan zeytinyağlı dolmalar, sarmalar, turşular, limonatalarla hamama avdet edilirdi. Buzda soğutulmuş gazoz zaten hamamlarda satılırdı. Bütün bu hazırlıklar tamam olunca biz çocuklar koşarak çarşıya iner yeteri kadar Faytona biner evlerin önüne getirirdik. Hamam sefası bütün gün sürer yorgun yüzlü hanımlar akşamüstü pembe yanakları ile dönerlerdi. Hanımlar yanlarında def, zil gibi müzik aletleri de götürür koro halinde söylenen türkülerin eşliğinde genç kızlar ve kendini tutamayan hanımlar bir güzel oynarlarmış. Tabi bu arada oğluna kız arayan hanımlarda bu fırsatı kaçırmaz gözlerine kestirdikleri veya daha önceden göz koydukları genç kızları bu hamamlarda iyi bir incelerlermiş. Normal bir hamam günü böyle olunca kalabalık bir davetli gurubu ile gerçekleştirilen “Gelin Hamamlarının” ne kadar eğlenceli ve dedikodulu geçeceğini varın siz tahmin edin.

Amma! Cennetmekân babamın memuriyeti dolayısıyla gurbette oradan oraya savrulurken gittiğimiz şehirlerdeki kiralık evlerimizde öyle odunla ısıtılan termosifonlu banyolar bile yoktu. Genellikle evin bir odasında gusülhane denilen şimdiki duşa kabinler gibi ama onun birkaç misli büyüklüğünde ve dolap şeklinde bölümler olurdu. Hafta sonları mevsim kış ise kuzine sobası üstünde, yaz ise bahçede “maltız” üstünde ısıtılan bir kazan suyu ılıştırarak önce babam yıkanır sonra sıra ile annem bizi yıkardı. Şimdi maltız da nedir diye soranlar olabilir. Efendim maltız denen araç şöyle olur. Bir gaz tenekesini veya o büyüklükteki bir yağ vs. tenekesinin üst kapağını tamamen çıkarırsın. Bir yüzünün alt kısmından hava alması için 10-15 cm. genişliğinde bir delik açarsın. İçine ateş tuğlası, bulamazsan kiremitleri çamurla yapıştırırsın ki içindeki ateş tenekeyi yıpratmasın. Sonra dumanından ve zehirlenmekten kurtulmak için soba gibi bahçede yakarsın. O zamanlar çamaşır makinesi filan yok. Pazartesi günüde yine aynı şekilde ısıtılan sular ile neredeyse bütün gün annem bizim çıkardığımız çamaşırlarımızı ve diğer yıkanacak şeyleri yıkardı. Çamaşırlar beyaz görünsün diye de suyun içine “öküzbaşı” marka çivit atardı. Suyun rengi mavi-mor olurdu ama çamaşırlar beyaz olurdu.

Babamın memuriyeti dolayısıyla bulunduğumuz Afyon Dinar da o yaz annem bizi Dinar’ın meşhur hamamı “Garaali” nin (Karaali) hamamına götürdü (1956). Hamam Menderes ırmağının kaynağı olan “Suçıkan” yolu üzerinde, Üçlerce mahallesinin eteğinde Camii kebir mahallesindeki hamam sokağında idi. Hamama yaklaştığımızda yolun kenarında güldür güldür akan yaklaşık 2-3 metre genişliğinde büyükçe bir su kanalı ve bu kanalın kenarındaki bazı ağaçların dallarında asılı ciğerler dikkatimizi çekti. Hemen kanalın kenarında oturan yaşlıca bir teyzeye bu ciğerler neden buraya asılmış diye sordum. Siz yabancı mısınız diye sorduktan sonra şöyle anlattı; “yavrum bu gördüğün su her yaz bir küçük çocuğumuzu kurban alırdı. Bu yıllarca böyle oldu. Bizde çocuklarımızı kurban almasın diye yaz boyunca bu ağaçlarda birkaç ciğeri eksik etmeyiz. Şimdi bizim çocuklarımızı değil bu ciğerleri alıyor dedi.” Hem korktum ürperdim hem de çocuklar ölmüyormuş diye sevindim. Peki, nasıl alıyor ciğerleri diye sorduğumda “bilmem ki yavrum ciğerlerden biri yok olunca bizde yenisini asarız” dedi.
Çocuk aklımla düşündüm ağaçta asılı ciğer sıcaktan birkaç saat içinde zaten kokuşmaya başlar, bu yüzden kimse alıp yiyemez, o zaman el ayak çekilince ağaca çıkan kediler veya gece uçan baykuş, puhu veya yarasa gibi kuşlar mı yiyorlardı? Dinar Halk Eğitimi Merkezi Müdürü değerli dost, Sayın Yaşar Sağlam Beyefendi ile yaptığım bir telefon görüşmesinde (Şubat 2014) bu su kanalının o zamanlar suyla çalışan Dedeoğlu un fabrikasına su taşıyan kanal olduğunu ve maalesef çok yakın bir zamanda yine küçük bir yavrunun bu kanala düşerek boğulduğunu üzülerek öğrendim. Ağaca ciğer asmak yerine kanalın kenarına çit çekilse daha doğru olmaz mıydı? Vah benim tezatlar ülkesi Anadolu’m.

14.03.2014
OKUR YORUMLARI
M. Celalettin Çapanoğlu
22.03.2014 11:05:00

Değerli Kuzenim Abdulkadir,

Bizleri gene bu güzel yazınla çocukluk günlerimize döndürdüğün için çok teşekkür ederim.
Yukarı Nohutlu’da evimizin hemen karşısında Başçavuş hamamı vardı. O zamanlar kendi haline terkedilmiş harabe bir halde olduğundan daha uzaktaki Aynalı hamama giderek hamam keyfini orada yaşardık. Bazan da değerli akrabamız Prof. Dr. Mehlika Filiz Ulusoy Hanımefendinin yorumunda bahsettiği gibi banyomuzu mütevazi imkanlarımızla evde yapardık. Tabii biz çocuklar için hamama gitmenin bir başka güzelliğide çarşıya gidip eve fayton getirmekti.

Kalemine sağlık değerli Kuzenim.

M. Celalettin Çapanoğlu

semih
15.03.2014 01:16:00

YorumunuzÇok güzel anlatımınız ile önemli konuları bir çırpıda dile getiriyorsunuz. Kaleminize ve yüreğinize sağlık....

Mehlika filiz ulusoy
14.03.2014 11:16:00

Abdülkadir Bey,
Yazdığınız makale geçmişte insanların nasıl yıkandığı konusunda bir kaynak olacaktır.
Ben soba ile ortam ısıtması yapıldığı dönemi yaşadım. Ancak çok küçükken sobanın yanında mangal ateşinden de yararlandığımızı hatırlıyorum.

o dönemde zor pişen yemekler maltızda kolay pişenler de gaz ocağında pişirilirdi.Daha sonra pişirme için hava gazı evlere borularla ulaştırıldı. Ulaşılamayan yerlerde tüp gaz hala kullanılıyor. Şimdi birçok yerde doğal gaz hizmetimizde.

Yıkanmak için hamama giderdik ya da sobanın üstündeki güğüm kaynarken küçükleri sobanın yanındaki leğene oturtup yıkayıverirlerdi. Büyükler de bir küçük odada bir kovadan tas tas su dökünerek yıkanırlardı. Orada su olmazdı çünkü evlerde su yoktu. Su dışarıdan taşınarak getirilirdi. Aradaki aşamaları anlatmayacağım. Merkezi doğal gazla ısınan suyun gece gündüz musluklardan aktığını da gördüm.

Yozgat'ta Günün Haberleri
YOZGAT'TA 5 GÜNLÜK HAVA DURUMU
hava durumu
YOZGAT İÇİN GÜNÜN NAMAZ VAKİTLERİ